Çölde bir vaha gibi, şu saya işçilerinin
grevi. Savaş davulları işçi sınıfının taleplerini duyulmaz hale
getirirken, sahneye çıktılar. İğneden ipliğe, doğalgazdan
elektriğe zam yağmuru altında çalışacaksın,
nereye kadar?
İlk iş bırakma eylemi, 9 Eylül’de Kayseri’de gerçekleşti. O zaman
ortada daha sınır ötesi operasyon yoktu. Herkes ekonomik krizi konuşuyordu. Büyük
ayakkabı firmaları, krizden etkilendiklerini söyleyerek parça başı dikim
fiyatına zam yapılmayacağını ilan etmişti. Kayserili
sayacılar buna karşı çıktılar. Evrensel’e konuşan sayacı
Gökhan Kıraç şöyle demişti: “Patronların derdi Mercedes, biz bulgur
pilavını yapmak için yağ bulamıyoruz. Ekonomi iyi olacaksa, patronlar taşın altına
elini koymasını bilecek.”
Kayseri’de grev olduğunda,
“Suriyeliler güvenli bölgelere gönderilecek” söylemi de bugünkü kadar güçlü değildi. Üstelik
Kayseri’deki iş bırakma eylemine Suriyeli sayacılar da katılmıştı. Suriyeli
sayacı Abdullah gazetemize aynen şöyle demişti:
“Türklerle birlikte neredeyse bedavaya çalışıyoruz. Onlar
nasılsa biz de öyleyiz. Masraflara biz de yetişemiyoruz.”
Bir diğer Suriyeli sayacı da “Türk, Suriyeli fark etmiyor, el ele
olduk” demişti.
Sonuçta Kayserili sayacılar kazandı. Yılbaşına kadar
yüzde 12,5, yılbaşı sonrası için yine yüzde 12,5’lik zam talebini
kabul ettirdiler.
Bu arada Antep’teki sayacılarda da huzursuzluk artmıştı. Kırk güne
varan görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca onlar da iş bıraktı. Ne
var ki Antep’te iş bırakma eylemi başladığında sınır
ötesi operasyon da başlamıştı. Buna rağmen sayacılar
taleplerinden geri durmadılar ve büyük savaş gürültüsü
altında eylemlerini kazanımla sonuçlandılar. Antepli sayacılar egemen medyada
hemen hiç yer bulmadı. Oysa halklar arasında düşmanlığın körüklendiği, sosyal
medya paylaşımlarında ırkçılığın tavan
yaptığı bu dönemde; Türk, Kürt, Arap ya da Türkiyeli Suriyeli
sayacılar Antep’te el ele vererek hak aramanın güzel bir örneğini vermişti. Buradaki
ayrım halklar arasında değil ayakkabı tekelleri ile sayacı üreticiler/işçiler
arasındaydı. Buradaki ayrım, savaş ve
militarizm propagandası eşliğinde üzeri
örtülmeye çalışılan emek-sermaye ayrımıydı.
Sınır ötesi harekât 6’ncı güne girerken sayacıların eylem
zincirine bugün Adana katılıyor. Büyük Saatin etrafındaki atölyeler yüzde 50
zaman talebiyle iş bırakma kararı aldı. Adana deyip geçmemek lazım.
Çünkü 2017’deki iş bırakma eylemlerinin fitilini de Adanalı
sayacılar çakmıştı. Diğer illere yayılan eyleme 16 büyük kentte 50 bin
civarında sayacı katılmıştı. Adana’yı önemli kılan bir diğer şey de Türk,
Kürt, Suriyeli bütün işçilerin ortak komitelerde örgütlenmiş olmasıydı.
Halklar arasında ön yargıyı kıran, kardeşliği pekiştiren o
muazzam güç esas olarak işçilerin birliğine
dayanmaktaydı.
Açık ki, emekçilerin ekonomik krize, işsizlik ve
yoksulluğa dair yaşamsal öneme sahip dertleri, silahların gölgesinde
daha az duyulur hale geliyor. Sayacılar kadar, tazminat hakkı için Ankara
yoluna çıkan ama önleri jandarma barikatı ile kesilen Somalı madenciler de
bunun örneği. Grev, miting, basın açıklaması, sendikal örgütlenme gibi işçi sınıfına
ait olan temel mücadele araçları da yasaklarla karşı karşıya.
Savaşın gölgesi, her zamanki gibi emekçileri baskı
altında tutarken, patronların sığındığı, kârlarını
katlayacakları bir serinlik sunuyor. “Ekonomik daralma” ile birlikte sektörün
durma noktasına geldiğini söyleyen inşaat
patronlarının gözlerini Suriye’ye çevirmeleri boşa değil. Silah
tekelleri borsada yükselirken yıkılan kentler, bu kez demir-çelik ve çimento
tekelleri için yükselişe geçecek. Ola ki bu arada “güvenli bölgeler”
kurulur ve bu hayal bir toplu konut projesine dönüşür, o zaman
değmeyin keyiflerine gitsin!
***
Bir de şu var: Sınır ötesi operasyonun ardından 1 ya da 2
milyon Suriyeli mültecinin “güvenli bölge”lere gönderileceği söyleniyor.
Bu hem uluslararası hukuk, hem etik, hem de mültecilerin tercihi bakımından (iş, aş, can güvenliği sorunu vb
nedenlerle) gerçekçi değil.
Tersine gerçek tablo şu: Her gün
450 mülteci bebeğin doğduğu ve doğan mülteci
çocuk sayısının yarım milyona ulaştığı Türkiye’de
Suriyelilerin önemli bölümü kalıcı. Ve tıpkı sayada olduğu gibi
sömürülen, hak arayan Suriyeli işçiler artık işçi sınıfımızın
bir parçası. Dolayısıyla işçilerin dikkatlerini “geri gönderme” söylemine değil, ortak hak
mücadelesine vermesi gerekiyor.
***
Özetin özeti…