KAZLIÇEŞME DERİ İŞÇİLERİ
BROSTANCA . . The voice of shoe workers !
KUNDURA İŞÇİLERİNİN SESİ. . . Anlatılan Senin Hikayendir! / Haber-Yorum-Belge
18 Mayıs 2025 Pazar
1 Haziran 2023 Perşembe
2023 NEWROZ değerlendirmesi
14 Mayıs Seçimleri
ışığında 2023 NEVROZU
20223 yılı Newrozu birçok
açıdan egemen güçlerin sıkıştığı, kitlelerin öfkesinin sokağa taşmasını
engelleme çabasının devletin bütün kurum ve destekçileri eliyle kotarılmaya
çalışıldığı bir zeminde gerçekleşti.
Uzun zamandır
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gönderme niyetiyle organize olmaya, her düşünce ve
çevreden güç devşirmeye çalışan sermaye güçleri bunu yapmakta oldukça
zorlanıyor.
Erdoğan ve AKP’nin bütün
yaşananlara rağmen hala en büyük oya sahip parti olması karşısında yamalı bohça
gibi dikiş tutmakta zorlanan Mill(iy)et ittifakının işi pek kolay görünmüyor.
Derin devletin operasyon
deneyimi olan eski memurlarından, Alevilerin Sivas’ta yakıldığında Belediye
Başkanı olanına, 10 Ekimde bombalar patlatılıp devrimci insanlar öldüğünde
oylarımız artıyor diyen, Sur’u yıkarken Toledo yapma sözü verenden, AKP’nin
ekonomi kurmayı olduğu dönemde emekçileri hedef alarak sermaye için yaptıkları
çabuk unutulana, Ağar abisine laf söyleyenlerin yüzünü gözünü dağıtan Uysal
çocuğa kadar sermaye devletine çok çeşitli hizmetlerde bulunan bir takım zevat
şimdi yeniymiş gibi piyasaya sürülüyor.
Bu AKP kopyalarının
toplamı Erdoğan’ı göndermeye yetmediğinden, Kürtlerden ve Parlamentoya göz
diken solun çeşitli kesimlerinin desteğine de ihtiyaç duyuyorlar.
Önce Ülkü Ocaklarının
eski başkanlarını desteğini alan Kılıçdaroğlu bütün adayları belirlemede tam
yetkili olunca önce BBP’nin kurucusu eski Ülkü Ocakları Başkanı tescilli faşist
devrimci katili Muhsin Yazıcıoğlu’nun oğlunu Sivas 1. sıradan aday göstereceği
medyaya düşerken birkaç gün sonra Diyarbakır’da Türkan Elçi’yi de saflarına
katmayı unutmuyor.
Bu ittifakın herkesin
ittifakı olması için ne gerekiyorsa yapılıyor. Parlamentoya katiller, failler,
gafiller, azmettiriciler, az pişmanlar, çok pişmanlar, şarkıcılar, sanat
camiasından yıpranmış zanaatkârlar yeni şekiller verilerek biraz da
parlatılarak vitrine konuyor.
Millet ittifakı dediğin
böyle olur. Çok renkli, tek sesli, tel amaçlı, farklı olanların farksızlıkta
eşitlendiği hepimiz bir milletiz, üstelik kardeşiz ittifakı.
Herkes şaşkınlıkla
sermayenin yeni iktidar belirleme oyununu sersemlemişçesine tepkisiz izliyor.
Şaşkınlık uzun sürmüyor daha şaşılası yeni bombalar patlıyor.
Kızanlar, gidenler, geri
gelenler tekrar sarılanlar, hesabı sonraya saklayanlar, zamanı gelince rolümüzü
oynarız diyenler. Bütün tarihi, mücadelesini, gerçekleri çarpıtarak, tarihi
tahrip etmeye çalışarak, ceylan derisi koltuklara serenler. Bir Faşizm, Şeriat
umacısı icat edip onu herkesin farklı renkli ilginç hikâyelerle beslediği ve
bütün bu birliğin bu umacıdan kurtulmak için olduğu, hiçbir tutarlılığa
dayanmayan masalların piyasaya sürüldüğü, Faşistlerden kurtulmanın ancak
eskinin tecrübeli tescilli faşistleriyle olacağını savunmaya kadar gidiyorlar.
Tam bir akıl yitimi yaşanıyor.
Az solcusu, çok solcusu, saf Kürdü safkan
Türküyle kol kola ortak bir geleceğe yürüyorlar.
Saf Kürtlerden hiç söz edilmemiş olsa da kayyumların
gideceğine, zindanların boşalacağına, Kürtlere belli haklar tanınacağına, biraz
olsun nefes alacaklarına inandırılmaya çalışılıyor.
Saf
Türkler ise ekonominin
düzeleceğine, asgari ücretin, emekli aylıklarının artacağına, enflasyonun
düşeceğine, laikliğin korunacağına, tekrar Mustafa Kemalin yolundan
gidileceğine inandırılmaya çalışılıyor. Tarih boyu İslamcı laik eksenli
tanımlanan mücadele oyunu sürüyor. “İslamcı” memurlara karşı Laik memurlar
iktidarı zorluyor.
Bütün ayrımların görünmez
kılındığı, bunlar gitsin de sonrası kolay hayalinde birleştirilmiş toplum sermaye düzeninin restorasyonu için konsolide
ediliyor. Ya da edilmeye çalışılıyor.
En net ve gerçekçi çözüm
olan, kitlelerin kendi seferberliğiyle ortaya konan iradesinin yeni bir hayatı
var edebileceği gerçeği karşısında susuluyor.
Seçim oyununun baskın rüzgârının her şeyi köklerinden söküp attığı yerde ne
ideoloji, ne tarih, ne iddialar kalıyor. Milliyet ittifakının uyguladığı saray
rejimi gitsin basıncı arttıkça Burjuvazinin demokrasi korosuna ama
utangaç ama açıktan ve istekli katılanların sayısı da artıyor. Gerekçesi
değişse de geçmişte düşman bugün dost herkes yan yana kol kola.
“Tehlike çok büyük Faşizmden kurtulmak için,
seçimde oyları tek bir yerde toplamak ve fark atmak gerekiyor.”
Kafa karıştıranlardan
uzak durmak hatta onları lanetlemek gerekiyor.
İktidarın işine yarayacak her tür söylem ve eylemden uzak durmak gerek.
İttifaktaki partilerin geçmişini silmenin zamanı, sormanın değil. Büyük ve
ihtişamlı salonlarda Mustafa Kemalin birleştiriciliğinde hep birlikte el ele.
Tam bir toplumsal kaynaşma, seçim zamanı farklılıkların önemi yok. Saadet
partisi bile yola gelmiş hem bayrağımızı hem de Mustafa Kemalin dev posterini
partisinde sallandırmış, Kılıçdaroğlu Cuma namazına başlamış, Bozkurtlarla
sofraya oturmuşken bu birliği bozmak isteyen ancak AKP ye çalışan art niyetli
kişi ve gruplar olabilir.
6 Şubat’ta yaşadığımız
deprem de daha ölülerin bedeni soğumadan, enkaz altındaki isimsiz ölüler bir
moloz yığınının içinden parçalanarak vinçlerle taşınırken, egemenlerin düzeni
kurtarma telaşı içinde pusulasını şaşırmış isyan solun da desteğiyle çökmüş
düzeni yeniden ayağa kaldırma ve restorasyon korosuna birlikte katılıyor.
Depreme sınıfsal
bakamayanlar düzeni onarmaya yedekleniyor. Kendi sınırlı güçleriyle sorunları
çözemeyeceklerini ve mutlaka bu düzenin bozulması çağrısıyla yeni bir düzeni
kurabileceğimizi dillendiremiyorlar. Dayanışmayla onca insanı kucaklayacak ve
normal yaşamlarına döndürecek bir gücü ortaya çıkarmanın mümkün olmayacağını
düşünerek siyasal bir çözümü savunmayı hayata geçiremiyor. Bunu ancak
sermayenin emekçilerden çaldıklarına el koyarak yapabileceğimizi söylemi ve
eylemiyle yapabilir deme cesareti gösteremiyor.
Devrimci bir iradenin
yokluğunda güç her zaman daha güven veren çekici olandır. Eski durumun terk
edilmesi için yeninin yıkıcılığına çağrı yapmaya ve burada güç biriktirmeye
ihtiyaç var. Kimseyle kötü olmak istemeyenler, ortalığı bulandıran biz
olmayalım diyenler devrimci iddialarda bulunamazlar.
İzmir NEWROZ’unun açığa
çıkardıkları
Deprem nedeniyle
eğlenmenin yerine yas duygusunu öne çıkardığını daha önceden açıklayan HDP
katılımcılara siyah renk giyinmelerini salık vermişti.
Newroza katılanların birçoğu
bu çağrıya uyarak çoğunlukla siyah kıyafetlerle alana gelmişti. Katılım gün
boyu sürdüğünden net olarak katılımı ölçmek mümkün değildi.
Saat 13:00 te başlayan
Newroz alanına akşam saatlerinde kitle dağılırken bile hala katılım sürüyordu.
Çalınan müzikler kitlenin
öfkesini de sönümlendiren coşkuya pek izin vermeyen tarzda seçilmişti.
Konuşmacılar genellikle seçim ağırlıklı ve iktidarın gönderilmesi yönünde
konuşmalar yaptılar. ESP eş başkanı Şahin Tümüklü biraz daha ahengi bozan
devrimci bir coşku ve kurtuluşun kitlelerin kendi gücüne dayanan bir
mücadeleden geçtiğini vurgulaması dikkat çekiciydi. Alanda yaşanan hareketlilik
nedeniyle konuşmaların çok dikkatle dinlenilmediği gerçeğini de vurgulamak
gerekiyor.
Genel olarak alana
gelenlerin enerjisiyle konuşmacıların ruh halinin pek uyuşmadığı söylenebilir. HDP
İzmir mv. Serpil Kemalbay her zamanki sıradan konuşmasını yaptı. Sırrı Süreya
Önder’in rahatsız olduğunu beyan ederek başladığı konuşması isteksiz, yorgun, sürekli
barış vurgusu yaptığı içerik olarak zayıf denilebilecek tarzda izlenen siyasete
uygun biçimde gerçekleşti.
TİP genel başkanı Erkan
Baş’ın partisinin basına sızan HDP ile giriştiği mv. pazarlığı ve Sera
Kadıgil’in medyada yayılan şoven tutumunu dışa vurduğu konuşmaları nedeniyle
çizilen imajını onarmak için en yumuşak kent İzmir’de sahne alarak yıpranan
imajını onarmaya dönük şowu tepkisizce hatta olumlu bir tarzda karşılandı. Bütün
konuşmalar geçmiş yıllarda öne çıkan Kürtlerin taleplerini içeren, Kürdistan vurgusu
barındıran konuşmalardan uzak gerçekleşti diyebiliriz. Aday çıkarmayan
Kürtlerin kitle partisi HDP’nin etkin enerjik kitlesel gücüne rağmen CHP li
cumhurbaşkanı adayını seçenek olarak sunması moralin düşmesinde etken olarak
görülebilir. Alanda Sarı Kırmızı Yeşil renkler yok denecek kadar azdı. Bir
Kürdistan bayrağı çocukların ellerinde alanın değişik yerlerinde gezdirildi.
Kürdistan bayrağıyla fotoğraf çektirmek isteyenler gün boyu eksilmediğinden
bayrak elden ele dolaştı. 2023 Newrozu coşkusu bastırılmış, katılımı düşük,
Kürtlerin kafasının karışık olduğu ve Türkiyelileşme politikalarına uygun bir
Newroz oldu diyebiliriz.
13 Nisan 2023 Perşembe
İZMİRDE 1 MAYIS'IN TARİHİ
https://www.birgun.net/haber/izmir-in-1-mayis-tarihi-299802
İZMİR'DE İLK 1 MAYIS
Yunanistan’ın işgalinden kurtuluşunu izleyen günlerde İzmir’in karşılaştığı yangın felaketine, kentsel nüfusunun üçte ikisini yitirmesi eşlik ediyordu; Yüzyılın başlarında 300.000-350.000 civarında tahmin edilen şehir nüfusu, 1923’te 25.000’i gayrimüslim olmak üzere 113.000 seviyesine gerilemişti. Kaybettiği nüfusun içinde, iktisadi faaliyetlerde etkin olan gayrimüslim sermaye sahiplerinin yanında, özellikle imalat sanayiinde baskın olan çok sayıda emekçi de bulunuyordu. 1923’te İzmir’de mevcut işçilerin 10.000-15.500 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Hiç kuşkusuz üzüm ve incirin işleme mevsiminde, çevre yerleşimlerden gelen ve diğer zamanlarda evde oturan kadın ve çocuk çalışanların katılmasıyla bu sayı katlanıyordu. Bu koşullarda toplanan İzmir İktisat Kongresi’ne sunulan işçi gurubu taleplerinin içinde, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kanunen kabulü maddesi dikkati çekiyordu. 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olmasını, işçi ve sanayi kesimi oybirliğiyle, tüccar ve köylü kesimi ise çoğunlukla kabul etmişti.
İzmir’de Emekçilerin 1 Mayıs kutlaması için ilk adımı, gazete aracılığıyla “Amele Kardeşleri Davet” başlığıyla yayınladıkları ilanla, 1 Mayıs Amele Bayramı’nın yaklaşması nedeniyle, bu konuda görüşmek üzere işçi örgütlenmelerinden belirleyecekleri ikişer temsilciyi 23 Nisan 1923 akşamı, Ali Paşa Meydanı’nda bulunan Tütün Amele Cemiyeti merkezine göndermelerini istemekti (Ahenk, 20 Nisan 1923). Toplantıda bayramın organizasyonu için Tütün Amele Cemiyeti, Tophane, demiryolu, liman, salapurya, mavna, araba, incir tütün ve kömür işçilerinden oluşan bir komiserler heyeti oluşturuldu. Heyet, İzmir’deki bütün işçilere, çeşitli kurumlarda çırak ve gündelikçi olarak çalışanlara 1 Mayıs günü saat ikide toplantı çağrısında bulundu (Ahenk, 30 Nisan 1923).
1 Mayıs günü bayram Namazgâh meydanında başladı; ellerinde bayraklar, önlerinde askeri bando yüzlerce işçi, saat üçte hareket ederek Tilkilik’ten Basmane’ye indiler. Oradan Keçeciler, Arasta, Kemeraltı yolunu takip ederek Konak Meydanı’nda Hükümet önüne ulaştılar. İşçilerin temsilcisi olarak belirlenen bir heyet hükümet konağında Vali’yi, kışlada da merkez kumandanını ziyaret ettiler. Vali (Abdülhalik Renda), yanında İzmir Milletvekili Tahsin, Jandarma Kumandanı Emin, Mektupçu Halit ve diğer vilayet görevlileriyle kapıya kadar inerek işçileri selamlayarak teşekkür etti. Bu sırada işçi temsilcisi Nevzat Ekrem bir konuşma yaparak, Avrupa’da işçilerin hakları için mücadelede birçok baskıya uğradıklarını, zulüm gördüklerini; Türkiye Halk Devleti’nin ise Türkiye işçileri için haksever bir tavır sergilediğini belirtti. Vali, işçilerin mesut tezahüratından memnuniyet duyduğunu, bunu hükümete bildirmekten mutluluk duyacağını ifade etti. Ardından tophane işçisi tarafından hazırlanan toplu ve süslü otomobil üzerine çıkan tophane işçilerinden Mehmet de şunları söyledi:
“Arkadaşlar, yoldaşlar! Bu asır demir devridir. Bu devir ise devletler için sanayi gücüne ihtiyaç gösterir. Şu harabe olan vatanın minareleri yanında onları kurtaracak fabrika bacası görmeliyiz. Ancak o zaman memleket saadete doğru gidecektir. Çekiç ve örsün arasından çıkan her kıvılcım memleket için parlak birer sanat yıldızıdır. İstiklal Harbi’nde ordumuzun topu var, kaması yok, tüfeği var, mekanizması yoktu. Hâlbuki karşısındaki düşman asri bir şekilde donatılmış bir orduydu. Biz de buna karşılık harabelerden müteessir olmayan, ebedi bir azim ve imanla kuşanmıştık. Fakat azim ve imanın yüksekliği kâfi değildi. Topa, tüfeğe ve cephaneye muhtaçtık ve bunu herkes hissetti. Silahlarımız kalpleri olan en önemli kısımlarından ayrılınca mavzerler sopa, topların da bir soba borusundan farkı kalmamıştı. Fakat ilahi bir kudretle yaratıcı bir kuvvet doğdu ki o da (İşçi) hem de bir avuç imalat-ı harbiye işçisinden ibaret fedakâr bir zümre.
Düşmanlar mahvımıza doğru yürüdükleri buhranlı bir zamanda vazifesini müdrik olan hakiki vatanperver sıfatıyla mukaddesatımızdan bile üstün tuttuğumuz işimizde katiyen gevşeklik göstermedik. Gece ve gündüz çalıştık. En nihayet arzumuza nail olduk; yiğitlerden oluşan ordumuz asri bir şekilde donatıldı. O da manen ve maddeten hayat bulunca önüne geçilmez bir aslan gücüyle kükredi, bir ölüm fırtınası gibi esti, düşmanı kahretti, denize döktü… Yaşasın Ordu, yaşasın hamiyetli İşçiler! Sanatkârlar!”
İşçiler daha sonra Hisar Camii yakınlarında bulunan belediyeye geçtiler. Demiryolu işçilerinden Ziya, işçilerin duygu ve düşüncelerini Belediye reisi Şükrü Kaya’ya aktarmış karşılığında da Şükrü Kaya İzmirliler adına işçilere teşekkür etmişti. Daha sonra Punta (Alsancak) yönüne doğru ilerleyen işçilerin kutlamaları akşamüzeri sona ermişti (Ahenk, 3 Mayıs 1923).
1924 1 Mayıs’ı kutlamaları konusunda basının, bir önceki yıl gösterdiği ilgiyi kestiği anlaşılıyor. Ankara hükümeti her türlü kutlamayı yasaklamış olmasına rağmen, İstanbul’da Umum Amele Birliği ve Ankara’da İmalat-ı Harbiye işçileri tarafından sınırlı da olsa kutlama yapılmıştı. Bir yıl önceki kutlamadaki ayrıntılara sahip olmasak da İzmir’de de 1 Mayıs’ın benzer şekilde kutlandığını öğreniyoruz. Konuyla ilgili haber kutlamayı tek cümlede özetlemiş: “Bugün 1 Mayıs münasebetiyle işçi kardeşler bayraklarla çalgılarla şehrimizde bayram kutlamasında bulunmuşlar, Hükümet ve Kışla önlerine giderek Hükümet ve orduya arz-ı hürmet eylemişlerdir ( Ahenk, 2 Mayıs 1924).”
1924 yılındaki bu kutlama, 1970’lere kadar 1 Mayıs’ın ‘İşçi Bayramı’ olarak kamusal alandaki son kutlaması oldu. 1925’te Şeyh Sait Ayaklanması sonrasında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu uyarınca, açık alanlarda kutlamalar yasakladığı gibi, kapalı alanda yapılan kutlamalar da toplu tutuklamalarla karşılaştı.
1970'LERDEN GÜNÜMÜZE 1 MAYIS
Türkiye emekçilerinin 1 Mayıs mücadelesi az veya çok, sonraki yıllarda da devam etti. Türkiye tarihi bunun örnekleriyle doludur. 1970’li yıllarda hızlanan toplumsal mücadeleler sonucunda 1976’da Emekçiler yeniden kamusal alanlarda bayramlarını kutlamaya başladı. 1977’de 1 Mayıs’ın İstanbul’da Türkiye’nin yaşadığı en büyük katliamlardan birine sahne olması emekçileri yıldırmadı. Ertesi yıl İstanbul’da Taksim Meydanı’nda yüzbinlerce kişinin katılımıyla kutlanan 1 Mayıs’a İzmir’deki kutlama eşlik etti. İzmir’deki kutlama, Basmane Meydanı’nda başlamış, katılanların Fevzipaşa Bulvarı yoluyla geldiği Cumhuriyet Meydanı’nda mitingle sonlanmıştı.
1979’da İstanbul’da yasaklanan ve ancak korsan gösterilerle anılan 1 Mayıs’ın kutlamalarının ana adresi İzmir oldu. İzmir’de iki farklı grubun, iki farklı yerde gerçekleştirdiği kutlamaların ilki, Konak’tan başlayan yürüyüşle Cumhuriyet Meydanı’nda noktalanan kutlamaydı. 80.000 kişinin katıldığı kutlamaya damgasını vuran, o sırada Maden-İş genel başkanı olan, DİSK’in kurucusu ve eski genel başkanı Kemal Türkler’in konuşmasıydı. Diğer kutlama Karşıyaka’da Naldöken’de toplanan yaklaşık 10.000 kişilik grubun yürüyüşüyle başlamış, Anıt alanındaki mitingle son bulmuştu. 1980’de sıkıyönetim şartlarında büyük şehirlerde 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı. DİSK’in önayak olduğu tek kutlama Mersin'deydi. 1 Mayıs İzmir ve diğer şehirlerde ise sadece korsan gösterilerle anılabildi. Sonrası malum; askeri darbe ve sonrasında yıllarca süren olağanüstü koşullarda bırakın anmayı, 1 Mayıs’ın lafzı bile baskılara yol açıyordu. Ta ki 1991’e kadar… Konak’ta, bugünkü Pier’le sınırlandırılan 1 Mayıs kutlamaları sokaklara taştı. Ve nihayet 27 Nisan 2009’da 1 Mayıs “Emek ve Dayanışma Günü” olarak tatil günleri arasına girdi. O yıldan itibaren kutlamaların merkezi olan Gündoğdu Meydanı, bu yıl “mücbir sebeple” büyük olasılıkla boş kalacak.
Meraklısına okuma önerileri:
Zafer Toprak, Türkiye’de İşçi Sınıfı 1908-1946, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2016.
Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar, 2 Cilt, BDS Yayınları, İstanbul, 1991.
M. Şehmus Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketi 1908-1984, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996.
Avustralya‘nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü talebiyle Melbourne Üniversitesi’nden Parlamento Evi’ne kadar 1856 yılında ilk kez yürüyüş düzenlediler. Bu yürüyüşten yıllar sonra 1 Mayıs 1886’da Chicago’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde düzenlenen görkemli yürüyüş ile birlikte, 1 Mayıs tüm dünya işçi ve emekçileri tarafından İşçi Bayramı olarak uluslararası çapta kutlanmıştır.
Birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 MAYIS, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yer yer 1860’lı yıllardan itibaren Ermeniler tarafından kutlanmaya başlanmış olup, 1886’dan itibaren çok daha kitleselleşerek Bütania, Kilikia ve Batı Ermenistan’ın Ermeni köylerinin çoğunda artan katılımlarla kutlanarak giderek toplumsallaşmıştır.
1906 yılında arapça olarak yazılmış, günümüz türkçesiyle, “Yurtsever Kardeşlerim! Şerefli Gazete Çalışanları! Haberiniz olsun ki, 1 Mayıs Dünya İşçileri Bayramı münasebetiyle amele kıraathaneleri civarındaki tren istasyonu mevkiinde toplantı ve gösteri vardır” bildirileri dağıtıldı. İzmir Basmane’de toplanan işçilerle “amele bayramı” kutlandı.
1909 yılında Üsküp ve Selanik’te kutlandı. Selanik’te Rum, Türk, Yahudi, Bulgar işçiler kol kola yürüdüler. 4 dilde yayınlanan ortak 1 Mayıs bildirisinde, herkese seçme ve seçilme hakkı ve emeği koruyacak yasaların çıkarılması istendi.
1910 yılında, Selanik’te tütün, liman ve pamuk işçileri, 1 Mayıs gösterisi düzenleyerek bu günü kutladılar.
1911 yılında, Üsküp, Selanik, Edirne ve bazı Trakya şehirlerinde yapılan 1 Mayıs etkinlikleri içinde Selanik’te yapılan Sosyalist İşçi Federasyonun düzenlediği miting en kitlesel mitingtir. 7000 kişinin katıldığı yürüyüşte katılımcılara Selanik’te konuşulan bütün dillerde seslenilmişti…
1912 yılında, 1 Mayıs Selanik ve İstanbul’da kutlandı. İstanbul’da kutlanan bu ilk 1 Mayıs’ta Selanik’teki gibi seçme seçilme hakkının herkese tanınması, grev yasasının değiştirilmesi, emeğin haklarını koruyacak kanunların çıkartılması gibi pek çok konudaki talepler dile getirildi. İstanbul’da 1 Mayıs gösterisi düzenlemek –bugün olduğu gibi- 1912 yılında büyük bir kazanımdı. Ancak tedbirler gecikmedi, hükümet sosyalistlere ve işçi hareketine karşı baskıyı giderek tırmandırırken sermayeye her türlü kolaylığı sağladı. İttihat ve Terakki Hükümeti 1912 yılında başlayan Balkan Savaşlarını bahane ederek sıkıyönetim ilan etti.
1913 – 1918 yılları arasında 1 Mayıs da dahil olmak üzere tüm işçi eylemleri ve gösterileri yasaklandı. Osmanlı’nın yenilgisi ile biten savaşın ertesinde, 1 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki Fırkası tarihe karışırken, Hüseyin Hilmi’nin “Türkiye Sosyalist Fırkası” Şubat 1919 yılında kuruldu. 1913’te kapatılan siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verilince Sinop Kalesi sürgününden dönen komünist aydınlar, bazı sempatizanlar ve Bolşevik İhtilali’ne katılan Osmanlı uyruklu sosyalist kadrolar siyasi faaliyetlere hız verdiler, ülkede sol bir rüzgâr esmeye başladı. İlk olarak Eylül 1919 tarihinde Dr.Şefik Hüsnü’nün liderliğindeki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) kuruldu.
1919 yılında İzmir ve İstanbul’da binlerce kişinin katıldığı 1 Mayıs Mitingleri, bir yandan da müttefik güçlerin 1918 yılının Kasım ayı ortalarında İstanbul’a asker çıkarmasıyla başlayan işgalin protestosu şeklinde gerçekleşti.
1920 yılında işgal idaresinin ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskılarına karşın 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlandı. Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) ve bir grup işçi “Türkiye müstakil olacak” pankartıyla Haliçten başlayarak Karaköy üzerinden Beyoğlu’na kadar bir yürüyüş yaptılar ve “Bağımsız Türkiye” yazılı bir pankart taşıdılar.
1921 yılında işgal güçlerinin tüm yasaklamalarına rağmen 1 Mayıs TSF önderliğinde İstanbul’da kutlanmış, tramvay, vapur ve bazı fabrikalarda çalışan işçiler iş bırakmış, Kağıthane’de gerçekleştirilen kutlamalarda işçi marşları çalınmış, 1 Mayıs’a özgü kıyafet ve aksesuarlar takılmış ve işçiler birbirleriyle bayramlaşmıştır. Kutlamalarda geleneksel inançları da barındıran bir tonlama dikkat çekicidir. İşçiler o gün kendilerine içki içmeyi yasaklarken, TSF “Mayıs’ın 1. günü amelenin en mukaddes bayram günüdür. Bu mukaddes bayram gününün kutlanması bütün amele için bir vazifedir.” açıklaması yapmıştır.
1922 yılında 1 Mayıs İstanbul, Ankara ve İzmir’de kutlandı. İstanbul’daki kutlamalar ağırlıkta sol parti ve örgütlerin oluşturduğu “1 Mayıs Komisyonu” öncülüğünde gerçekleştirildi. Şefik Hüsnü önderliğindeki Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası (TİÇSF) bu kutlamalarda önemli rol oynadı. Sultanahmet Meydanı’nda toplanan işçiler Kağıthane’ye kadar yürüdüler. O yıl Ankara’da ilk kez 1 Mayıs kutlaması yapıldı. İmalat-ı Harbiye ve demiryolu işçileri iş bırakarak aileleriyle birlikte katıldıkları bir toplantı düzenlediler. Toplantıda işgal güçleri kınanarak Mustafa Kemal’e ve kurduğu hükümete destek verildiği açıklandı.
1923 yılında 1 Mayıs Ankara, İzmir ve Adapazarı’nda kutlandı. İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamaları, İstanbul Umumi Amele Birliği tarafından gerçekleştirildi. Umumi Amele Birliği genel merkezi, Cumhuriyet hükümetine ve Enternasyonal’e kutlama mesajları yolladı. Gösteride belirli talepler ileri sürüldü. Özellikle Mesai Kanunu’nun çıkarılması istendi. İstanbul’da ayrı bir kutlama da, Mürettibin Cemiyeti ve TİÇSF tarafından organize edilmiş, İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenen ilkelerin hayata geçirilmesi için çabaların yoğunlaştırılması kararı alınmıştı. Ankara ve Adapazarı’nda 1 Mayıs kutlamaları İmalat-ı Harbiye işçileri tarafından gerçekleştirildi. İşçi taleplerinin arasında, “yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs’ın resmen işçi bayramı olarak tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve grev hakkı” vardı ve birçok işçi tutuklandı.
1924 yılında 1 Mayıs kutlamalarının yapılması yasaklandı ve yürüyüşlere izin verilmeyeceği belirtildi. Buna rağmen Amele Birliği Genel Merkezi’nde bir resmi kabul düzenlendi, Birlik Genel Merkezi, kırmızı renklerle donatılıp cephesine “Türkiye Amelesi Sendikalar Kanununu İster” yazıldı, Enternasyonal marşı çalındı. 1 Mayıs dolayısıyla çıkarılan Çelik Kol gazetesi toplattırılıp, Aydınlık dergisi idarehanesi arandı, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen çok sayıda işçi tutuklandı.
1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile işçilerin her türlü gösteri ve yürüyüş yapması, yasaklandı. 1 Mayıs 1925 Amele Teali Cemiyeti tarafından genel merkez binasında sınırlı bir törenle kutlandı. Amele Teali Cemiyeti, ayrıca, “1 Mayıs nedir?” başlıklı bir broşür bastırıp halka dağıttı. Bunlar, hükümetin yeni bir tutuklama başlatması için yeterli oldu. Otuz sekiz kişilik bir grup Ankara’ya gönderilerek İstiklal Mahkemesi önüne çıkarıldı. Bunlardan bazıları, 7 ile 15′er yıl hüküm giydi. Aralarında Nazım Hikmet de bulunuyordu.
1926 – 1934 yılları arasında ki işçilerin 1 Mayıs kutlamalarının tarihi “yasak” larla yazıldı. 1926’dan itibaren 1 Mayıslar gizlilik içinde kutlanmaya başlandı. Her 1 Mayıs öncesinde sosyalistler tutuklandı, kutlama yapmak isteyen işçiler cezalandırıldı.
1935 yılında 1 Mayıs’ta “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun” adıyla çıkarılan bir düzenleme ile “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarak genel tatil günlerine dahil edildi. Ancak bu genel tatil gününde, diğer genel tatil günlerinde olduğu gibi çalışanlara ücret ödenmeyecekti.
1936 – 1974 yılları arasında tek parti ve sonrasındaki dönemlerde, uzunca bir süre 1 Mayıs’ın kutlanması yasaklandı. Bu dönemde parti, sendika, işçi derneği kurmak bile suç sayıldı. 1947 yılında Sendikalar Kanunu yürürlüğe girdi. 1947 ve 1950 yılları sonrasında bazı sendikalar kuruldu. 1951 yılında çıkarılan bir kanunla işçilere genel tatil günü olan 1 Mayıs’ta yarım günlük ücret ödenmesi 1956 yılında ise tam gün ücret ödenmesi kabul edildi. 1960’lı yıllarda, Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 Mayıs’ın yerine bayram olarak dayatıldı. Yeniden yükselişe geçen işçi hareketi, DİSK’in kuruluşu, 15-16 Haziran Direnişi ve işçi direnişlerinde yaşanan artış 1 Mayıs’ı uzun yılların ardından yeniden işçi sınıfının gündemine taşıdı. 1 Mayıs yasağı 50 sene sürdü bu seneler boyunca komünist ve solcu olarak bilinen kişilerin her 1 Mayıs öncesinde gözaltına alınması, 1 Mayıs’ı nezarette geçirmesi devlet geleneği oldu.
1975 yılında yarım yüzyıl sonra ilk yasal 1 Mayıs kutlaması, TSİP tarafından İstanbul Tepebaşı’nda bir düğün salonunda yapıldı.
1976 yılında 1 Mayıs DİSK’in öncülüğünde Taksim Meydanı’nda yapıldı. Saraçhane, Beşiktaş, Kabataş ve Şişli’den yürüyen 400 bin işçi Taksim Meydanı’nı doldurarak büyük ve görkemli bir 1 Mayıs kutlamasına imza attı. 50 Yıllık aradan sonra 100 binlerce kişinin 1 Mayıs’ı kitlesel kutlaması, hükümeti ve işverenleri tedirgin etti.
1977 yılına gelindiğinde 1 Mayıs’ın bu denli görkemli kutlanmasından tedirgin olan kesimler bulunmaktaydı… Ama herşeye rağmen Taksim Alanı’na 500 bin emekçinin akması engellenemedi… Saat 14.30’da başlayacak olan kutlamalar için alan, sabahın erken saatlerinden itibaren dolmaya başladı. Taksim alanında, iğne atsan yere düşmeyecek bir katılım vardı. Alanda konuşmalar devam ederken, çevredeki binalardan halkın üzerine ateş açıldı. Taksim Alanı’nda yaklaşık 200 kişi yaralandı, 37 kişi de yaşamını yitirdi. Olayda 2 bine yakın mermi atıldığı saptanmış, buna karşın yalnızca 5 kişi kurşun yarası nedeniyle ölmüştü. Aradan geçen bunca zamana rağmen olayın failleri hala bulunamadı.
1978 yılında, önceki yıl yitirilen 37 insanın acısını içinde yaşayan yüzbinler yine Taksim Alanı’ndaydı… Kontrgerilla saldırıları, tehditleri işçilerin 1 Mayıs kutlamasını engelleyemedi. İşçiler bir önceki yıl olduğu gibi bir kez daha aynı güç ve kitlesellikle Taksim Meydan’ında buluştular. Bu mitingin en önemli talebi 1 Mayıs 77’nin faillerinin bulunmasıydı.
1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul’da mitinge izin vermedi, sokağa çıkma yasağı ilan edildi, kitlesel tutuklamalar yapıldı. 1 Mayıs’ta İstanbul’da sokağa çıkan 1000’e yakın kişi gözaltına alındı, 330 kişi tutuklandı. Yasağa rağmen birkaç yerde1 Mayıs kutlaması yapıldı. DİSK’e bağlı bir grup sendika ise İzmir’de izinli 1 Mayıs kutlaması yaptı.
1980 yılında DİSK Mersin’de 50 bin kişinin katıldığı bir miting düzenledi. DİSK Genel Başkan Vekili Rıza Güven kürsüden iner inmez tutuklandı.
1981 – 1986 yılları arası 12 Eylül askeri darbesinin yasaklar zincirinde 1 Mayıs da yerini aldı. Böylece Türkiye’de yeni bir yasaklı dönem başlamış oldu. Ama tüm yasaklara rağmen, kısa süreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri dağıtma gibi etkinlikler yapıldı.
1987 yılında sendikalar öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı ve bilim adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim Anıtı’na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis sadece milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi. Emek Sineması’nda “Merhaba 1 Mayıs 1987” adlı gece düzenlendi.
1988 yılında sendikaların oluşturduğu tertip komitesi, İstanbul Valiliğine başvurarak 1 Mayıs’ı yasal olarak kutlamak istedi. Ancak Valilik 1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanmasına izin vermedi. Yasağa rağmen 1 Mayıs günü Taksim’e çıkmak isteyen sendikacılar polisin saldırısıyla karşılaştı. 81 İşçi, temsilci ve sendikacı gözaltına alındı ve bunlardan bir kısmı tutuklandı.
1989 yılında 1 Mayıs’ı kutlanmasının yasaklanması üzerine Taksim meydanına çıkmak isteyenler polis saldırısıyla karşılaştılar. Polisin açtığı ateş sonucu Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında genç bir işçi hayatını kaybetti. Mecidiyeköy ve Taksim’de pek çok kişi tutuklandı.
1990 yılında aralık ayında toplanan Türk-İş Genel Kurulu’nda 1 Mayıs’ın kutlanması karar altına alınırken, Hak-İş’te tarihinde ilk kez 1 Mayıs kutlaması yapmış oldu… Polis 1 Mayıs gösterilerini önlemek amacıyla İstanbul’da sıkı güvenlik önlemleri aldı. Değişik semtlerde gösteri yapmak isteyen gruplarla polis arasında çatışmalar çıktı. Pangaltı’daki olaylar sırasında üniversite öğrencisi Gülay Beceren polis tarafından vurularak felç oldu.
1991 yılında İstanbul’da yasaklara rağmen yapılan 1 Mayıs gösterilerinde 10 eylemci yaralandı ve toplam 600 kişi gözaltına alındı. İzmir’de Balık Hali önünde gerçekleştirilen toplantı 12 Eylül sonrasının ilk yasal mitingi oldu.
1992 yılında sendikalar Ankara’da ortak salon toplantısı yaparak 1 Mayıs kutlaması yaptı. 12 Eylül’den sonra ilk 1 Mayıs mitingi de İstanbul Gaziosmanpaşa Meydanı’nda düzenlendi.
1993 yılında işçiler yeniden meydanlarda 1 Mayıs’ı kutlamaya başladılar. Türk-İş 1 Mayıs’ı İstanbul’da Abide-i Hürriyet Meydanında düzenlenen bir mitingle kutladı. Türk-İş tarihinde ilk kez gerçekleşen bu alanda kutlamaya 60 bin civarında işçi katıldı. DİSK ise aynı gün İstanbul Pendik Meydanı’nda düzenlediği mitingle 1 Mayıs’ı kutladı.
1994 yılında Demokrasi Platformu içinde yer alan Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve daha sonra KESK’i kuracak olan Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu İstanbul’da Abide-i Hürriyet Meydanında ortak bir mitingle 1 Mayıs’ı kutladı.
1995 yılında da 1 Mayıs Demokrasi Platformu tarafından ortak bir biçimde kutlandı. Ancak bu kez Hak-İş bu ortak kutlamanın içinde yer almadı, ayrı kutladı. Demokrasi Platformu tarafından organize edilen ortak mitingler İstanbul, İzmir, Mersin, Adana ve Ankara’da yapıldı.
1996 yılında 1980 sonrasının en kitlesel mitinglerinden biri gerçekleştirildi. Taksim Meydanı’nın yasaklı olduğu gerekçesiyle Kadıköy`de düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarına yaklaşık 150 bin kişi katıldı Eylemin ilk dakikalarında polisin silahsız göstericilere açtığı ateş sonucu Hasan Albayrak, Dursun Odabaşı ve Yalçın Levent yaşamını kaybetti. 3 Kişinin öldürüldüğü bu olaylardan sonra Kadıköy 2005 yılına kadar 1 Mayıs kutlamalarına yasaklı kaldı.
1997 yılında işçiler yine alanlardaydı. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Antalya, Denizli ve Uşak’ta yürüyüş ve miting düzenlendi. 1 Mayıs kutlamalarını Türk-İş, DİSK ve KESK birlikte organize ettiler. Merkezi miting İstanbul’da Çağlayan Meydanı’nda yapıldı.
1998 yılında “Şimdi Demokrasi Zamanıdır” temel sloganı ile 1 Mayıs darbe sonrasında ilk kez yaygın biçimde kutlandı. Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK tarafından İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep ve Samsun başta olmak üzere pek çok ilde ve ilçede 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.
1999 yılında işçi konfederasyonları ve çeşitli toplumsal muhalefet örgütlerinden 15 Örgütün bir araya gelmesiyle oluşturulan “Emek Platformu” tarafından kutlandı. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Kocaeli, Lüleburgaz, Gebze, Eskişehir, İskenderun, Kayseri, Trabzon, Silifke ve Divriği’de mitingler yapıldı. 1999 1 Mayıs’ında dikkat çeken nokta büyük kentlerin yanı sıra emekçilerin yoğun olarak bulunduğu ilçe merkezlerinde de 1 Mayıs mitinglerinin düzenlenmiş olmasıydı.
2000 yılında Türkiye’de 1 Mayıs’ı kutlamak üzere bir araya gelen Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK 1 Mayıs 2000 için temel sloganı “Küresel saldırıya karşı güç birliği olarak benimsedi. İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır, Mersin, Malatya, Tunceli’de düzenlenen mitinglerde çalışanlar sosyal devletin korunmasını istediler ve iş güvencesi talep ettiler.
2001 – 2003 yılları arasında 1 Mayıslar çoğu defa konfederasyonların ortak mitingleriyle kutlandı.
2004 yılında DİSK, KESK ve devrimciler 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama önerisini yeniden gündeme taşıdı ve tüm tehditlere rağmen Saraçhane’de toplanan işçiler, Taksim’e girilemediyse de coşkulu ve iddialı bir kutlama yaptılar. Türk-İş sendikası ise 1 Mayıs’ı Şişli’de kutladı.
2005 yılında 1 Mayıs kutlamaları, dört konfederasyonun ortak düzenlemesiyle; Taksim, Kazancı Yokuşu’na karanfil bırakılmasıyla başladı. Kadıköy, İskele Meydanı’nda devam eden kutlamalara yaklaşık 100 bin kişi katıldı. Taksim’de izinsiz gösteri yapmak isteyen 3 ayrı gruba polis müdahale etti. 47 kişi gözaltına alındı. Ankara, Gaziantep, İzmir ve Diyarbakır’da kutlamalar yapıldı. Batman’da 7 kişi gözaltına alındı.
2006 yılında İstanbul’da göstericiler, 3 kortej halinde Kadıköy’de buluştu. Kutlamada DİSK, KESK, Türk-İş sendikalarının yanı sıra pek çok siyasi parti ve gruplar yer aldı. Kadıköy’de ki kutlamalarda, Sosyal Sigortalar Yasası, Terörle Mücadele Yasası ve nükleer santral projeleri protesto edildi. Ankara, İzmir ve Kocaeli’nde de 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.
2007 yılında hükümet 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmasına izin verilmeyeceğini açıkladı. Binlerce polis Kazancı yokuşunu çevreledi. Yapılan pazarlıklar sonrasında Valilik, yaklaşık 500 kişilik grubun Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs açıklaması yapmasına izin verdi. Anadolu Ajans, toplam 695 kişinin gözaltına alındığını açıkladı. İstanbul’un çeşitli sokaklarında çatışmalar yaşandı.
2008 yılında İstanbul hükümet, 1 Mayıs günü Taksim’e toplu ulaşımın durdurulacağını, polisin gerekli önlemleri alacağını açıkladı. Polisin ağır müdahalesinden dolayı, sendikalar Taksim Meydanı’na gitmeyeceklerini açıkladı. 1 Mayıs ara sokaklarda çatışmalar gölgesinde kutlandı. Yaklaşık 1.500 kişi gözaltına alındı, yaklaşık 40 kişi yaralandı.
2009 yılında 22 Nisan 2009 günü TBMM Genel Kurulu’nda, 1 Mayıs’ın, “Emek ve Dayanışma Günü” adıyla tatil olmasına ilişkin kanun tasarısı kabul edilmişti. 5 binden fazla kişi, Taksim meydanında 1 Mayıs’ı kutladı. Taksim’de konuşmalar sürerken polisler, civardaki sokaklardan meydana ulaşmak ve kutlamaya katılmak isteyenlere gaz attı, cop kullandı. ÇHD gözaltına alınanların sayısının 400’ü geçtiğini açıkladı.
2010 yılında 32 yıl sonra Taksim Meydanı ilk kez ‘eyleme’ açıldı. Taksim Meydanı’na üç ana yoldan çıkıldı; Gümüşsuyu, Mecidiyeköy-Şişli ve Tarlabaşı Bulvarı. Programdan önce sendikalar 1977’de meydana gelen olaylarda ölenler için Kazancı Yokuşu’na karanfil bıraktı. Büyük bir coşku ve heyecanla 200 binin üzerinde katılımcı ile görkemli bir kutlama yapıldı. Batman’da Cumhuriyet Meydanı, 20 yıl aradan sonra ilk kez 1 Mayıs kutlamalarına açıldı. Ankara’da göstericiler 1 Mayıs’ı Sıhhiye Meydanı’nda kutladı.
2011 yılında Taksim, 1977’den beri ilk defa 1 Mayıs kutlamalarına açıldı. Yurt genelinde coşkulu kutlamalar yaşandı.
2012 yılında 1 Mayıs ülke genelinde bayram havasında geçti.
2013 yılında hükümet, Taksim’de inşaat alanı olduğunu bahane ederek, meydanın 1 Mayıs kutlamalarına kesinlikle kapalı olacağını açıkladı. Bu açıklamaya rağmen kitleler Taksim’e gitmeye çalıştı, pek çok yerde polisle göstericiler arasında çatışmalar yaşandı. ÇHD, en az 26 kişinin gözaltına alındığını; üçü ağır toplam yedi kişinin yaralanarak hastaneye kaldırıldığını açıkladı. Tarlabaşı’nda polisin attığı gaz fişeği kafasına isabet eden 17 yaşındaki Dilan Alp, ağır yaralandı.
2014 yılında 1 Mayıs kutlamalarına hükümetin izin vermeyeceğini açıklaması üstüne Taksim Meydanı’na çıkan tüm yollar polis tarafından kapatıldı. 39 Bin polisin görev yaptığı İstanbul’da OHAL ilan edildi. Şişli’deki DİSK binası önünde toplanıp 1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim’e yürümek isteyen işçilere polis saldırdı. Aralarında gazetecilerin de olduğu onlarca kişi yaralandı, 100’den fazla kişi gözaltına alındı. Polis Beşiktaş’ta ana arterlerde ve ara sokaklarda biber gazı, su ve plastik mermiyle yoğun bir şekilde saldırdı. ÇHD yaptığı basın açıklamasında; 3’ü avukat 266 kişinin gözaltına alındığını ve yaklaşık 50 kişinin yaralandığını bildirdi.
2015 yılında İstanbul Valiliği’nin 1 Mayıs’a izin vermemesi nedeniyle Taksim ve Taksim’e giden tüm yollar polis barikatlarıyla çevrildi. Gün boyunca Taksim’e çıkmak isteyenlere polis her noktada gaz bombaları, TOMA ve plastik mermilerle saldırdı. İstanbul genelinde 18 kişi yaralanırken, 356’dan fazla kişi gözaltına alındı. Polis Beşiktaş çarşıda bir apartmanın camını kırarak içeri girmeye çalıştı. Ankara’da ise son yılların en kitlesel 1 Mayıs gösterisi düzenlendi. Sıhhiye Meydanı’nda bir araya gelen onbinler “AKP’ye oy yok” sloganı attılar. İzmir’de yapılan gösteride Soma pankartı açılırken, Trabzon’da ise HDP bayrakları yakıldı.
2016 yılında 1 Mayıs için Taksim Meydanı yasaklanırken, kutlamalar için Bakırköy Meydanı adres gösterildi. Disk, Kesk, Tmmob ve Ttb’nin katıldığı Bakırköy kutlamalarında, alana girmek isteyen HDP’liler polis saldırısıyla karşılaştı, 1 kişi atılan gaz bombasından etkilendi. 1 Mayıs alanı Taksim’dir diyen devrimci yapılar ise Zincirlikuyu’da buluşarak Mecidiyeköy’e dek kortej halinde yürüdüler. Mecidiyeköy’de polisin saldırısı ile karşılaştılar. Polisin Taksim ablukasına rağmen çeşitli gruplar gün boyu farklı noktalardan meydana girmeye çalıştılar. İstanbul’da 1 Mayıs’ta 231 kişi gözaltına alındı, 5 kişi tutuklandı, 1 kişi ise TOMA’nın altında kalarak hayatını kaybetti. Adana, Antep ve Urfa’da canlı bomba şüphesiyle kutlamalar iptal edilirken İzmir’de gençlerin soyunarak alana girmesi gündem oldu. Ankara ve Diyarbakır’da kitlesel 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.
Haber: isyandan.org
8 Aralık 2022 Perşembe
NİKE'ın büyülü dünyası
Vietnam'daki Nike Ayakkabı Fabrikası, İşçiler İçin Güvenli Değil
Steven Sera / 8
Kasım 1997
Önde gelen bir
muhasebe firması, Nike'ın dünyanın dört bir yanındaki fabrikalarında örnek
çalışma koşulları sağladığına dair böbürlenmesini baltalayarak, ayakkabı
üreticisinin Vietnam'daki fabrikalarından birinde çok sayıda güvensiz koşullar
buldu.
Ernst & Young,
Ocak ayında yalnızca şirketin dahili kullanımı için hazırladığı bir teftiş
raporunda, Ho Chi Minh Şehri yakınlarındaki fabrikada çalışanların, fabrikanın
bazı kısımlarında yerel yasal standartları 177 kez aşan kanserojen maddelere
maruz kaldığını ve 77 kişinin kanserojen maddelere maruz kaldığını yazdı. Çalışanların
yüzdesi solunum problemlerinden muzdaripti.
Rapor ayrıca,
Koreli bir taşeronun sahibi olduğu ve işlettiği şantiyedeki çalışanların,
haftada 10 dolara Vietnam yasalarının izin verdiğinden çok daha fazla, haftada
65 saat çalışmaya zorlandığını söyledi.
Teftiş raporu,
dünyanın en büyük spor ayakkabı şirketinin insan hakları ve işçi gruplarından,
yıldız atletlere milyonlarca dolar harcarken bile işçilere kötü davrandığı
yönünde eleştirilere maruz kaldığı bir dönemde, Nike'ın fabrikalarından birinin
koşullarına alışılmadık derecede ayrıntılı bir bakış sunuyor.
Diğer Amerikalı
üreticilerin de denizaşırı tesislerde sorunları olmasına rağmen, Nike
tartışmada bir paratoner haline geldi çünkü geçen yıl 9.2 milyar dolarlık
satıştan yaklaşık 800 milyon dolar kazandığından beri daha fazlasını
yapabilecek durumda görülüyor.
Hoşnutsuz bir
çalışan tarafından iç raporun bir kopyası verilen Nike'ın çalışma koşullarını
eleştirenler, bunu The New York Times ve diğer birkaç muhabire sunarak şirketin
iddiaları ele almak için dün bir basın toplantısı düzenlemesini istedi.
Nike sözcüsü Vada
Manager, "Çalışanlarımızın çıkarlarını gözettiğimize inanıyoruz," dedi.
"Nike çalışanlarının daha iyi ücretler aldıklarını ve daha iyi koşullar
altında ürün ürettiklerini gösteren, giderek artan sayıda belge var."
O ve diğer Nike
yetkilileri, raporun geçtiğimiz Ocak ayında, fabrikanın açılmasından 17 ay
sonra yayınlanmasından bu yana şirketin çalışma koşullarını iyileştirmek için
bir "eylem planı" yürüttüğünü söyledi. Şirket, fazla mesaiyi keskin
bir şekilde azalttığını, güvenliği ve havalandırmayı iyileştirdiğini ve zehirli
kimyasalların kullanımını azalttığını söyledi.
Şirket ayrıca,
raporun dahili izleme sisteminin tam olarak olması gerektiği gibi çalıştığını
gösterdiğini iddia etti.
Müdür Bey, ''Bu,
izleme sistemimizin çalıştığını gösteriyor'' dedi. ''Bu sorunları herkesten
önce açıkça ortaya çıkardık ve düzeltmek için oldukça hızlı hareket ettik.''
Nike genellikle düşük ücret ve
uzun çalışma saatleri nedeniyle
saldırıya uğrasa da, Ernst & Young raporu, Nike'ı eleştirenler için
nispeten yeni bir cepheyi zorladı: fabrikalarındaki hava kalitesi. Ernst &
Young, bir kanserojen olan Toluenin, kendisi Amerikan toluen standartlarından
yaklaşık dört kat daha katı olan Vietnam düzenlemelerinin izin verdiği miktarın
6 ila 177 katı arasında incelenen fabrikanın farklı bölgelerinde havada
bulunduğunu buldu. Toluene uzun süre maruz kalmanın karaciğere, böbreklere ve
merkezi sinir sistemine zarar verdiği bilinmektedir.
Nike'ın daha yeni
fabrikalarından birinde bu tür koşulların var olması ve Nike'ın kendi
danışmanları tarafından sert bir değerlendirmeye tabi tutulması, devam eden bir
destanın bir başka utanç verici bölümü için yapılmıştı.
Sadece beş ay önce
şirket, geçen baharda Nike'ın emriyle 15 fabrikayı teftiş etmiş olan sivil
haklar savunucusu ve eski Birleşmiş Milletler temsilcisi Andrew Young'dan
alıntı yapan tam sayfa gazete ilanları yayınlamıştı. Üç ülkeyi kapsayan iki
haftalık turunu tamamladıktan sonra, Nike'a işçilerine davranma konusunda
"iyi bir iş" çıkardığını bildirdi, ancak "daha iyisini yapması
gerektiğini" kabul etti. Bay Young, insan hakları tarafından geniş çapta
eleştirildi. grupları ve çalışma gruplarını kendi tercümanlarını almadıkları ve
özensiz teftişler yaptıkları için, bu iddiayı defalarca reddetti.
Pek çok Amerikalı
hazır giyim üreticisi gibi Nike de Asya'da 450.000'den fazla işçi
çalıştıran 150 kadar fabrikayla birçok taşeron kullanıyor. Ve birçokları gibi,
bu aldatıcı ilişki, genellikle dünyanın o bölgesindeki fabrikalara Amerikan
tarzı iş uygulamalarını empoze etmenin zorluğunun bir nedeni olarak sunulur.
Ernst & Young
tarafından denetlenen Tae Kwang Vina fabrikası, Nike'ın daha büyük
tesislerinden biridir. Eskiden Saygon olan Ho Chi Minh şehrinin yaklaşık 40 km
kuzeydoğusundaki Bien Hoa Şehrinde 9.200 çalışanı var ve her ay 400.000 çift
spor ayakkabısı üretiyor.
Ernst & Young
raporu, çoğu 25 yaşın altında olan binlerce genç kadının, günde 10 1/2 saat,
haftada altı gün, aşırı sıcak, gürültü ve kirli havada, günde 10 dolardan biraz
fazla ücretle çalıştırıldığına dair kasvetli bir tablo çizdi. Raporda ayrıca
cilt veya solunum sorunu olan işçilerin kimyasalların bulunmadığı bölümlere
nakledilmediği ve tehlikeli kimyasallarla uğraşan işçilerin yarısından
fazlasının koruyucu maske veya eldiven takmadığı da tespit edildi.
Sade, duygusuz bir
dille rapor, sorun üstüne sorun ayrıntılarıyla anlatıyordu.
Raporda, "Karıştırma
odasındaki toz standardı 11 kez aştı" denildi. Ayrıca,
''Çalışanların dikkatsizliğinden kaynaklanan yüksek oranda iş kazası var'' diye
ekledi.
Raporda daha sonra
iki soruna daha işaret edildi: ''Çalışanların kimyasalların zararlı etkilerini
yeterince anlayamaması'' ve ''Artan çalışan sayısı'' sağlık sorunları ile
kimyasallarla çalışmaya devam ediyor.
Raporda ayrıca, kimyasal
madde kullanan çeşitli departmanlarda "çalışanların yarısından
fazlasının" "kimyasal toz ve duman konsantrasyonunun standardı aştığı
çok tehlikeli yerlerde bile koruyucu ekipman (maske ve eldiven)
kullanmadığı" belirtildi.
San Francisco
merkezli, denizaşırı ülkelerdeki Amerikan fabrikalarındaki koşulları sıklıkla
eleştiren, kar amacı gütmeyen bir grup olan Ulusötesi Kaynak ve Eylem Merkezi
raporu kullanıma sundu. Merkez, raporu, görevi Vietnam'daki fabrikaları teftiş
etmek olan ve hoşnutsuz bir Nike çalışanı tarafından kendisine raporun bir
kopyası verilen Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü çevre danışmanı Dara
O'Rourke'den aldı.
Aynı zamanda
Ulusötesi Merkez'de araştırma görevlisi olan Bay O'Rourke, Nike'a işçilerine
daha iyi davranması için baskı yapmak istediği ve Ernst & Young'ın teftiş
raporunun Nike'ı rahat bıraktığına ikna olduğu için raporu kamuoyuna
açıkladığını söyledi. . Bay O'Rourke, fabrikadaki ücretlerin Vietnam'da ziyaret
ettiği 50 fabrika arasında en düşük olduğunu ve çalışma koşullarının
ortalamanın oldukça altında olduğunu söyledi.
Nike'ın
Vietnam'daki işçi uygulamaları müdürü Tien Nguyen dün düzenlediği basın
toplantısında, Ernst & Young'ın 10 ay önce gizli raporunu verir vermez
şirketin çalışma koşullarını iyileştirmek için çok sayıda adım attığını
söyledi.
Bay Nguyen, haftada
çalışılan saat sayısının 65'ten 45'e düşürüldüğünü ve çok daha fazla fanın
kurulduğunu söyledi. Ancak şirketin kimyasal seviyelerin artık yasal
standartları karşılayacak kadar düşük olup olmadığını belirlemek için hiçbir
ölçüm yapmadığını da kabul etti.
Nike'ın çalışma
ilişkileri direktörü Dusty Kidd, iyileştirmelerle birlikte "Amerika
Birleşik Devletleri'ndeki ayakkabı fabrikalarından belirgin şekilde daha
iyi" dedi. ''Vietnam'daki ayakkabı fabrikaları dünyanın en modern
fabrikaları arasında. Oradaki fabrikalar mükemmel fabrikalar ama daha iyiye
gidebilecekleri çok şey var.''
Ancak Birleşmiş
Milletler görevlerinin bir parçası olarak Nike fabrikasını üç kez ziyaret eden
Bay O'Rourke, geçen ay Vietnam'ı ziyaret ettiğinde birkaç işçinin fabrikanın
Ocak ayından pek de iyi olmadığını söylediğini söyledi. Birçok işçinin hala
koruyucu giysiler giymediğini, maaşın düşük kaldığını ve yöneticilerin hala
işçilere bağırdığını veya başka bir şekilde taciz ettiğini söyledi.Ziyaretlerini
Haziran ayında yapan Bay Young, bu fabrikayı incelemedi. Ve bitkilerin
"temiz, düzenli, yeterince havalandırılmış ve iyi aydınlatılmış"
olduğunu ilan eden raporunda, Ernst & Young raporuyla çok az ortak bulgu
vardı.Geziden önce Ernst & Young çalışmasından haberdar mıydı? Bay Young ile
Nike fabrikalarını gezen Doug Gatlin, öyle olduklarını söyledi. Yine de
yaptıkları işi savunan Bay Gatlin, "Gitmeden önce yaptıkları tüm raporları
görmedik veya okumadık" dedi. Bay Young, seyahat ettiği için yorum için
ulaşılamadı.Ernst & Young raporunun Nike'ın uygulamalarına ışık tuttuğu
kadarıyla, bazıları onda da kusur buldu. Örneğin Bay Rourke, çoğu çalışanın
ücretlerden ve çalışma koşullarından memnun olduğu sonucunu eleştirdi. Bay
O'Rourke, Ernst & Young'ın görüştüğü işçilerin dürüstçe konuşmaktan
korktuklarını söyledi. Bay O'Rourke, röportajlarının çok fazla hoşnutsuzluk
bulduğunu söyledi.Denetimin ayrıca Ernst & Young'ı kazalardan kurtardığını,
çünkü "çalışanların dikkatsizliğinin" birçok yaralanmaya neden olduğu
sonucuna vardığını söyledi. Ciddi bir sağlık ve güvenlik araştırmasının
"sadece kurbanı suçlamak yerine" eğitim eksikliği gibi kazaların
altında yatan nedenleri analiz edeceğini söyledi.
Bay O'Rourke, Ernst
& Young raporunun fabrikaları teftiş etmek için insan hakları grupları gibi
ticari olmayan monitörler kullanmanın faydalarını gösterecek kadar çok
yetersizlik içerdiğini söyledi.
Samatya'da yetenekli Kundura Tamircisi Takvor Usta
https://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/ugur-dundar/bu-bir-eski-bayramlar-ne-kadar-guzeldi-yazisi-degildir-887410/
7 Eylül 2022 Çarşamba
Birleşik İşçi Kurultayı üzerine saptama ve düşünceler
Kaldıraç dergisinin
düzenlediği iki günlük Birleşik İşçi Kurultayı buluşmasında farklı düşüncelere
sahip, farklı yaşlardan ve iş kollarından işçiler ya da işçi sınıfı
mücadelesine ilgi duyan emekçiler davete uyarak katılım gösterdi.
İşçi sınıfının nihai kurtuluşu
mücadelesine inanan bizlerde bu buluşmaya aktif olarak katılıp deneyim ve
düşüncelerimizi orada ifade etme olanağı bulduk.
Sınıf mücadelesi
yürütenler adına heyecan verici, ufuk açıcı tartışmalara hem dinleyici hem de
düşüncelerimizi ileterek aktif katılım gösterdik.
İlk günün programı iki
panel olarak planlanmıştı.
İşçi sınıfının durumu başlıklı ilk panel bir arkadaşın genel çerçeveyi
çizdiği sunumla başladı. Farklı deneyimlere sahip işçilerin katkı, eleştiri ve
önerileriyle zenginleşen, daha dinamik bir yapı kazanan çok kapsamlı konu
başlığı, büyük bir heyecan ve katılımla uzun saatler sürdü.
Birkaç saatte
değerlendirilemeyeceğini hepimizin tahmin edebildiği bu iddialı ve
kapsamlı başlığın can yakıcı noktaları, çok derinlemesine analizler yapmaya imkân
vermeyen bir biçimde, yüzeyselde olsa saptanmış oldu.
Yakın zamanda yaşanan işçi
eylemlilikleri, fiili grevler, iş bırakmalar, işyeri işgalleri, sermaye
saldırılarılarına karşı gelişen direnişlerin, kazanım ve kayıpların, kısa da
olsa öneminin vurgulanması ve belirginleştirilmesi çerçeve içine alınarak öne
çıkarılmış oldu.
Dinamik bir şekilde süren,
neredeyse bütün arkadaşların katılım gösterdiği interaktif tartışmalar zihinsel
süreçlerimizde şekillenen, yer tutan, parça parça düşüncelerin kendiliğindenliğin
akışı içerisinde ortak bir mecraya akarak bir zenginlik oluşturmasıyla
sonuçlandı.
Katılan her öncü işçinin
düşünsel ve pratik süreçlerinde ufuk açabilecek, sıçrama yaratacak bir deneyim
zenginliğinin, somut bir mücadele silahına dönüştürülebilmesi için,
işlenmesi ve kullanışlı hale getirilmesi gerektiği ortaya çıkmış oldu.
Bütün konu başlıklarında
tümüyle ortaklaşılan sonuçlar ortaya çıkmasa da, nerelerde yoğunlaşılması ve
nasıl bir perspektife sahip olmamız gerektiği konusunda Marksizmin temel tarihsel
referanslarına bağlı kalarak daha fazla sabır, emek ve zaman harcamamızın
ertelenemez bir sorumluluk olduğu konuşmaların içerisinde dile getirildi.
İnşaat, Madencilik ve
Enerji iş kollarında, Soma Maden iş, Dev Yapı iş, Enerji Sen örgütlenmesinde
aktif görev almış deneyimli iki arkadaşımızın, iki ayrı panelde yaptığı
sunumlarda ortaya koydukları örnekler, mücadelenin kafamızda daha somut bir
yerlere oturması ve somut örgütlenme deneyimlerden çıkarılacak dersler ışığında
pratik sorunların çözümünde katkı sunacak biçimde aktarıldı.
Sade, anlaşılır, besleyici
aktarımlar İşçi sınıfı mücadelesinin ekonomizm, sendikalizm vb. akımların
uzağında Marks ve Engels’in kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosunda temellendirildiği
haliyle iktidar mücadelesine bağlanması gerektiği konusunda yaptıkları
vurgular, tartışılan konu başlıklarının yerli yerine oturması açısından çok
önemli oldu.
Bütün oturumlarda,
üzerinde durulan önemli tartışma başlıklardan biri sendikaların durumu oldu.
Sendikalardaki yapısal, tarihsel dönüşümü nasıl okumak gerektiği ve sendikaların sınıfın önünde bir engele dönüştüğü günümüzde sınıf devrimcilerinin nasıl bir tutum alması gerektiği üzerine çeşitli düşünce ve öneriler ortaya konuldu. Kafalarımızda belli net sonuçlara ulaşacak düzeyde tartışmayı derinleştirme imkanımızın olmayışı tartışmanın ve bu kuşatmadan pratik bir çıkış arayışının süreceğinin yaşamsal olduğunu gösterdi.
Genel eğilim, tohumları 80
askeri darbesi sonrası dönemde atılan egemen bürokratik, mafyatik yapının ve
sermaye devletinin burjuva sol düzen partileri vb. çeşitli araçlarıyla sınıfın
içine sızarak düzen içinde kontrol altında tutmaya çalışan, bloke eden, tutumuna dönük
saptamalar tartışmaların özellikle sendikalar üzerine yoğunlaşmasına neden
oldu.
Sendikaların örgütsel
sayısal gücüyle, sınıfın görece daha yüksek ücret alan, çok küçük ayrıcalıklı
bir kesimini temsil gücüne sahip olmasına rağmen, sınıfın bütününü ideolojik ve
politik olarak kontrol altında tutma görevini yüklenmiş olmasının sonuçları
uzun süre tartışıldı.
Proleter devrimin nesnel
olarak olgunlaştığı, derinleşen ekonomik, siyasi ve insani kriz koşullarında
çelişkilerin bu derece keskinleştiği bir coğrafyada, ipuçlarını görünür kılan,
olası kendiliğinden toplumsal patlama ve ayaklanmalara engel olmak için devlet ve düzen
partisi CHP'nin ve diğer muhalif, sahte Sol'ları aktif rol almaya zorlayan ve safları ayrıştıran bir
sürecin içine girildiğinin net olarak görünmeye başladığı saptandı.
BİK nedir ne yapmak
istiyor başlığında yapılan sunumda sendikalara sınıf bilinçli işçilerin
devrimcilerin müdahalesiyle işçi sınıfından yana mücadele örgütlerine
dönüştürülmesi ve işyeri örgütlenmeleri üzerine duruldu.
DİSK ve Türk İş içerisinde
hala sınıf mücadelesinde ısrar eden çeşitli işkolu sendikalarının var olduğu,
sermayeye hizmet eden diğer işkollarında örgütlü sendikalarda bu mafyatik
yapıların örgütlü bir mücadeleyle yıkılabileceği düşüncesi ağır bastı. BİK
olarak sendikalarda çalışmanın önemli olduğu vurgusu yapıldı.
İşçi sınıfını örgütlemenin
tek bir araca bağlı kalmaksızın kesintisizce sürdürülmesi, işyeri ve işçi
komiteleri gibi sınıfın öz gücüne dayalı örgütlenmelerin her koşulda asıl
güvence olduğu güçlü biçimde vurgulandı.
İşyerlerinden,
Fabrikalardan farklı deneyim aktarımlarının yapıldığı bölümlerde işçi sınıfının
gelişen teknolojik yenilikler, taşeronlaştırma, pandemi süreci vb. etkenlere
bağlı olarak değişen parçalı dinamik yapısının klasik işçi sınıfı tanımına uymayan, evde çalışma, esnaf kurye vb. gibi ortaya çıkan yeni
modellerin anlaşılması ve çeşitli işkollarının kendi özgün koşullarından kaynaklanan yapısının örgütlenmede yarattığı engellerin nasıl aşılabileceği ve
pratik deneylerle nasıl aşılabildiği yönündeki aktarımlar çok besleyici
oldu.
Çok üzerinde durulmayan
önemli başlıklarda vardı.
SINIFIN EN DEVRİMCİ EN DİNAMİK KESİMİ:
SENDİKASIZ, SİGORTASIZ,
GÜVENCESİZ, YARI ZAMANLI, BELİRLİ SÜRELİ ÇALIŞAN, İŞSİZ, İŞÇİLER
Klasik sendikaların
örgütleyemeyeceği ve örgütlemek istemediği sendikasız, sigortasız, güvencesiz,
geçici süreli çalışan, işsiz işçilerin, sınıfın potansiyel olarak en devrimci, en dinamik
kesimini oluşturan çok geniş bir alanı ve sayısal çoğunluğu
oluşturmasına rağmen bu alanlarda sınıfın bu kesimini örgütleyeceğimiz,
fiili, işlevsel araçların henüz tam olarak oluşmadığı ve her koşula uyan bir model öneremediğimiz, BAĞIMSIZ MADEN İŞ, DGD SEN, KATAŞ SEN, vb. çıkışların, belli arayışların, girişimlerin, denendiği saptaması üzerinde
konuşuldu.
Bu alana ilişkin örgütlülüğün geliştirilmesinin gerekliliği, sahipsiz kendi haline bırakılamayacağı, Ayakkabı işçilerinin geçmiş yıllarda, ücret artışı, sosyal güvence ve insanca çalışma koşulları talepleri üzerinden başlayan ve kısa sürede birçok şehirde bir alev topuna dönüşen eylemleri bu alanın önemini hatırlatması açısından değerliydi. Sadece Dernekler ya da doğal işçi önderlerinin yönlendirdiği, sözcülüğünü üstlendiği, birikim sonucu açığa çıkan, kendiliğinden anlık patlamaların sonuç almada yeterince başarılı olamadığı bu alanların sınıf bilinçli devrimci işçilerin örgütlü müdahalesiyle kalıcı kazanımlar elde edeceği üzerine düşünceler paylaşıldı.
Üretimin alt taşeronlara
bölünmesi, işin parçalanması, evde çalışma, mülteci ve göçmen işçilerin yaygın
olarak üretime dahil olması vb. nedenlerle güvencesizliğin giderek arttığı
ücretlerin düştüğü, kölece çalıştırmanın yaygınlık kazandığı bu alanlarda, işçi
sınıfının bu devrimci öfkeli kesimlerini örgütleyecek araçların yaratılması
üzerine düşünmek, ortaya çıkan örnekleri değerlendirmek ve tıkanma noktalarının
aşılması üzerine hep birlikte kafa yormak gerektiği yakıcı bir
saptama olarak önümüzde duran önemli bir başlık oldu.
Üzerinde önemle durulması ve sağlam bir bakış açısı oluşturmamız gereken ve sermayenin bütün kliklerinin kitlelerin duygularını okşamak, şovenizmi kışkırtmak ve kendi taraflarına çekmek amaçlı kullandığı sınıfın en alttakileri olan Göçmen ve Mülteci İşçiler önemli bir başlık olarak konuşulmayı hak eden bir konu olmasına rağmen hiç değinilmedi. Bu hepimizin eksikliğidir. Burjuva kliklerin, Irkçı şoven kışkırtmaların konusu olmaktan çıkarıp sınıf temelli bir bakışı güçlü bir şekilde sınıfın gündemine taşımamız ve sınıfın bir parçası olarak gördüğümüz bu kesimleri sınıf kavgasına kazanmamız üzerine mutlaka bir başlık açmak ve konuşmak gerekiyor.
İŞÇİ SINIFININ YENİ BÖLÜKLERİ. ÜNİVERSİTE EĞİTİMLİ İŞÇİLER!
Sosyalizmin bir tehdit olmaktan çıktığı SSCB deki sosyalizm deneyinin çözülmesiyle birlikte Kapitalist ülkelerde sosyal devlet anlayışının hızla terk edilmesi ve başta Eğitim, Sağlık gibi alanların Kapitalistlerin kar alanlarına dahil edilmesiyle birlikte Devlet güvencesi altında çalışan devlet memuru olarak tanımlanan kesimlerin sınıfsal konumu daha net tarif edilir hale gelmeye başlamış oldu. İşçi sınıfından farklı olarak görülen memurlar İşçi sınıfına yakınlaşarak Kamu çalışanı kavramı kullanılmaya başlandı. KESK in kurulmasıyla birlikte örgütlü bir kimlik kazanılmış oldu. Devlete ait bütün kurumlarda Kamu çalışanları örgütlendi işçi sınıfının içinde bir konuma sahip oldukları tescillenmiş oldu.
Devlet okulunda kamusal hizmet veren, devletin yasal koruması altında çalışan öğretmen, doktor kamusal alanın özelleştirilmesiyle özel okul veya Hastane sahibinin ücretini belirlediği bir işçiye dönüşmüştür. Özelleştirme uygulaması burjuvazinin ortak mülkiyeti olan kamusal alanın (KİT lerin) yeterli birikime ulaşmış sermayelerin tekeline geçmesine yol açmıştı
Bu uygulamalar sonucu güvenceleri parça parça elinden alınan ve piyasanın kurallarına göre çalışmak zorunda bırakılan bütün kesimler işçi sınıfının ortalama ücret uygulaması alanına dahil edilmiş oldu. Ücretlerin düşürülmesi, asgari ücretin ortalama ücret olarak tüm işçi sınıfına dayatılması, sermayenin daha fazla kar için devreye sokulmuş bir uygulaması olarak gündeme geldi. Kapitalist devletin kamusal hizmet alanları sermayenin egemenliğine geçti. Her gün açılan Özel Hastane ve Okullarda binlerce Doktor ve Öğretmenin işçileşmesini hızlandırdı ücretli işçiler haline geitirdi. Hukuk alanının sermayeye açılmasıyla aynı süreç Sermaye sahibi avukatların yanında çalıştırdığı binlerce avukatın hukuk fabrikaları'nın işçi avukatları olmasına yol açtı. Sermayenin artık her alanda söz sahibi olduğu, kamusal alanın sermayeye devredildiği bir dönem başlamış oldu. Üniversite mezunlarının ayrıcalıklarının hızla budanarak İşçileşmesinin birçok sektörde yaygınlaştığı ve eğitimli işçilerin katılımıyla sınıfın genişlediğini ve bilgi bilinç düzeyinin yükseldiğini görmek zorundayız. Artık İşçi Doktorlar, İşçi Öğretmenler, İşçi Mühendisler, İşçi Avukatlar ve diğerleri hızla sınıfa dahil olacaklardır. Bilgi işçileri işçi sınıfının önemli bir parçasıdır.
Sermayenin yeterince güçlü olmadığı dönemlerde Kapitalistlerin ortak mülkiyetindeki devletin yaptığı KİT diye anılan fabrika ve işletmeler artık güçlenen sermaye devredilmiştir. Devletin çalışanları da artık birçok alanda sermayenin ücretli işçilerine dönüşmektedir.
Emperyalist Kapitalist
sistemin doğası gereği toplumun farklı kesimlerini eski sınıfsal konumlarından
kopararak ücretli işçilere dönüştürme eğilimi işliyor. Geçmişte kendilerini küçük burjuva olarak gören, belli ayrıcalıkları olan, bağımsız çalışan, daha yüksek ücret alan,
aldığı üniversite eğitimi nedeniyle kendisinin işçi sınıfının üstünde bir konumda gören
bu kesimin, hızla işçi sınıfına doğru itildiği, sınıfa öfke, bilgi ve enerjisini taşıyacağı yeni bir dönemi işaret ediyor. Sermaye sahibi bir patronun belirlediği ücret karşılığı çalışmak
zorunda kalan, işçi sınıfının bu eğitimli işçileri, yeni sınıfsal
konumlarına direnç göstererek henüz tam bir uyum sağlayamamış olsalar bile
belirli bir zaman sonra yeni kimliklerine uygun bir pozisyon almaları
kaçınılmaz olacaktır.
İşçi sınıfının muazzam
ölçüde büyüyen, genişleyen yapısı nedeniyle hızla işçi sınıfına katılan,
ideolojik olarak kendilerini küçük burjuva, orta sınıf gibi işçi sınıfının
dışında tanımlayan, bağımsız çalışan, daha yüksek ücret alan ayrıcalıklı
kesimleri Avukat, Doktor, Mühendis, Öğretmen vb. kesimlerin hızla işçileşerek, işçi
sınıfına dahil olması, sınıfın dinamik değişken yapısını değerlendirirken
dikkate almamız gereken bir başka önemli kesimi oluşturuyor. Bütün
güvencelerinden arındırılmış, ayrıcalıkları elinden alınmış, yaşam ve konfor
düzeyi aşağıya çekilmiş, sınıfsal kimlik tarifi noktasında ciddi bir ideolojik
sarsıntı yaşayan bu kesimlerin işçi sınıfının yapısını olumlu anlamda
etkileyebilecek özelliklere sahip olduğunu saptamak gerekiyor.
Mesleki unvanlarının başına işçi kavramı eklenen, Üniversite eğitimi almış bu kesimler, İşçi sınıfının bilgi ve eğitim düzeyini yükselterek örgütlenme ve harekete geçme kabiliyetini artırması noktasında daha yetenekli hale getiriyor.
Bu kesimlerin sınıf kimliğini
benimsemeleri zaman alacak olsa da bir süre sonra bu alanda biriken işgücünün
artmasıyla değersizleşen emekle eşdeğer, sömürünün artmasıyla beraber bir
örgütlenme ihtiyacının ortaya çıkacağı açıktır. İşçi sınıfına yeni katılan bu
eğitimli işçilerin sınıf içinde nasıl bir etki yaratacağı dikkatle
değerlendirilmesi gereken önemli bir başka başlık olarak üzerinde düşünülmeyi
sonuçlar çıkarılmayı bekleyen dikkatlerimizi yöneltmemiz gereken bir başka
alandır.
İki gün boyunca saatler
süren aktarım ve tartışmalar sınıf mücadelesinin önemini, yakıcılığını ve
önümüzdeki tarihsel görevlerin, muazzam ölçüde büyüyen, genişleyen ve gençleşen
işçi sınıfının örgütlenmesi ve tarihsel rolünün oynaması için sorumluluğumuzun
giderek arttığını gösteriyor.
Bir başka güncel ve önemli bir
başlık seçimlerdi. Bu konuda sorulan sorular böyle bir başlık olmaması nedeniyle
yanıtlanamadı. Seçimlerde devrimcilerin işçi sınıfına çağrısı ne olmalı başlığı
tartışılamadı.
Kürtlerin işçileşmesi, işçilerin Kürtleşmesinin, sınıfa kattığı devrimci dinamizm, ortaya çıkardığı pratik ve fiili mücadele örnek ve deneyimlerinde görünür olmaları konuşulmadı.
Sınıfın içinde ötekinin
ötekisi konumunda olan Mülteci ve göçmen işçilerin sınıfın bir parçası
olarak örgütlenmesi, tüm kesimlere dair daha özele inen ve sınıfa ulaşma
ve örgütlenme çabamızın daha kapsamlı ve derinlere nüfuz etmesi için ne yapmalı
sorusu hiç gündeme gelmedi ve üzerine konuşulmadı.
İşçi sınıfı mücadelesi alt
başlıklarda tanımlanmış alanlara dair derinleştirilmiş net sonuç ve saptamalara
ulaştığımız uzun soluklu bir çabayı gerekli kılıyor. Bu iki gün belki de bundan
sonrasında nerelere eğilmek gerektiğine dair ipuçlarını ortaya çıkarması
açısından önemliydi.
Öncü işçilerin
siyasallaşması ve sürekli eğitimi, örgütlenmenin işyeri ve sektörel bazda özgün
yöntem ve modellerin oluşturulmasıyla mümkün olabileceği saptamaları farklı
işkolları ve çalışma biçimlerinin bizzat o işkollarındaki işçi arkadaşların
verileri ışığında değerlendirilerek mücadele perspektifi oluşturulması ayrıca üzerinde
durulması gereken bir alan olarak öne çıktı.
İki güne sığmamış olsa da
değinilmeyen birçok konu başlığının yapılacak çalışmalarla konuşulması yönünde
irade beyanı ortaya çıktı. Sorumlu arkadaşların belli bir program dahilinde
çalışmaları planlaması ve çağrı yapması istendi ve kabul gördü.
YA BARBARLIK YA
SOSYALİZM!
15 Ocak 1919’da Alman
Komünist Hareketi’nin öncü isimlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht,
FeeCorps. birlikleri tarafından katledildiler. Rosa’nın Ya Barbarlık Ya
sosyalizm kehaneti onların öldürülmelerinden bugüne gerçekliğini yüzümüze
vurmaya devam ediyor.
İşçi sınıfı devrimcileri
geçmişin derslerini özümseyip mücadeleyi büyüterek bir silaha dönüştürüp
namlusunu Emperyalist Kapitalist barbarlara çevirebilir.
İşçi sınıfının nihai kurtuluş
mücadelesi, ancak tarihsel referanslardan beslenen, bütünsel, tutarlı bir
zeminde kurulabilir. Bu zemin ortak bir çabayla her gün yıkıp yeniden yaparak
inşa edilebilir. Devrimci sınıf çalışması, krizin derinleşip yıkıcı ve
kıyıcılaştığı tarihsel koşullarda reformist sınıf uzlaşmacı tutumlarla
hesaplaşarak kendi mücadele hattını kalın çizgilerle ayırmalıdır.
Sınıf ve siyaset ilişkisi konuşulamayan bir diğer önemli başlıktı.
İnsanlık dışı koşullarda
çalıştırılmaya zorlanan, hiçleştirilen, onuru çiğnenen ve doğasına aykırı bir
sürecin etkin olmayan parçası olma duygusunu yaşayan, sınıf kimliği tahrip
edilmiş veya henüz oluşmamış yeni kuşak genç eğitimli işçilerin üniversite
sonrası yıkılan hayallerinin yarattığı öfke, geleceğin yıkıcı isyanına
birikiyor. Sayısı giderek artan işsiz işçilerin, düşük ücretli, yaşamını
sürdürebilecek gelire sahip olmayan, tüketim hakları elinden alınmış
milyonların atık insana dönüştürülerek gündelik yaşamın dışına itilmesi, derin
bir sessizliğin içinde patlamaya ayarlı bir saatli bomba gibi hızla, kurulduğu
saate koşuyor.
Çocukların, gençlerin ev
kadınlarının tarihte hiç görülmediği kadar politikleştiği bu koşullar
Kapitalist düzen için tehlike çanlarının çoktan çalmaya başladığını haber
veriyor.
Çok katmanlı bir yapıya
sahip bu öfke, kadın cinayetlerinden, LGBTİ+ lara, Kürt halkına, Zindanlardaki
devrimci tutsaklara, tekçi erkek egemen Sünni devlet yapısının dışında kalan
bütün ötekileri içine alarak çürüyen varlığını ayakta tutmaya çalışıyor.
Derinliği, kapsamı ve
şiddeti her geçen gün genişleyen bu toplumsal çürümenin her an gözümüze sokulan
sonuçlarıyla sermaye düzeni için rıza üretmenin neredeyse imkânsız hale
geldiği, baskı ve şiddetin yaygın, sistematik ve meşru kalıcı hale getirildiği,
tepki ve dışa vurumların bastırılarak, bu susturulmanın içten içe yoğunluğunu
ve basıncını artırdığı çaresizlik hali isyan duygusunu canlı tutuyor ve yıkıcılığını
daha geniş kesimlere ve alanlara yayıyor.
İşçi sınıfı ve çıkarı işçi
sınıfından yana olan öfkeli milyonlar gözlerini ve kulaklarını açmış
kendilerine ulaşacak doğru bir seslenişe, güven veren bir örgütlülüğün
çağrısına ihtiyaç duyuyor. Bugünkü mevcut güçlerle bu öfkeli yığınlara güven
verebilmemiz mümkün görünmüyor.
Sınıf mücadelesini bu
politik ve ideolojik değerlendirmeler temelinde doğru bir zemine oturtmadan
gündelik ekonomik kazanımlar için enerjimizi tüketen, apolitizmden beslenen
tutumlar, düzeni beslemenin dışında sınıfı âtıl hale getirerek öfkesini
söndürmeye hizmet edecektir.
BİK’in iki günlük
yoğunlaştırılmış kampı bize, hep birlikte ve bu bileşimin dışındaki sınıf
mücadelesini ve proleter devrimi dert edinen bütün kesimlerle ortaklaştırılarak
güçlendirilen bir çalışmanın zemininin oluşturulması üzerinde düşünmeye, irade
koymaya ve adım atmaya zorluyor.
İşçi sınıfının
siyasallaşması, kendisi için sınıf haline gelmesi, sürekliliği içinde büyüyen,
güçlenen ve sınıf mücadelesinde ağırlığını giderek daha fazla hissettiren bir
konum edinmesi bizim bilinçli, örgütlü, iradi siyasal mücadelemizin eseri
olabilir.
Kendiliğindenliğe
kapılmadan, siyasal hedefleri netleşmiş, devrimci bir kadro olma vasfına
kavuşan örgütlü öncü işçiler sınıfa yön verebilir. Siyasallaşmış işçilerden
oluşan bir örgütsel yapı devrimci dinamizmini bütün topluma yayabilir. Çıkarı
işçi sınıfından yana olan bütün kesimleri kendi iktidar yürüyüşüne katabilir.
Bütün mücadele alanları İşçi sınıfının bütünsel, tarihsel, sınıfsal
çıkarlarına, iktidar perspektifine dayanan bir mücadeleye tabi olmak
zorundadır. Devlet yapısı ne kadar merkezi bir gücü temsil ediyorsa
proletaryanın da o kadar merkezi bir kurmay güce ihtiyacı vardır. Ancak bu
siyasal kurmay merkezi güç onu iktidara taşıyabilir. Bu da yukarıdan aşağıya
örgütlenmiş İşçi sınıfının Devrimci Partisidir. Kendiliğindenliğin bizi
götüreceği yer burjuva düzenin onarılmasına hizmet etmek olacaktır.
TASFİYECİLİK; BURJUVA
DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞLARIN DEVRİMCİ HAREKETE SIZMASIDIR.
Tasfiyeciliğin yaygınlık
kazandığı derinleştiği ve bütün sosyalist devrimci yapılara sızarak etkilediği
günümüz gericilik koşullarında, kendimize karşı daha sert eleştiriler
yöneltebilmeli, düzenden kopuşu zorlamalı, konfor alanlarını hızla terk etmeli
ve amaç disiplini temelinde bir kadrolaşmayı hayata geçirmeliyiz. İktidar
perspektifinin yitirmiş, devrim fikrini rafa kaldırmış yapıların kültürel
faaliyete dönüşmüş pratikleri yeni bir tasfiyecilik örneğidir. Devrimcilik bir
boş zaman uğraşı değildir. Devrimi yaşamın merkezine koymak ve gerekleri için
örgütlü, planlı bir çaba içinde olmaktır. Sınıfla ilişkimiz ancak bu
perspektifle bir anlam kazanabilir.
İşçi sınıfı mücadelesi
içinde örnek oluşturacak sayısız işçi önderi tarihte layık oldukları yeri
almıştır. Bu önderlerin pratiği yol göstericidir. Oluşturacağımız formasyonun
temelleri ancak bu pratiklerden çıkardığımız derslerle inşa edilebilir.
Bireycilik, sorumsuzluk, tembellik, erteleme ve rahat düşkünlüğü yani konfor sınıf
mücadelesinin ve devrimci faaliyetin düşmanıdır.
Bir diğer önemli nokta
mücadeleyi dağıtma ve odaklanamama sorunudur. Hedefi net, görevleri
öncelikleriyle belirlenmiş, gücünü dağıtmadan, önemli bulduğu yaşamsal
noktalara vuran ve sonuç alan, kazanımlarıyla özgüveni tazelenen ve sınıfa
güven veren bir örgütlü çalışma bizi daha ileri bir noktaya taşıyabilir.
Devrimci bir sınıf
çalışması çok yoğun emek gerektiren, zorlu, yorucu, sabır isteyen bir
çalışmadır. Ve mücadele fabrikalarda, sanayi sitelerinde, işçi mahallelerinde,
işçilerin olduğu her yerde süreklilik içinde yürütülür. Yani hiç konforlu bir
alan değildir. Bu nedenle uzun zamandır sınıftan kaçışın teorileri yaygınlık
kazanmış ve burjuva demokrasisi proletarya devriminin yerine
ikame edilmiştir. Sınıf dışı söylemlerle siyaset yürüten bu oportünist,
reformist, konfor düşkünü solcuları sınıf devrimcilerinden ayırmak ve teşhir
etmek ideolojik bir birikimi pratik müdahaleyi zorunlu kılmaktadır.
İŞÇİ SINIFININ KURTULUŞU KENDİ ESERİ OLACAKTIR!
Birinci Enternasyonal tüzüğünün dibacesi, olarak kabul gören, neredeyse 150 yıldır Marksizm'i kılavuz, edinen komünistlerin tereddütsüz tekrarladığı bu sözler, işçi sınıfının sadece kendini değil bütün sınıflı toplum tarihine son vererek bütün sınıfların ortadan kaldırılacağı bir süreci ifade eder.
Burada kast edilen elbette sınıfın öncü partisi etrafında kenetlenmiş bilinçli, örgütlü ve siyasallaşmış bir işçi sınıfının iradesidir. Ekim devriminin öğrettiği gibi sınıf mücadelesinin sürekliliğini sağlayacak tek güç yine işçi sınıfının öncüleri komünistler ve sınıfa yön veren devrimci işçilerdir.
Güçlü bir devrimciler
örgütü tarafından yönetilmediği sürece proletaryanın
kendiliğinden mücadelesinin hiçbir zaman onun gerçek sınıf mücadelesi
haline gelemeyeceği unutulmamalıdır
Bu yüzden bu çalışma o
alanlarda bizzat muhatapları tarafından verilen mücadeleyle kazanıma
dönüşebilir. Ancak sınıfın öncülerini kazanmak ve eğitmek dışarıdan verilen
siyasal bilinçle olur.
Özgürlüğe, insanca
yaşamaya susamış milyonlarca işçinin içinde, muazzam yeteneklere sahip, zeki,
çalışkan, insani niteliği yüksek, güvenilir, öfkeli işçiler, siyasallaşmış
sınıf devrimcileri tarafından kazanılmayı bekliyor.
İşçi sınıfı mücadelesini
tarihsel bağlamından koparmadan ve bütünsel bir bakışla ele alarak meseleye
yaklaşmalıyız.
İşçi sınıfını iktidara
taşıyacak örgüt, mücadele içinde sınanmış, küçük burjuva alışkanlıklardan
arınmış ve kendini işçi sınıfı davasına adamış, ideolojik formasyonu sağlam,
konfor alanlarını terk edebilen, devrime inanmış kadrolardan oluşabilir.
Bunun dışındaki bütün uğraşlar ancak düzenle barışık bir kültürel faaliyet
olarak anılabilir.
Düzenden kopmanın temel
koşulu küçük burjuva konfor alanlarımızdan kopmaktır.
İşçi sınıfı
devrimcilerinin mücadeleye zarar verebilecek küçük burjuva tutum ve
davranışları, bağımlılıkları, hoş görü sınırları içinde değerlendirilemez.
Sınıf mücadelesi sadece sayısal bir gücü değil bir niteliği temsil eder.
Sınıf devrimcileri
tarihsel bir doğruyu haklı bir davayı ve ilkelerini her şeyin üstünde tutarlar. Ve
savundukları bu gerçeği bütün zorlu koşullarda savunurlar.
İktidarı alma iradesi
göstererek örgütlü mücadeleyi seçen kadroların, yakınlarında mücadelelerine
zarar verebilecek, tutarsız, ilkesiz, devrimci saflara burjuva davranışları
taşıyacak unsurlar varsa bu tür olumsuz davranışlara sahip kişilere müsamaha
gösterilmesi kendilerini de mücadelelerini de çürütür.
Bugün solun neredeyse
büyük çoğunluğuna sirayet etmiş bu konformist, çoğalmacı tutum sınıfın
güveninin kazanmayı başarabilecek kadroların oluşmasını engelliyor. Bir çürük
elma bütün sepetteki sağlam elmaları çürütüyor. Onca emek onca zaman heba
ediliyor. Devrimin zamanı daha uzaklara taşınıyor. İhtiyacımız
olan niteliksiz çokluk değil nitelikli azınlık olmalıdır. Niteliksiz çoğalma
hızla çürümeyi getiriyor, işçi sınıfının devrimcilere duyduğu güveni azaltıyor
ve saygınlığımızı zedeliyor.
İki günlük kamp sürecinde
çok nitelikli düşünceler üreten, sorgulayan, olgun mütevazı davranışlar
gösteren, başkalarının yaptıkları olumsuz davranışlar adına mahcup olan genç
işçiler güven duyabilecekleri niteliği yüksek alanlar arıyor. Devrimciler
saflarında küçük burjuva unsurlara hoş görü gösteremez. Devrimci bir kültür
ancak nitelikli davranışların çoğalması ve bir model haline gelmesiyle oluşur.
Bugün hala Mustafa SUPHİ, Deniz GEZMİŞ, Mahir ÇAYAN, İbrahim KAYPAKKAYA, Che
Guevara gibi birçok devrimcinin anıları, mücadeleleri sahipleniliyorsa bu
onların devrime adanmış yaşamlarının örnek kişiliklerinin, kararlı tutumlarının
sonucudur.
Sınıf çalışmamızı
temellendireceğimiz ilkelerimizi devrimci işçi arkadaşların gözlem ve
eleştirilerinden beslenerek birlikte değişerek, değiştirerek güçlendirebiliriz.
Düşüncemize, mücadele
birikimine, ödenen bedellerle oluşan devrimci mirasımıza zarar verecek
davranışlar içinde olanlar, örmeye çalıştığımız mücadeleye yarar sağlamadığı
gibi ciddi zararlar verir.
Tarihin bu kötücül
döneminde, çürümenin içinden yeşeren filizler küçük burjuva bireyciliğimizden
çıkıp kendimizden vazgeçmeyi başarabilirsek, hızla büyüyerek her yana yayılan
sarmaşıklar gibi dünyamızı saracak bir potansiyel devrimci enerjiye ve güce sahip.
Kendimizden başlayarak,
birlikte yıkıp yeniden yapmayı göze alarak, ilkesel bir tutum geliştirerek,
devrimci iradeyi açığa çıkarabiliriz.
Konfor alanlarını terk
etmenin zor olduğunu tespit ederek, bütün olumsuzluklarla daha güçlü bir
savaşımın zorunluluğunu kavrayarak yol almak gerekiyor.
*
*
*
Karda, ellerinizi,
ayaklarınızı hissetmediğiniz kadar soğukta ağır bir uyku bastırır. Dayanması
çok güç bir uyku isteği. Kovmak için var gücünüzle direnirsiniz ama o bir türlü
gitmez. Uyursanız öleceğinizi bilirsiniz. Bir savaş sürer bütün varlığınız ve organlarınızla.
Düşen göz kapağınızı kaldırarak gözünüzü açmayı başarmak dünyanın en zor
işidir. Hareketsiz kılar soğuk kıpırdamak istemezsiniz. Kıpırdamazsanız ölüm
sizi yakalar ve bırakmaz. Kurtulmak için ayak parmaklarınızı oynatmak
istersiniz. Beyniniz emir verir sinirler kaslar aldırış etmez. Ne yapsanız
harekete geçmez bir türlü. Daha güçlü emir vermeniz gerekir. Yoksa asla
kıpırdatamazsınız. O anlar insanın normal yaşamında oluşturduğu ölçülerle
tanımlanamaz, kıyaslanamaz, anlamlandırılamaz. Bambaşka, çok bilinmez bir
halidir insanın. Tanımlanması için yeterli sözcük ve kavram bulmakta
zorlanırsınız dağarcığınızda. Yapışmıştır etinize, içinize işler ağır ağır,
sarar her yanınızı kanserli bir ur gibi.
Ya hareketsizlik, yani
ölüm kazanacaktır, ya da büyük bir dirençle yaşam.
Ortası olmayan, başka
seçenek bırakmayan keskin bir çizgidir.
İnsanlık hız, haz ve
gündelik bilinç bataklığında, anlam üretememenin, hiçleşmenin
zavallılaştırdığı, çok özel koşullardan geçiyor. Fark edenlerin fark
edemeyenleri sarsarak uyandırmaya çalıştığı bu ölümcül uyku, çok tatlı geliyor
insana. Bırakıp çıkamıyor bir türlü hayata. Ölümüne razı eden bir haz
çılgınlığı bu ve herkesi yokluyor en zayıf yanından, biraz boşluk
bıraktığınızda o boşluktan sızıyor, teslim alıyor ve bırakmıyor.
Biraz uyuyup uyanırım
diyenler ölüyor. Bu zehirli öldüren uyku. İçinde düşürüldüğü çaresizliğe karşı
kendini her gün, her an kutsayarak var olmaya çalışan narsist bireyin, hiçliğe
karşı, düzenin ürettiği sahte savaş silahlarıyla verdiği mücadelesi. Uzatılan
tırnaklar, abartılı takılar, vücudu kaplayan dövmeler, yırtılan pantolonlar,
burnuna, ağzına, göbeğine, takılan metaller, her yerde sayısız çekilen
fotoğrafların anlık paylaşılmasıyla varlığın ispatlanma çabası. İnsanlık tarihi
boyunca belki bu kadar yoğun yaşanmayan kimliksizleştirme bir
tahribatı.
Ve içi boşaltılan insanın,
düzen tarafından, düzen içi yeniden kimlik inşasıyla düzene bağlanması.
Sermayenin, şeffaf
hapishane duvarlarını fark edemeyenlerin, bütün sefaletine rağmen hala
çıkabilme inancını canlı tutma çabasının yorgunluğuna rağmen, tüketim
mabetlerinin renkli dünyasında sahte özgürlük hisleriyle tutulmaya
çalışıldığı zavallı bir insan dayatması.
Hepimiz ya uyanacağız ya
da uyandıramadıklarımızın uykusu bizi de öldürecek.
Kaybedecek zaman yok. Ne
yapacaksak ertelemeden hemen işe koyulacağız
yani.
Bizi ancak yıkıcı,
tahripkâr, sarsıcı bir devrim kurtarabilir. Uyuyanımız çok ve uyumanın hazzını
mutluluğunu güzelliğini anlatarak daha fazla insanı uykuya dalmaya, uykuda
kalmaya ikna ediyorlar.
Ey uyumayanlar, kurtulmak
isteyenler!
İnsanlığın geleceğini, ya
aptallaştırılmış uyanamayanlar belirleyecek
Ya da ne yapıp edip onları uyandırıp ayağa kaldıranlar...
Anlamsızlığa
karşı, ANLAM
Savrulmaya
karşı, KÖKLERE TUTUNMA
Hiçleştirmeye
karşı, VARLIĞIMIZI GÖSTERME
Yalnızlaştırmaya
karşı, BİRLİK VE DAYANIŞMA
Teslimiyete
karşı, ÖRGÜTLÜ MÜCADELE
Umudu büyütmek için, işçi sınıfına!
İşçi
sınıfıyla, hayata yön vermeye!
06.09.2022