11 Ekim 2020 Pazar

SINIF BULUŞMALARININ 5. Sİ UMUDA ÇAĞIRIYOR!


 

SINIF EKSENLİ MÜCADELE İÇİN TUTUNMA NOKTALARI OLUŞTURMALIYIZ!

 

İşçi sınıfına, Kürt siyasi hareketine ve tüm muhalif toplum kesimlerine dönük sert ideolojik ve fiili saldırı rüzgârlarının estiği koşullarda ne yapmalı, nasıl yapmalı soruları daha yakıcı hale geliyor. Düzenin çoklu krizi derinleştikçe çözümsüzlüğün dayattığı şiddet ve sindirme politikaları süreklilik kazanıyor. İşçi sınıfının ve Kürt ulusunun meşru ve haklı talepleri savaş ve düşmanlık yaygaralarıyla yükselen şovenizm dalgalarında boğulmak isteniyor. 

Her iktidar bir karşıtlık temelinde kendini var eder. 

Bugün iktidarın vahşi uygulamaları karşısında alternatif bir pratik mücadele karşıtlığı kuracak gerçek bir örgütlü güç bulunmuyor. İktidar eline geçirdiği bütün mekanizmalarla ve özellikle ideolojik saldırılarla yıpranan iktidarını onarmaya ayakta tutmaya çalışıyor.                                  

CHP karşıtlığı onu kurtarmaya tabanını diri tutmaya yetmiyor. Bu nedenle milliyetçilik düzenin kendini yeniden inşa ettiği zemini tanımlıyor.                      Milliyetçilik her gün daha fazla güç kaybeden kitle desteğini yitiren çaresiz iktidar için birçok açıdan kullanışlı ve işlevsel görünse de birçok nedenle sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Milliyetçi bir tutum Erdoğan iktidarının toplumsal tabanını iyice daraltmakta zayıflatmaktadır. Bu yine de iktidarın bugün olduğu gibi çok çaresiz kaldığında bu yolu tercih etmeyeceği anlamına gelmez.

Erdoğan iktidarı varlığını sürdürebilmek için bugüne kadar yaptığı gibi içerde ve dışarda her yolu deneyebilecek bir çaresizlik içindedir. En son Suriy'ede, Libya'da, Azerbaycan da olduğu gibi bölgesel saldırganlıkla bir yandan silah pazarını genişletmeye diğer yandan kendi tabanını konsolide etmeye çabalamaktadır. Bu maceracı tutum ve gösteriler daha güçlü bölgesel aktörlerin müdahaleleriyle fazla uzun sürememektedir. Birçok nedenle Erdoğan iktidarı için hem içerde hem de dışarda bütün umutlar hızla tükenmektedir. Bu çaresizlik pes edip meşru yollardan iktidardan çekip gidecekleri anlamına gelmez. 

Asıl mesele işçi sınıfının sermaye iktidarına son verecek güce ve örgütlülüğe erişip erişmediğiyle ilgilidir. 

Pek çok sol'ların ve HDP' nin bütün saldırılara rağmen seçim vurgusunda ısrar etmesi, seçim beklentisi üzerine siyaset inşa etmesi düzenden rahatsız işçi sınıfını ve tüm toplumsal kesimleri hareketsiz kılan tasfiyeci bir tutumun göstergesidir. 

Kürt siyasi hareketinin uzun zamandır eylem ve söylem düzeyinde tasfiyeci bir çizgide  ısrar etmesi bütün potansiyel devrimci dinamikleri olumsuz etkilemektedir. HDP nin kuyruğundaki sol'ların durumu da çok iç açıcı görünmemektedir. Seçime referans vermenin ötesinde radikal eylemli bir çıkış dillendirilmemektedir.                  

HDP, Kürt düşmanı millet ittifakının adı anılmayan gizli destekçisi olmayı sürdürerek kendi kitlesinin CHP nin kuyruğuna takarak devrimci dinamizmini köreltmekte, iğdiş etmekte, burjuva seçim düzenini meşrulaştırmakta ısrar etmektedir. Bu tasfiyeci tutuma yüksek sesle itiraz eden devrimci bir karşı çıkışın ve kopuşun ipuçlarına da rastlamak pek olası görünmemektedir. Kürtlerde mücadeleyle açığa çıkan ve yükselen ulus bilinci aşındırılmakta, talepler ırkçı şoven millet ittifakının hassasiyetlerine göre belirlenir hale getirilmektedir. 

İktidarın ve muhalefetin buluştuğu nokta milli birlik ve bütünlüktür. Bu birliğin hedefinde ise Kürt mücadelesinin devrimci birikim ve kazanımlarının tasfiyesi vardır. 

Açık militarist bir organizasyona yönelmiş olan bu çeteleşmiş yönetici elitin tutumlarına dair  sol'ların ve HDP nin öngörüleri hayatın gerçekleriyle uyuşmamaktadır.

AKP, MHP ırkçı, şoven, derin örgütlenmesinin seçimle sorunsuz bir şekilde gideceğini beklemek fazla saflık olur. İktidarın işlediği her türlü suçlardan dolayı duyduğu kaygılar tümüyle çok güçlü garantilerle ortadan kaldırılırsa  bu seçeneği düşünmek belki mümkün olabilir. Bu seçeneğin oluşmadığı hiçbir koşulda asla iktidarı bırakmak istemeyeceklerdir. Eğer bir seçim olacaksa da o seçimi kesin kazanacakları için seçim olacaktır.                                                                                  Bunu için bugüne kadar olduğu gibi her türlü yol denenecektir.

Kazandıkları seçimlere sahip çıkamayanların yeni bir seçimi umut olarak göstermeleri tam bir çaresizlik ve güçsüzlüğün ifadesidir.

Bu süreçler, sıkışmış durumda olan iktidarın ve muhalefetin sadece kendi dinamiği üzerinde şekillenen süreçler olarak gelişmeyebilir. Bu pasifist tutum ezilen ve sömürülen bütün kesimler açısından çok daha kötü bir alt üst oluşu beraberinde getirebilir. Bölge ülkelerinde yapılan uluslararası operasyonlarda (Irak, Libya, Suriye, Mısır, vd.) örneklerini yakından bildiğimiz gibi.                 

Ülke içinde ekonomik sorunların tetiklediği, hayat pahalılığı, işsizlik ve gelecek kaygısı, salgının açığa çıkardığı sorunları çözme yeteneğinin iflasıyla insanlardaki güvensizlik duygusunun tetiklediği çaresizlik, insanların düzenden duygusal kopuşunu hızlandırmaktadır.

Diğer yandan başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere, bölgesel ve uluslararası başarısız askeri ve politik hamlelerin derinleştirdiği, yönetememe ve sıkışmışlık durumu, güce tapınan seçmen kitlesini doğası gereği seçenek arama noktasında harekete geçmeye zorlamaktadır. 

Ya yeni zaferlerle ve ekonomik refahı arttıracak hamlelerle seçmen tabanı konsolide edilecek ya da dağılma hız kazanacaktır. Bunu çok iyi bilen ve bu gerçeğe uygun adımlar atmaya çalışan iktidarın çok fazla seçeneği kalmamıştır. 

Artık iktidarını sürdürebilecek bir enerjiyi üretememektedir. Siyasette stabil durum erime demektir. Anket sonuçları da bunu açıkça göstermektedir.

AKP, cephanesi giderek azalan bir ordu gibi çaresizdir. Eğer acil olarak lojistik destek bulunamazsa savaşın sonu iktidar için pek hayırlı olmayacak gibi gözükmektedir. 

Dünya ve bölgedeki siyasi dengelerin hareketli ve değişken bir karaktere sahip olması bugüne kadar iktidarın ömrünü uzatan önemli bir faktör oldu. Ancak bugün gelinen noktada esneme payı yok denecek kadar azalmış, kırılganlık artmıştır. 

Yine de yapılan değerlendirmelerde iktidarın manevra alanı yaratabilme potansiyeli açısından her zaman bir esneme payı bırakmakta yarar var.

Sermaye kendi içinde rızaya adayalı alternatif bir hükümet çıkaramamaktadır. Amerikancı CHP ve diğer irili ufaklı partilerin halkı ikna edebilecek hiçbir söylem ve eylem üretememesi AKP'den kaçışı geciktirmektedir. Bu durum mevcut iktidarın ömrünü uzatmaktadır.

Sermaye düzeni yıkmadıkça yıkılmayacaktır.

Devrimci bir seçenek yaratılmadıkça kendiliğinden bir isyandan emekçiler lehine bir kazanım beklemek tarihten bihaber olmak demektir.   16 Haziran'dan Gezi'ye yakın tarihimizde buna örnektir.

Ancak; İşçi ve emekçilerin Kürt ezilenlerinin enternasyonalist siyasal hareketi devrimci bir seçenek olarak kendini var edemedikçe burjuva düzen hiçbir koşulda seçeneksiz kalmayacaktır. Mısır'da, Lübnan'da ve daha birçok yerde olduğu gibi.

Devrim ve karşıdevrim diyalektiği boşluk bırakmaz. 

Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur, derken Lenin'in kast ettiği budur.

Temel sorun iktidarın alınmasıdır. İktidarın alınması bir devrim sorunudur.

İktidarı alacak temel güç işçi sınıfıdır.

Bu çabanın dışındaki uğraşların burjuva düzenin tamir edilmesi dışında tanımlanması mümkün değildir. Devrimi hedeflemeyen bütün çabalar düzeni besler ve güçlendirir.

Farklı bir dünya iddiası olanların buna uygun bir hazırlığa sahip olmaları gerekir.

Bütün dünyada sermayenin krizi, ihtimal vermek istemediğimiz uygulamaları gündeme taşıyabilir. Onların insani ve akılcı çözümler üreteceklerini düşünmemek te yarar var. 

Dünyadaki bütün emekçiler insan dışı Kapitalizmden bir an önce kurtulmak için can atıyor. Nefes almak, insanca yaşamak hem kendisi hem gelecek nesiller için insanca bir gelecek hayal etmek istiyor. 

Dünyanın her yerinde isyanlar durulmuyor ama alternatif bir iktidar için birleşip yıkamıyorlar da. Buna uygun bir hazırlık yapmadan, kendiliğindenliğe bağlanmış bir iktidar mücadelesi verilemez. Devrim öznesi ve eylemi net tanımlanmış yıkıcı ve kurucu bir eylemdir. Yıkmadan yapılmaz.



https://www.indyturk.com/node/84916/d%C3%BCnya/d%C3%BCnya-alev-ald%C4%B1-k%C3%BCresel-eylemlerle-%C4%B1s%C4%B1nan-40-%C3%BClke-40-isyan-2  

Krizin kalıcı bir tek çözümü dünyadaki bir avuç servet sahibinin tasarrufunda bulunan özel mülkiyetin zor yoluyla toplumsallaştırılmasıdır.

Bu talebin, gerçeğe dönüşmesi için işçi sınıfının, bağımsız devrimci sınıf kimliğini kuşanmış gerçek bir güce dönüşmesi gerekiyor. Bunun tarih boyu kendiliğinden olmadığı ve olmayacağı hepimizin malumu.

İşçi sınıfına yönelik sürekli ve sistemli saldırılar bugün yeterince karşılık bulmasa da işçi sınıfı ve düzenden umudunu kesmiş bütün kesimlerde bir öfke birikmesine neden oluyor.  

Tehdit ve buyurganlıkla işçi sınıfına boyun eğdirmeye çalışan iktidar bir yandan rızaya zorluyor, öfke çok çeşitli biçimlerde emilmeye çalışılıyor.

Devletin derinlerinden su yüzüne çıkarak görünür kılınan özel savaş makinesi yeniden devreye sokuluyor. 

Kürt ulusunun siyasal ve yasal kurumlarına dönük sindirme ve tasfiye operasyonları sınıfa saldırıyla eş zamanlı olarak aralıksız sürerken bir yandan da sokaklarda açık şiddet ve linç kampanyalarıyla iktidara karşı herhangi bir olası direniş ve ayaklanmanın potansiyel güçlerine yakın geçmişi (negatif anlamda) hatırlamaları yönünde mesaj veriliyor.

Kriz sürecinin içinden geçerken, salgın nedeniyle ortaya çıkan tüketim daralması kredilerle aşılmaya çalışılsa da üretimdeki düşüşe bağlı işten çıkarmalarla giderek artan işsizlik dalgası krizi daha da derinleştirerek içinden çıkılamaz hale getiriyor. 

Doların değerlenmesiyle TL deki aşırı değer kaybının ve buna bağlı yoksullaşmanın önüne geçilemiyor. Ödenecek dış borçlar için tükenen rezervlerden dolayı nasıl bir çözüm bulunacağı konusunda kimse net bir öngörüde bulunamıyor. Merkez Bankasındaki dolar rezervleri eksi düzeyde seyrediyor. Üretim düşüyor. Kalıcı işsizlik artmaya devam ediyor.

Kriz diyalektiğinin ikili karakteri bugünde bütün canlılığıyla her iki sınıfı da dinamik hale getiriyor.

Devrim ve karşı devrim ilişkisi temelinde şekillenen sınıflar mücadelesindeki konumlanış eğer devrime yol açmayacak bir gerçekliğe tekabül ediyorsa, sermaye toplumu çürüterek, terörize ederek, militarize ederek kendi iktidarını sürdürecek baskı ve rıza araçlarını restore etmek zorunda kalıyor

 

Kriz dönemlerinde olası kendiliğinden patlamaları geçmiş tecrübelerinden öngörebilen sermaye, rızanın azaldığı koşullarda her türden şiddetin dozunu artırarak merkezileştiriyor. Burjuva demokratik düzen tüm kurum ve kurallarıyla askıya alınıyor. Kayyumlarla, tutuklamalarla Kürt illerindeki tüm belediyeler gasp ediliyor. Grevler milli güvenlik gerekçesiyle erteleniyor.

Sınıflar savaşının tarafları daha da netleşiyor. Burjuva partileri, “demokratik kurumlar” devletin resmi ideolojisinin şemsiyesi altına girerek, normal zamanlardaki sınıf çatışmalarını yumuşatma işlevini yerine getiremez hale geliyor. Burjuva demokrasisinin bütün boyalarından arınmış sevimsiz yüzü şiddet yoluyla yönetme devreye sokuluyor. İktidarın sınıf karakteri daha belirgin hale geliyor. İşçi sınıfının ve her türden ezilenlerin safları burjuva ideolojisinden beslenen oportünist sahte dostlardan arınarak netleşiyor.

İki sınıfın arasındaki savaş hem ideolojik hem pratik olarak daha da sertleşmeye doğru  gidiyor.

 

Bugün sermaye krizi aşacak araç ve olanaklardan yoksun çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Bölgesel güç olma hevesleriyle girişilen maceralar Libya’da, Mavi Vatan projesinde, İdlip’te, Irak’ta son olarak Azeri, Ermeni çatışmasında sonuçsuz kalmış fiyaskoya dönüşmüş görünüyor.

Dışarıda olası bir çatışma iktidarı ayakta tutmaya düzeden rahatsız kitleleri susturmaya yarayacak bir nedene ve ideolojik bir araca dönüştürülemiyor. 

Bu kayıplardan sonra yine eski hikâyeye Terör Örgütüne geri dönülülüyor, sınır dışında fazla bir şey yapma imkânı kalmayan iktidar, sopayı HDP ve destekçilerine vurarak sınıfsal bölünmeyi milliyetçi temelde bir bölünmeye dönüştürerek sınıfı zehirleyerek ömrünü uzatmaya yönelmiş görünüyor.

 Önderlikten ve örgütlülükten yoksun işçi sınıfı lokal, yerel bir takım direniş ve eylemlerle sesini duyurmaya çalışsa da bu eylemler kitlesel ve yaygın bir hale dönüşememektedir.

Sınıfın içinde güç biriktir(e)meyen “sol hareketler” kendi iradesizliklerinin ve güçsüzlüklerinin üstünü örtmek için mesihi bekler gibi kendiliğinden bir patlamayı beklemektedirler.

Kendiliğindenliğe yapılan vurgu ve beklentiler tasfiyeciliğin, çaresizliğin dışa vurumudur.

Mevcut durumu anlamaktan uzak, günlük hareketlenmelere bel bağlayan, iktidar perspektifini çoktan yitirmiş “sollar” işçi sınıfına ve geleceksizlere umut olmaktan çok uzaktır.

Düzenden hoşnut olmayan kitleler de bu durumun farkında olduğundan, kendiliğinden bir hareketin ortaya çıkması da geçmiş deneylerin olumsuz sonuçları nedeniyle  yakın zamanda pek olası görünmemektedir.

 İşçi sınıfının tarihsel rolünü kendine rehber edinenlerin, kendi iradeleriyle geleceği kurmak isteyenlerin işçi sınıfı mücadelesinde ısrar etmekten başka çıkar yolları yoktur.

Sınıf mücadelesi ancak; meşakkatli, yoğun emek isteyen, sabırla ve programla örülmüş bir sürecin ürünü olabilir.

Sınıf mücadelesi fal bakmakla, niyet dilemekle olmaz.

Bu alt üst oluş koşullarında işçi sınıfını görmeyen, görmek istemeyen başka devrimci dinamikler arayanların, demokrasicilik oyunu oynayanların, kendi mevcut varlıklarını koruma şansları olmayacaktır. Uzun süredir devam eden tasfiye ve fiziksel güç yitiminin arkasında, sınıftan kaçış tan kaynaklı ideolojik güçsüzlük, doğru iradenin üzerinde odaklanamamak yatmaktadır. Popülist bir siyaset ve söylemin bu koşullarda  geçerliliği ve kalıcı bir zemin yaratma şansı yoktur.

Popülist bir söylemle sınıfsal tanımı belirsiz kitlelere yapılan çağrıların etkili olacağını beklemek tam bir saflıktır.

Bu tespit ve kavrayışla gerçekleştirdiğimiz sınıf eksenli mücadele buluşmalarının 5. toplantısında sınıfın sorunları ve çözüm önerilerini, ele aldığımız somut adımların hangi temelde atılabileceğini tartıştığımız, neyi nasıl yapacağımıza dönük arayışımızın ipuçlarının belirginleşmeye başladığı bir toplantı oldu.

Üzerinde ortaklaşılan temel konular aşağıda sunulmuştur.

 

  • Sağlam ve uzun soluklu bir mücadele için geçmiş deneyimlerden yeterli derecede dersler çıkarmış samimi içten ve gerçekçi bir çabaya ihtiyaç olduğu

  • Toplantıya rastgele katılımın önlenmesi bizzat muhataplarına çağrı yapılması 

  • Belli bir çalışma alanı merkeze alınarak çalışma yürütülmesi

 

  • Kendi iç tartışmalarımızda sakin ve sabırlı bir tutumla karşımızdakini anlamaya dönük bir çabanın gerekliliğini, pozitif bir bakış açısıyla ve dille yaklaşmanın önemine vurgu yapılması

  • Bilimsel temellerde sınıfı anlamaya çalışmanın gerekliliğine, ağır teorik bir söylemden uzak durulmasına, anlaşılır pratik (kısa ve öz) bir dilin ve söylemin üretilmesinin gerekliliğine 

 

  • Çalışma koşullarından bunalan, yalnızlaştırılan, hiçleştirilen sınıf kardeşlerimizle dayanışma bilincinin gelişmesine katkı yapacak etkinlikler gerçekleştirilmesinin bir ihtiyaç olduğuna dair düşünceler paylaşıldı.

 

 

Gündemli tartışmaları, düşünce alışverişini sürdürmek, işçi sınıfı içinde kendimizi var edebilmek için adım atmanın zeminini oluşturma çabası zamanla hız kazanacak.

Muhataplarımızla ihtiyaca dayalı buluşmaların planlanması önümüzde gerçekleştirilmeyi bekleyen bir hedef olarak duruyor.


Anlamsızlığa karşı, ANLAM

Savrulmaya karşı, KÖKLERE TUTUNMA

Hiçleştirmeye karşı, VARLIĞIMIZI GÖSTERME

Yalnızlaştırmaya karşı, BİRLİK VE DAYANIŞMA

Teslimiyete karşı,  ÖRGÜTLÜ MÜCADELE

 

Umudu büyütmek için, işçi sınıfına!

İşçi sınıfıyla, hayata yön vermeye!