20 Aralık 2020 Pazar

DÜNYA TARİHİNDE İZ BIRAKAN "SİYASİ AYAKKABICILAR"

SIRADIŞI İNSAN-Eric HOBSBAWM

 Bölüm 3

Siyasi Ayakkabıcılar

Joan W. Scott ile birlikte yazılmıştır.

Belirli sanayi ve meslek üyelerinin geleneksel biçimde belirleyici ortak özellikler taşıdıkları düşünülmektedir ancak tarihçiler bunu gözlemlerken "neden” sorusunu pek ender sormuşlardır. Bu makale ayakkabıcıların dillere destan köktenciliğini aydınlatmak üzere yazılmıştır. İki yazar, 1970'lerde Maison des Sciences de l'Homme'dan Clemans Heller tarafından düzenlenen muhteşem Uluslararası Sosyal Tarih üzerine Yuvarlak Masa toplantılarında bu konuya ortak bir ilgi duyduklarını fark ettiler. Ortak çalışmaları, 1980'de Past & Present dergisinin 89. Sayısında yayımlandı ve Joan Wallach Scott'un izniyle bu kitapta da yer aldı.

 

"Arminiusculuk’a* ve siyasete yoldaşlarından daha fazla daldı.

* Arminiusculuk: Calvi'nin öğretilerinden çifte alın yazısına karşı çıkan Arminius'un yandaşlarınca benimsenen öğreti. Arminius, tanrısal inayetin iyilikleriyle herkese açık olduğunu ama karşı konulmaz olmadığını savundu.

Kardeşi ona düzenli olarak The Methodist Magazine ve Weekly Dispatch gönderiyordu. Her zaman yapacak pek çok ayakkabı işi oluyordu ve hem çiftçilerden hem de tarım işçilerinden daha bağımsızdı. Arazi sahipleri, Lordlar kamarası, Avam Kamarası, yeni çıkan Yoksulluk Yasası, piskoposlar, papazlar, Tahıl Yasaları, kilise ve sınıfsal düzenlemeler üzerine kaba sözler söylerdi”!,

"Ne ilginçtir ki, her zanaat onu uygulayan zanaatkarlarda kendine özgü bir karakter, belirli bir mizaç geliştirir. Kasap genelde ciddi ve kendini beğenmiştir, boyacı pervasız ve gamsızdır, terzi cinsel hazza düşkün, bakkal aptal, hamal meraklı ve geveze, son olarak ;ayakkabı tamircisi de diline doladığı şarkı ile neşeli hatta yaşam doludur. Beğenilerinin sadeliğine karşın, yeni ayakkabılar yapan, eskilerini tamir eden bu insanlar her zaman huzursuz bazen de saldırgan bir ruh hali içindedirler. Çok konuşmaya duydukları büyük eğilimle diğerlerinden ayrılırlar. Bir isyan mı var? Kalabalıktan bir konuşmacı mi çıkıyor? Hiç şüphesiz, bu konuşma yapmaya gelmiş bir ayakkabı tamircisidir."

On dokuzuncu yüzyıldaki ayakkabbıcıların siyasal köktenciliği dillere destandır. 

Çeşitli akımlardan toplumsal tarihçiler olguyu betimlemiş ve açıklanmasına gerek olmadığını var saymışlardır. Örneğin 1848 Alman Devrimi konusunda uzman bir tarihçi, ayakkabıcıların “kamu etkinliklerinde baskın bir rol oynamasının rastlantı olmadığı” sonucuna varmıştır. İngiltere'deki "Swing" isyanlarını inceleyen tarihçiler ayakkabıcıların “kötü şöhretli köktenciliğine” gönderme yapmış ve Jacques Rougerie ayakkabıcıların Paris Komünü’ndeki ününü "geleneksel militanlıklarına dayanarak açıklamıştır. Theodore Zeldin gibi heterodoks bir yazar bile bu noktada ortak kanıyı kabul etmektedir.

Elinizdeki makale ayakkabıcıların siyasal köktenciler olarak edindikleri kayda değer ününü açıklamaya çalışmaktadır.

Ayakkabıcıların ya da başka bir mesleğin köktencilik konusunda bir üne sahip olduğunu söylemek, elbette, şu iki üç noktadan biri ya da daha fazlası anlamına gelir: kendi zanaatı ile sınırlı olsun olmasın toplumsal protesto hareketlerinde militan eylemi ile öne çıkmış olmak; siyasal sol hareketlere yakınlığı, bu hareketler ile bağlantısı ya da bunlar içindeki çalışmalarıyla ünlenmek ve sıradan insanların ideoloğu olarak nam salmak.

Birbirleri ile bağlantılı olmalarına karşın bunlar aynı değildir. Geleneksel birleşik zanaatlardeki çıraklar ve bekar gezgin işçiler, o zaman siyasal köktencilik sayılan olgu ile mutlak bir bağlantıları olmasa da kolayca harekete geçmeye hazırdılar. Fransız akademisyenler, en azından Dreyfus döneminden bu yana, öğrencilerinin solunda yer almalarıyla tanınmaktadır. Sıklıkla hem militan hem de sol ile bağlantılı olmalarına karşın Avustralya'lı koyun kırkma işçilerinin genelde ideoloji ile fazla ilgilenmedikleri düşünülürken* köy öğretmenlerinin böylesi bir ilgiye sahip oldukları varsayılmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılda, meslek grubu olarak ayakkabıcılar her üç anlamda da köktencilikleri ile tanınıyorlardı. Hem zanaatı ilgilendiren konularda hem de daha geniş toplumsal protesto hareketlerinde militandılar. Çok geniş bir zanaat olmasına karşın belli bölge ya da yerelliklerle sınırlandırılan ve zaman zaman etkili olan ayakkabıcı sendikaları hem Fransa hem İsviçre'de kısa süre içinde örgütlenmişlerdi –Londra'da 1792'de kurulan sendikanın 1804'de ulusal düzeyde örgütlendiği söylenen İngiltere dikkate alınmamıştır. Ayakkabıcılar ile marangozlar, o ülkedeki ilk ulusal birlik girişimi olan Arjantin Bölgesi İşçi Federasyonu'nun (1890) ilk üyeleriydiler. Olanak buldukça geniş kapsamlı grevlere gidiyorlar ve Temmuz monarşisi sırasında Fransa'da greve en yatkın meslek grupları arasında yer alıyorlardı. “Devrimci kitleler arasında da ayrıca önde geliyorlardı. Siyasal eylemciler olarak oynadıkları rollere ilişkin çok sayıda belge vardır. Britanya Chartist hareketinde etkin rol oynayan, meslekleri bilinen insanlar arasında dokuma işçilerinden ve vasıfsız "emekçilerden” sonra en geniş grubu ayakkabıcılar oluşturuyordu: sayıları yapı işçilerinin iki katı ve meslek bağlamında sınıflanan militanların

 

 * Avusturya Ulusal Üniversitesinden Ian Turner Ekim Devriminin ardından ayaklanmayı ve Sovyetleri desteklemek için yapılan mitingde bu işçilerin çok büyük bölümünün tutuklandığını aktarmaktadır. Yıkıcı propagandaya ilişkin yapılan çok titiz araştırmada bu işçilerin ceplerinden çıkan broşürler dışında herhangi bir başka yazılı malzemeye rastlanmamıştır.

 

Bu broşürde "Eğer su çizmelerinizi çürütüyorsa bu midenize neler yapmaz.” Denmekteydi (ç.n.)" diye tümünün yüzde 10'undan daha fazlaydı.

 Bastille'in alınması sırasında, ya da en azından bu yüzden tutuklananlar arasında, yirmi sekiz ayakkabıcıyı sayıca yalnızca mobilya işçileri, doğramacılar ve çilingirler geçmişti-

 1792 Ağustos'unda Champ de Mars isyanlarında ayakkabıcıları sayıca aşan meslek grubu yoktu.*

1851 darbesine karşı çıktıkları için Paris'te tutuklananlar arasında en kalabalık gurubu yine ayakkabıcılar oluşturuyordu.

1871 Paris Komünü'nde yer alıp, yenilgiden sonra sürgünlerden en fazla payını alanlar ise Jacques Rougerie'nin gözlemlediği biçimiyle “elbette, her zamanki gibi ayakkabıcılar" oldu'.

1848 Nisanında Almanya'nın Konztanz şehrinde isyan çıktığında ayakkabıcılar açık farkla en geniş isyancı bileşeni oluşturdular-neredeyse sayıları kendilerinden sonra en isyancı zanatların (terziler ve doğramacılar) toplamı kadardı.?

Dünyanın öbür ucunda Brezilya'nın Rio Grande do Sul bölgesinin bir taşra kasabasında kayıtlara geçmiş ilk anarşist 1897 tarihinde İtalyan bir ayakkabıcıydı.                                          

Öte yandan esinini anarşistlerden alan birinci Curitiba işçi Kongresine (Brezilya) katıldığı bildirilen tek zanaatkâr birliği de Ayakkabıcılar Birliğiydi.

Buna karşın, salt militanlık ve sol kanat eylemciliği, grup olarak ayakkabıcıları kimi zaman bu konuda en az onlar kadar önem kazanmış diğer zanaatkarlârdan ayırmaz. Berlin'de 1848 Mart Devriminde ölenler arasında, büyüklükleri birbirine yakın zanaatlar olmasına karşın, ayakkabıcıların iki katından fazla doğramacı vardı; terzilerin sayısı da ayakkabıcılardan çok daha fazlaydı.9 Temmuz monarşisi sırasında doğramacılar ve terziler, ayakkabıcılar kadar "greve yatkındılar. Fransa'da devrimci kitleler, oran olarak, daha çok matbaacı, doğramacı, çilingir ve yapı işçisi barındırıyordu.

1892'de Lyon'da tutuklanan kır küç anarşist içinde en geniş grubu on bir kişi ile ayakkabıcılar oluşturuyorduysa da yapı işçileri onların çok da gerisinde değildi.''

 Almanya'daki 1848 Devrimi'nde, terzilerin, ayakkabıcılar ile birlikte, tipik eylemciler olduğu düşünülüyordu. Komünist oylumunu oluşturan Alman gezgin işçiler arasında her iki grup da ön sıralarda yer almalarına karşın (1850'de Weydemeyer, Marx'a "işçi kulübü ufak ve yalnızca ayakkabıcılar ve terzilerden oluşuyor" diye yazdı) terzilerin daha büyük önem taşıdığı açıktır." Gerçekte, ayakkabıcı eylemcilerin görünürdeki büyük sayısı bazen yalnızca, Almanya ve Britanya'daki en geniş zanaat dalının boyutunu yansıtıyor olabilir. Bu nedenle, grubun toplu eylemleri ayakkabıcıların köktenci ününü açıklamaya yetmez.

 Yine de, işçi-aydın ve ideolog olarak ayakkabıcıların sıradısı oluşları şüphe götürmez. Göreceğimiz gibi taşra köylerinde ve küçük pazar kentlerinde öbür yerleşik zanaatkârlardan fazla rekabet gelmemesine karşın tek olmadıkları açıktır. Elbette ki, on dokuzuncu yüzyıl İngiltere'sinde kırsal kesimdeki insanların sözcüsü ve örgütleyicisi olarak üstlendikleri rol, 1830'daki “Swing” isyanlarını ya da kırsal bölgelerdeki siyasal köktenciliği konu alan herhangi bir araştırmada açıkça görülebilir. Hobsbawm ve Rudè, 1830'da ortalama düzeyde isyancı bir bölgede iki ila dört kat fazla ayakkabıcı bulunduğunu belirtirler." Cobbett’ın alıntı yaptığı yöre ayakkabıcısı-Kent'te John Adams, Hampshire'de Willam Winkworth- bildik bir figürdür.

 Ayakkabıcıların "ateşli siyasetçi" yapısı dillere destandı.

 Northampton'un ayakkabı üretim merkezinde, seçim günleri tıpkı bahar ve güz at yarışları gibi “geleneksel tatil” olarak kullanıyordu. Çarpıcı bir olgu da siyaset ile kendini okur yazar olarak ifade etme arasındaki bağlantıdır.

Ayakkabı tamircisi dendiğinde aynı zamanda şaşırtıcı bir sıklıkla gazeteci, şair, vaiz ve hatip, yazar ve editör de denmiş olur. Bu izlenimi sayıya dökmek kolay değildir. Buna karşın, 1850'den önceki dönemde hepsi de köktenci görüşlerden gelen on dokuz kişilik Fransız "işçi-şair" örneklem grubunda ayakkabıcılar üç kişi ile en geniş meslek grubunu oluşturuyordu.

 1848 seçimlerinde adaylığını koymuş Yonne’lu Sylvian Lapointe; Le Grapilleur'un editörü Hippolyte Tampucci ve Le Républicain'ın editörü Rheims'lı Gonzalle.' Liste kolayca uzatılabilir -akla Louis-Phillep'in Marseille”ındaki 8 Fourier’ci gazetenin editörü Faustin Bonnefoi, tüm loncalardaki işçilerin birleşmesinde ısrar eden bildiriler yazan “Efraham”, 1840'daki ilk Komünist Şölen'de konuşan ve yoksulluğa son verilmesi üzerine bir bildiri yayımlayan Yurttaş Villy geliyor.

 Elbette ki hiç kimse ayakkabıcı eylemcilerin tümünün, hatta çoğunun, zanaatkar aydınlar olduğunu öne sürmemektedir. Aslında, Boston Çay Partisinin hayatta kalan son kişisi George Hewes gibi en azından eylem günlerinde militan ayakkabıcıların büyük okuyucular olmadıklarına ilişkin elde kuşku duyulmayacak örnekler vardır. Zanaatkâr topluluğu olarak ayakkabıcıların ortalamanın üzerinde okur yazar kişiler olmalarına karşın, yoksullukları dillere destan bu kadar çok insanı kapsayan böylesine geniş bir mesleğin içinde belli oranda pek okumayan bulunması şaşırtıcı olmamalıdır                                                                   

On dokuzuncu yüzyıl boyunca zanaat genişleyip saflığını yitirdikçe ayakkabıcıların arasında okuma yazma bilmeyenlerin sayısı artmış olabilir. Gene de, çok sayıda ayakkabıcı aydının olağan dışı ve belki de Özgün varoluşunu, böylesi insanların büyük ölçüde okuma yazması olmayan bir toplumda dikkatleri üzerilerinde toplayacağı düşünülse bile, görmezden gelmek olanaksızdır. İdeoloji öncelikle dinsel bir biçim aldığında, ayakkabıcılar Kutsal Yazılar üzerine düşünüp taşındılar ve bazen ortodoksluktan uzak sonuçlara vardılar. Cevenne mezhebine Calvinizm ‘i sokan, mesihçilik, gizemcilik ve dinsel inançlara karşı gelme üzerine kehanetlerde bulunan, yazan ve telkin eden onlardı.

 

Seküler alanda Cato Sokağı suikastçılarının çoğunluğu büyük ölçüde ayakkabıcıydı ve anarşizmin cazibesine kapılmak konusunda kötü bir şöhretleri vardı. 

Emile Pouget 'nin Le Père Peinard adlı eserinin kapağında yer alan, “atölyesindeki kunduracı” resmi simgesel bir anlam taşıyordu.



 




Çok yaygın olarak en azından İngilizce'de, on dokuzuncu yüzyılda bildiğimiz kadarıyla başka hiçbir zanaatin sahip olmadığı zenginlikte bir ayakkabıcı toplu yaşam öyküsü yazını bulunmaktadır. 

Antikiteden sanayi devrimine dek, pek çok ülkede kullanılan **çizmeyi aşma” gibi deyimler, açıkça ayakkabıcıların resmi eğitimden geçmiş kişilere bırakılması uygun görünen konulardaki görüşlerini açıklama eğilimlere dikkat çekmektedir -"Ayakkabıcı çizmeyi aşmasın, kitapları okumuş adamlar yazsın”; “Vaaz veren ayakkabıcı kötü ayakkabı yapar” vs. Diğer zanaatlere gönderme yapan özlü sözlerin çok daha az yaygın olduğu açıktır.

Bu türden dolaylı kanıtları bir yana bıraksak bile, ayakkabıcı aydınların sayısı etkileyicidir. Bu kişilerin ille de köktenci olmaları gerekmiyordu Ancak, 18. ve 19. yüzyıllarda, halk siyasetçileri olarak edindikleri ünü gizlemeden, yapıtlarında toplumsal bakımdan daha üstün konumdaki okurları etkileyecek konular -bilim, edebiyat ve din-- üzerinde durmayı yeğlediler. Yine de, kilisenin siyaset üzerindeki nüfuzunu reddeden akım (anti-clericalist) ve ateist- olmadıkları zaman kendilerine seçtikleri dinin sıklıkla heterodoks ve köktenci olduğu tarihçilerin gözünden kaçmayacaktır. 

İnsanın aklına yaşadığı kentteki Lutheryen Kilise tarafından işkence edilen Jacob Boehme ve Quaker mezhebinden George Fox geliyor. Ayrıca, daha önce ayakkabıcılık yapmış oyun yazarı ve İngiliz Jakobeni Thomas Holcroft, 1848’de Viyana İşçi Örgütü'nü kuran ve ayrıca şair olan Friedrich Sander, ayakkabıcılıktan boyacılığa geçmiş ve yazınsal sanat dergilerinin editörlüğünü yapmış anarşist Jean Grave örneklerinde görüldüğü gibi köktencilik ile yazınsal etkinliğin birleşimi dikkat çekicidir.

Elbette, toplumun alt sınıflarına ilişkin entelektüel faaliyetleri ayakkabıcıların tekeline sokamayız. Her zaman için kendine yeterlilik düşüncesinin havarisi olan Samuel Smiles “Astronomers and Students in Humble Life : A new Chapter in the 'Pursuit of Knowledge' Under Difficulties” adlı denemesinde diğer meslek gruplarından da örnekler verir.?' Yine de, “kırsal bölgelerde kilise katipliği konumunun bir ayakkabıcı tarafından ele geçirildiğini görmek çok yaygın bir durumdur” biçiminde dile getirilmiş gerçek olağandışı bir okur yazarlık düzeyi gerektirir.32

Meslek grubu olarak ayakkabıcıların entelektüelliği birden fazla araştırmacıyı etkilemiştir ve bu kolayca açıklanabilecek bir olgu değildir. Hem W. E. Winks hem de Crispin Anecdotes bu yüzden akıllarının karıştığını itiraf ettiler ancak “ayakkabıcıların içinde diğerlerinin çoğundan daha fazla düşünen adam bulunduğu” konusunda hemfikirdiler.53

 

Köktenci ayakkabıcı John Brown özyaşam öyküsünde şu yorumu yapar: “Daha incelikli bir eğitimin üstünlüklerine sahip kişiler, benim kadim zanaatimin üyelerinde ne kadar bilim ve kitabi bilgi bulacaklarını tasavvur edemezler”.

Fransa'da ayakkabıcıların “düşünen insanlar” oldukları “işçilerin düşünüldüğünden çok daha fazla sorun üzerine kafa yordukları” söyleniyordu. İngiltere'de on sekizinci yüzyıla ait bir şiirde şöyle deniyordu:

Bir zamanlar bir kunduracı                                

Kulübesinin kapısında düşünceye dalmıştı

 Eski kitapları severim derdi

 Sonra da okuduğumu düşünmeyi.

 

 

Rusya'da Maksim Gorki bir yapıtındaki karakterlerden birini

 "Pek çok başka ayakkabıcı gibi bir kitabın büyüsüne kolayca kapılıyor”   diye betimlemişti?

Ayakkabıcının popüler felsefeci ve siyasetçi olarak ünü sanayi kapitalizmi çağından daha öncelere dayanır, tipik kapitalist Ülkelerin ötesine taşar. Aslında, on dokuzuncu yüzyılın köktenci ayakkabıcılarının epeycedir meslek üyeleriyle ilişkilendirilmiş bir rolü yerine getirdikleri anlaşılmalıdır.

 Zanaatın koruyucu azizleri, Crispin ve Crispinciler, Soissons'daki atölyelerinde müşterilerine ortodoks olmayan vaazlar verdikleri için öldürülmüşlerdi o sırada Hıristiyanlık pagan İmparator Diocletion'ın egemenliği altındaydı. Shakespeare in Julius Ceasar’ının birinci perdesinde bir ayakkabı tamircisi protestocu kalabalığa sokaklar boyunca öncülük eder.

 

Dekker’in Shomakers Holiday -bu Elizabeth döneminde Lonra'nın “soylu zanaat" yararına halkla ilişkiler konusunda bir denemeydi- adlı eserindeki eğitimli usta işçiler belirleyici militan özellikler taşırlar: patronlarını, oradan oraya gezen eğitimli usta bir işçiyi işe almazsa kendisini terk etmekle tehdit ederler. Bu teatral göndermeler ile neredeyse aynı zamanda ayakkabıcı Robert Hyde ile Sherborne'daki belirli bir loncaya yapılan şu göndermeyi buluyoruz:

 "Ve sonra, yılbaşından kısa bir zaman önce Sherborne 'lu Robert Hyde adında bir ayakkabıcının kapısının yanından geçerken bu ilanı görüp ona seslendiğini ve kendisiyle konuşmak istediğini, biraz konuştuktan sonra şöyle dediğini anlattı


 “Bay Scarlet, bize bir tanrı, bir cennet, bir cehennem ve bu yaşamdan sonra bir yeniden doğuş olduğunu, yaptıklarımızın hesabını vereceğimizi ve ruhun ölümsüz olduğunu söylediniz. Ama şimdi bu kentte olan biri, bu dünyadaki yoksulluk ve düşkünlükten başka cehennem olmadığını ve cennetin de zenginlikten, zevklerin tadını çıkarmaktan başka bir şey olmadığını hayvanlar gibi öldüğümüzü ve biz gidince geriye bir şey kalmadığını ve buna benzer şeyler söylüyor.

 

Ama sorgulanan bu kişi ne kim olduklarını ne de belirli bir şey söyledi. Dahası, bunun Sherborne 'da neredeyse herkes tarafından bilindiğini ve Allen ile yanındaki adamın ateist olduklarını ekledi. 

Ayrıca, Sherborne'da tanrı tanımaz ayakkabıcıların bir toplantı yeri bulunduğundan da söz etti."

Middlex, Hamptonwickli Timothy Bennet'in (1756'da öldü) bir gravürü, şair Gray'in “Köy Hampden'i" adını verdiği ayakkabıcının anısına yapılmıştı. Kralın Bushy Park'taki bir geçiş hakkını kapatmasına, dava açmakla tehdit ederek karşı çıkmış ve davayı kazanmıştı. O günden sonra patika yol halkın kullanımına açıldı ve oraya aşağıdaki anıtı dikildi.

Ayrıcalıklarla demokratik yollardan çatışmayı ve kazanılan başarıyı simgeleyen gravür, ayakkabıcıyı kraliyet parkının kurucusu Lord Hallifax ile konuşması sırasında "boyun eğmez ve kayıtsız bir tavırla otururken” betimlemektedir. 


 "Dünyayı bulduğumdan daha kötü bir yer olarak bırakmak istemiyorum"     


                                                                                                                                                                                        Krala kafa tutan Ayakkabıcı "Timothy Benet"



                   

   

Bir diğer kaynak, sırtındaki sepetin içindeki alet takımı ile bir köyden öbürüne yürüyen bir ayakkabıcıyı anlatır. “Bir iş bulduğunda kapının önüne oturur ve müşterisiyle birlikte şarkı söyleyerek dostluk kurar ya da siyaset konuşurlardı”. Ayakkabıcılara yakıştırılan önderlik şöhreti, Sir Robert Peel'in meslek derneklerinin taleplerini sunmaya gelen bazı ayakkabıcılara "nasıl oluyor da her ayaklanmanın en önünde sizin insanlarınız yer alıyor?... Ne zaman yasa dışı bir plan ya da siyasal hareket olsa sizden birini orada buluyorum” diye sormasına neden oldu“!.

 E.P. Thompson Yorkshire'lı bir yergi ustasının 1849 tarihli “Köy Siyasetçisi” portresinden alıntı yapar:

  “Kendisinden bekleneceği gibi, o bir tipik ayakkabıcı tamircisi. Yaşlı bir adam ve sanayileşmiş köyünün bilgesi. Epeyce övündüğü bir kütüphanesi var. Tuhaf bir koleksiyon bu... Pearl of Great Price, Cobbett's Two Penny Trash, The Wrongs of Labour, Rights of Man (İnsan Hakları), The History of French Revolution ve Bunyan'ın Holy War... Başarılı bir devrim –düşmüş bir taht, kralın alaşağı edilmesi ya da uzak ülkelere sürülmüş prensler, onun yaşlı kalbini bir kuart siyah bira gibi istiyor...

Dahası, İngilizler, Fransız ayakkabıcıların da bu nitelikleri paylaştığına inanıyordu. Fransız Devrimi üzerinden birden fazla yazı, "Valois ve Capets’in görkemli kubbeleri altında bağıra çağıra nutuk atan va ardından kitleleri krala işkence yapmaya ve onu öldürmeye götüren ayakkabıcıları betimler44.

 İngiltere gibi Fransa'da da ayakkabıcı, özgürlüğe duyduğu aşk ve köy politikacısı rolü ile tanınıyordu. "Düşüncelerinin bağımsızlığı” nedeniyle ayakkabıcılara hayranlık duyuluyordu. “İnsanların özgürlüğü” diyordu bir yazar "onların davranışlarında ifadesini bulmuştur”45, 1380 tarihli Maillatin's inda, kalabalığı harekete geçirenin, bir ayakkabıcının tutkulu söylevi olduğu anlatılır.

İtalyan devlet adamı Concini'nin 1617'deki düşüşünün, amiral yaşarken ona hakaret eden ve öldüğünde kalbini kızartıp yiyerek onu aşağılayan Picard adlı halk hatibi bir ayakkabıcı tarafından kesinleştirildiği de anlatılmaktadır". Sert içkilere düşkünlüğünün aksine insan eti yiyicilik ayakkabıcılara genelde yakıştırılan bir özellik değildir ancak ayakkabıcılar köktencilikleriyle haklı bir ün kazanmışlardı ve bu ün ve Fransa ile sınırlı değildi.

Ayakkabıcı, felsefeci ve siyasetçi olarak ne oranda zanaatının ürünüydü? Bu sorunun, biri okur yazarlıkla diğeri bağımsızlıkla ilgili olmak üzere iki boyutu vardır.

Zanaatlarının doğasında basılı bir metinle hiç bir mesleki ilişkisi (matbaacılar da olduğu gibi) bulunmayan ayakkabıcının okur yazarlığını ve o dillere destan kitaba ve okumaya olan düşkünlüğünü açıklamak zordur. Ayakkabıcıların deri ile ilgili becerilerinden ötürü sıklıkla kitap ciltleme ve onarma işlerinde yardıma çağrıldığı, işliklerinin kimi zaman kitapçılarınkine bitişik olduğu yolundaki talihsiz tahminler herhangi bir kanıt ile desteklenmemektedir.

 

Dahasi, bildiğimiz kadarıyla, zanaatin gelenek ve göreneklerinde okumaya yönelik özel bir ilgiyi vurgulayan, hatta ima eden hiçbir şey yoktur. Ayrıca, her opera severin bildiği gibi, Nurembergli Hans Sachs'ın, Meistersingerlerin en ünlüsü olmasına karşın, ayakkabıcıların bu en ince duyguları dile getiren zanaatkârlar arasında oransız biçimde temsil edildiklerine ilişkin hiçbir gösterge yoktur. Ayakkabicılar ile kitaplar arasındaki bağ matbaanin icadından ve yaygınlaşmasından önce kurulmuş olamaz çünkü o dönemlerde basılı metinlere yoksulların ulaşabilmesi söz konusu değildi. Ayakkabıcıların eğitimli usta isçi törelerinin genel yapısının matbaaların büyük ölçüde yaygınlaştığı günlerde biçimlenmiş olduğu akla gelmektedir.49 Elbette, kitaplar kolayca ulaşılabilir hale gelirgelmez, kurgulama ve tartışmaya yatkın bu mesleği doğal olarak kendine çektiği savunulabilir. Buna karşın, soru yine de geçerliliğini korumaktadır.

 Ayakkabı imalatındaki görece ilkel işbölümümü çok sayıda ayakkabıcıyı bütünüyle yalnız çalışmaya yöneltmiş ya da zorlamış olabilir.

 Mayhew, ayakkabıcıların “katı, taviz vermeyen ve derin düşünen" bir topluluk olduklarını öne sürerken “mesleğin içsel kaynakları geliştiren yalnız başınalık durumu”nun önemli bir etmen olduğu kanısındaydı.

Gezgin ayakkabı tamircileri, elbette, çevrelerinden kesinlikle soyutlanmış işçilerdi. Ancak, ayakkabıcının, atölyesinde de yalnız olması alışıldık bir durumdu. 1882'de Almanya'da ayakkabıcıların üçte ikisi yanlarına yardımcı dahi almaktaydı.

 Buna karşın, tek başına çalışan ayakkabıcı bile kültürel anlamda soyutlanmış değildi. Eğitimini küçük bir işyerinde almış olabilirdi. Usta, birkaç gezici işçi, bir ya da iki çırak ve ustanın karısı tipik bir işyerini oluşturuyordu. Ondokuzuncu yüzyıl Almanya'sının geleneği en çok koruyan bölgelerinde çırak başına ortalama 2,4 ya da 2,6 gezgin işçi düşüyordu.

 

Ancak, işten ayrılan gezgin işçilerin yerlerinin hızla doldurulması hem ustaların hem de çırakların ufkunu genişletmekteydi. Üstelik bu zanaatkârlar sürekli dolaşan ve kötü şöhretli gezginlerdi. Almanya'nın güneybatısındaki Suabia eyaletinde yaşayan taşralı bir ayakkabıcı, gezgin ayakkabıcıların çıraklık döneminde onun üzerinde bıraktığı derin etkiyi şöyle tanımlamaktadır: "Gezgin ayakkabıcılar arasında çok gezip görmüş, bilgili insanlar vardı. Böylece ben de onlardan pek çok şey duyup öğrendim.” Daha sonra o da, çıraklığını bitirdiği tarih ile kendi işliği olan ufak bir usta ve sosyal demokrat bir eylemci olup bir yere yerleşmesi arasında geçen sürede 15 ayrı yerde 17 işyerinde çalıştı2. Jena’da olduğu gibi, bir gezgin ayakkabıcının her dükkanda ortalama 6 ay kaldığı varsayılırsa, sıradan bir çırak 3 yıl içinde 15'den fazla gezmiş adam ile yakın ilişkiye geçmekteydi. Tipik bir gezgin ayakkabıcının karşılaşacağı gezgin sayısı ise bundan çok daha fazlaydı.

 

Gezgin işçiler birbiriyle yalnızca işliklerde değil, yollarda, işin ve yardımın törensel bir tarzda arandığı ve bulunduğu misafirhane olarak işlev gören hanlarda da karşılaşıyorlardı?. Mesleğin sorunlarını, günün haberlerini tartışmaya ve genel anlamda bilgi alış verişini sağlamaya yarayan pek çok olanak vardı. Daha büyük kentlerde, birçok başka meslek üyesi gibi ayakkabıcılar da kendilerine ayrılmış caddelerde ya da sokaklarda yaşayabilir ve çalışabilirlerdi. Hem kentsel hem de kırsal bölgelerde, ayakkabıcılık pazarlarında zanaatdan başka kişilerin eksikliği his edilmiyordu. İş ufak bir alanda yapılabildiği için işyerinin dışında çalışan bir kaç yarı proleter işci ya da usta aynı işliği paylaşabiliyordu. En yalnız ayakkabıcı tamircisi bile bir zamanlar "soylu zanaat" kültürü içinde toplumsallaşmıştı.

 Peter Burke'nin yakın geçmişte, dokuma işçilerininki dışında tüm öbür zanaat kültüründen daha güçlü diyerek doğru biçimde tanımladığı o "ayakkabıcı kültürü" olağandışı bir belirginliğe ve sürekliliğe sahipti.

 

 Ayakkabıcıların Bayramı

 

Örneğin İskoçya'da zanaatin kutsal koruyucu Katolik azizi Kalvinist reformasyondan sonra yaşamını “Kral Crispin" olarak sürdürdü İngiltere'de St. Crispin Gunti, ondokuzuncu yüzyıla kadar ayakkabıcıların bayramı olarak tören alaylarıyla kutlanıyor ya da 1813'de Norwich'te olduğu gibi, gezgin ayakkabıcılar tarafından siyasal amaçlarla yeniden hayata sokuluyordu.

 Yüzyıl sonunda, kimi tümüyle kırsal bölgelerde hâlâ yaşıyor ya da anımsanıyordu. Örgütlü loncaların ve belediye meclislerinin İngiltere'de erkenden çöküşü bu tür şeylerin yaşamasını daha da etkileyici kılmaktadır.

 Yine de, zanaatın yazılı ve yazısız gelenekleri arasında ayakkabıcıları entelektüelliğe ve hatta köktenciliğe özel olarak bağlayan hiçbir şey yoktur. Çoğunlukla her yerde, genç ve yaşlı herkes için vazgeçilmezliklerine dayanan zanaat gururunu vurguladılar. Gezgin ayakkabıcıların şarkılarında en çok rastlanan tema budur.

Onlar, ayakkabıcıların çalışma ve dinlenme zamanı üzerindeki denetiminin -Saint Monday ve diğer tatilleri gönlünce kutlama yetkinliği- de kanıtladığı gibi bağımsızlığı, özellikle de gezgin ayakkabıcının bağımsızlığını vurguladılar .

 Topluca geçirilen boş zaman ve kafaları çekme birbirinden ayrılmıyordu. Ayakkabıcılar içki içmeyi ve bar kültürünün öbür yan ürünü olan tartışmaları kavgaya dönüştürmeyi kendilerine ün sağlayan bir etkinlik olarak vurguluyorlardı.

Polonya'da bir atasözü 

“En iyi bira ayakkabıcılarla, arabacıların içtiği yerdedir” der.

 Johann Nestroys’un en tipik üç gezgin işçinin başına gelenleri anlattığı Lumpazivagabundus (1836) adli kaba güldürüsü, ayakkabıcı kahramanı hem amatör bir astronom hem de etkileyici ve kavgacı bir ayyaş biçiminde yansıtır. Ancak bunlar özellikle entelektüel topluluklar değildi.

 Olasılıkla, ayakkabıcılığın hem oturarak yapılan hem de fiziksel açıdan fazla uğraş istemeyen bir iş olması zanaatın entelektüelliğinin en akla yakın açıklamasıdır. Büyük olasılıkla, kırsal bölgedeki erkekle bedensel açıdan en az zorlayan iş ayakkabıcılıktı. Bu nedenle, ufak tefek, cılız, bedensel engelli erkek çocuklar alışılageldigi üzere bu zanaata yerleştiriliyordu.

 Gizemci Jakob Boehmess, The Farmers Boy'un yazarı Robert Bloomfield'da", "saban başına getirilen" ama "hemen bu kadar ağır bir iş için çok güçsüz oldugu anlaşılan" ve daha sonra Quarterly Review'in editörlüğünü yapan William Gifford, bir kaza sonucu sakatlanip esas mesleği olan tersane isçiliğini yapamaz duruma gelince ayakkabıcılığa başlayan" Ragged Schools"un öncüsü John Pounds“, St. James'de hâlâ varolan ünlu bir ticarethanenin kurucusu John Lobbøl birçok örneğin içinde ilk akla gelenlerdir.

 Pomeranya'nın Loitz bölgesinde “Kendilerini bu işe adayan insanların neredeyse tümü kötürüm ya da tarımsal ve endüstriyel işlere uygun olmayan kimselerdi”. Yalnızca kendi işlerini yaparak iki yakaları bir araya gelmeyen köylü ayakkabıcılarının (Scheswig, Heide kentindeki gibi) gece bekçiliği, okul müstahdemliği, habercilik, garsonluk, mübaşirlik, papaz yardımcılığı ya da yedek postacılık ve çöpçülük gibi işler yapma eğilimleri buradan gelmekteydi“.

 

1813 tarihli Amerika Deniz Kuvvetleri onbaşı toplama talimatları "güçlü, sağlıklı ve yeterli adamlar” dışında hiç kimseyi orduya almama konusunda ısrarlıydı. “Toprak işçileri en düşük rütbeli denizci olarak askere alınabilir ancak yaptığı iş kendisine çok az bedensel güç sağlayan terziler, ayakkabıcılar ya da nalbantlar hiçbir biçimde gemiye sokulamaz”dı.

 Bu zanaatların İtalya’daki toplu törenlerindeki özürlü ayakkabıcıların ve terzilerin (“çarpık, kambur, topal”) sayısı Ramazzini'nin dikkatini çekmişti. Ancak, ondokuzuncu yüzyılda Britanya’da mesleğe bağlı ölüm istatistikleri ile desteklenen bir inceleme, ayakkabıcıların, terzilerin sanıldığı kadar bedensel olarak güçsüz olmadıklarını sergiledi. 

Öte yandan topal ayakkabı tamircisinin yazınsal kayıtlara geçirilmesi Latin oyun yazarı Plautus’un zamanına kadar uzanır. Mesleklerini tarımsal etkinlikler ile birleştiren taşralı ayakkabıcıların sıkça görülmesi büyük olasılıkla konuyla bağlantılıdır. Yine de bu meslek, en azından geleneksel olarak bedensel çalışma gerektiren işlerde çalışan kendi yaşındaki öbür çocuklarla yarışması olanaksız olanlar tarafından seçiliyordu. Bu durum, başka türlü saygınlık kazanmak için onlarda güdülenme sağlamış ve bu noktada, mesleklerinin izleme ve sohbet ile kolayca bağdaştırılabilecek yarı rutin yapısı bu çocuklara entelektüel seçenekler sunmuş olabilir.

Daha büyük atölyelerde bir arada çalışan ayakkabıcılar, sırayla birer kişinin yüksek sesle gazete ya da kitap okuduğu, eski bir askerin bunları okuması için ücretle tutulduğu ya da en genç olanın gazeteleri toplamak ve okumak zorunda olduğu “okuyuculuk” (Gresini geliştiren iş kolları arasındadır terziler ve puro imalatçıları diğerleridir. (Ayni zamanda ikinci dereceden bir şair olan ayakkabıcı George Bloomield'in "Ayakkabıcılar siyasetçidir' diyenler bu meraklarının çözümünü bulabilirler" sözüyle ima ettiği budur.)" Kentlerde, böylesi sesiz ve çok çaba istemeyen başka iç mekan meslekleri vardı ancak köylerde bir başkasını akla getirmek güçtür -elbette ki nalbantlar ya da at arabalarının tekerlerini onaranlar dışında",

 

Buna bağlı olarak ayakkabıcının işi çalışırken düşünmeye ve tartışmaya olanak sağlıyordu. Çalışma saatleri sırasında sık sık yalnız başına kalması onu kendi düşünsel kaynaklarına döndürmüş olabilir. O, bedensel engellerini telafi güdüsü taşıyan gençler arasından seçilerek bu mesleğe alınıyordu. Çıraklık eğitimi ve gezgin ayakkabıcıların oradan oraya dolaşması onu mesleğinin ve daha geniş bir dünyanın kültür ve siyaseti ile tanıştırıyordu. Bu duruma, alet kutusunun hafifliğinin yanında kitap taşımayı öbür mesleklerden daha kolay kıldığını da ekleyebiliriz. Bu olguya ilişkin birçok kanıt vardır. Tüm bunların ayakkabıcının yaşama ilişkin kanılarını kitaplardan edindiği konusunda yeterli ya da sağlam bir açıklama sağlayıp sağlamadığından emin olamayız. Yine de üç nokta son derece açıktır:

Birincisi, kısaca göreceğimiz gibi, zanaatlar arasında okur yazar oranının daha yüksek olan ayakkabıcıların, gayri resmi evrak memuru ya da entelektüel işci olabildikleri çoğunluğun okur yazar olmadığı kırsal alanlar ile küçük kent çevrelerinde yaygın biçimde bulunmaları sıradışı bir durumdu. Çok az rakipleri vardı. İkincisi, entelektüel ve köktenci ayakkabıcı imajı ortaya çıktığı andan itibaren (böyle bir imaj kuşkusuz vardı) gerçekliği birkaç biçimde etkilemiş olmalıdır. Bir ayakkabıcı bu role uyduğu anda yaygın beklentileri onaylamış oluyordu. Sonuçta, ayakkabıcının bu role uygun davranışı çok daha sık dikkat çekiyor belgeleniyor ve üzerine yorum yapılıyordu. Bu yaygın imge edebiyatdan felsefeden tad alan ve siyasal merakları olan gençleri kendine çekiyor ya da radikal ve felsefeye düşkün ayakkabıcılarla ilişki kuran gençlerde bu konulara karşı bir ilgi uyanıyordu. Son olarak, sadece nesnel koşullar onlara yardımcı olmamış aynı zamanda topluluğun örf ve adetleri engel oluşturmadığı için bu ayırd edici özelelliklerin bazılarını zanaatin kültürü de geliştirmiş olabilir.

 Pek çok meslekte bu tür beğenileri olan "okuyan adam" soyutlanabilir ya da alay konusu olabilirdi. Ayakkabıcılar arasındaysa, grup ilkeleriyle daha çok örtüşen bir davranış biçimi olarak kabul edilmesi daha kolaydı

 Ayakkabıcının bağımsızlığı, açık biçimde, zanaatin nesnel koşullarına bağlıydı. Bu bağımsızlıktan, köyün siyasetçisi olma yeteneği yeşerdi. Dahası, zanaatin en azından ondokuzuncu yüzyıldaki mütevazi konumu ve işe alınanların görece yoksulluğu köktencilikerini açıklamamıza yardımcı olur.

İki özellik bağlantılıdır. Zanaat, öncelikle hazırlanması (tabaklama, temizleme, boyama, vs) iğrenç ve pis bir iş olan, dolayısıyla çoğunlukla toplumsal konumu düşük insanlarla ya da Hindistan ve Japonya'daki gibi paryalarla sınırlanmış deri işçiliğine dayanıyordu. Ayakkabıcılar çoğu zaman kendi derilerini kendileri tabakladıklarından Loitz deki Pomeranyalı ayakkabıcı topluluğunun 19. Yüzyıllın ortalarına dek yaptığı gibi) kökenleri sepiciler ile yakından ilintiliydi. Lepzig de sepiciler ve ayakkabıcılar başlangıçta tek bir lonca oluşturmuşlardı. Ayakkabıcılığın düşük toplumsal konumu ve meslek üyelerinin karşılaştıkları küçümseme, her koşulda yazarlar tarafından - bir bakıma bu “murdarlıkları" ya da bununla ilgili anılarla bağlantılı olabilir.

 Öte yandan, duyduğu bu öfkenin zaman - vazgeçilmezliğini ve görgülülüğünü vurgulayan köktenciliğe doğru ittiğini düşünmek hiç de mantık dışı değildir. Düşük toplumsal konum ögesinin süregeldiği kesin olarak görülmektedir ve olasılıkla ayakkabıcının bedensel özür ile ilgili şöhretinden de ayrıca etkilemiş, bu şöhretin bir nedeni olmuştur. Ondokuzuncu yüzyılın sonunda bile bir yazar geleneksel (fabrika öncesi) zanaattan “simit olarak...                            

 Sıradan ayakkabıcılar alışkanlıkları ve dış görünümleri açısından ne temiz ne de derli topluydular, ayakkabıcılık toplumsal düzeyi düşük mesleklerden biri olarak horgörülüyordu; çırak olarak işlik de onlarla birlikte yaşayabilecek çocuklar alınırdı biçiminde söz edebiliyordu"

Dahası, çıraklığın bedeli asgari düzeydeydi. Bu nedenle oğullarını daha çok umut veren ve seçkin (ve bedeli daha yüksek) mesleklere yerleştiremeyen aileler ayakkabı yapmayı öğrenmek için gereken parayı zar zor bir araya getirebiliyorlardı.

 

 Zanaatın yoksullukla bağlantısı dillere destandı?


 Yiddiş dilinde bir atasözü “Bütün ayakkabıcılar her zaman yalın ayak gezer” der.

 “Ayakkabıcının ayakkabısı her zaman yırtıktır."

 Hamburg civarında artık yiyeceklerden yapılan bir karışıma "ayakkabıcı turtası" adı verilmişti",

Bağımsızlık ve yoksulluğun aynı anda varoluşu bir anlamda, mesleğin dört bir yana kendine has dağılışıyla ilintilidir. Zanaat hem kentsel hem de kırsal bölgelerde, en azından açık havada yapılan çetin işlerde giyilecek botlar konusunda “deriden daha iyisinin olmadığı" çoktandır bilinen ılıman iklim bölgelerinde çok erken örgütlenmişti. Kendileri de çoğunlukla aynı köklerden gelen ayakkabıcılar çok sayıda yoksul insanı kapsayan bir müşteri kitlesine hizmet veriyordu. Birçok yapım, onarım işinin aksine, ayakkabı ve deri bot yapımı ve tamiri ustalaşmış belirli kişiler gerektiriyordu. Ondokuzuncu yüzyılın sonunda, hâlâ, Avusturya'nın Alp Dağlarındaki çiftlikleri (Störsbuster) dolaşan ve çiftçilerin sağladığı işlenmiş ya da ham derilerden bir yıl dayanacak ayakkabılar yapmakta ve onarmakta ustalaşmış ayakkabıcılar vardı.

 Bu nedenle, ayakkabıcılık ve ayakkabı tamirciliği, yalnızca olağandışı erken tarihte örgütlenmiş (Hem İngiltere'de hem de Almanya'da en eski zanaat loncalarından biridir)? bir meslek grubu değil aynı zamanda kent ve taşraya en yaygın biçimde dağılmış zanaatlerden biriydi de. Onsekizinci yüzyılda Sevillle’de olduğu gibi ondokuzuncu yüzyılda Valparaiso’da da tüm öbür zanaatları sayıca aşıyordu.

1800'de Prusya'da da durum aynıydı. (Onları terziler ve demirciler izliyordu.) Bir tek 1771'de Bavyera’da dokuma işçilerinin sayısı ayakkabıcılardan fazlaydı ancak pazar köylerinde ayakkabıcılar birinci geliyor, onları bira yapımcıları ve dokuma işçileri izliyordu”?, 1771 tarihinde Friesland'ın kırsal bölgesinde her bin kişiye düşen 4.53 dokuma işçisine, 4.48 marangoza, 3.70 fırıncıya, 2.08 demirciye, 1.76 din görevlisine karşılık 5.79 ayakkabıcı düşüyordu. Tüm yerleşim bölgelerinde bulunan ayakkabıcı oranı % 54, marangoz oranı % 52, demirci oranı % 40 ve hancı oranı % 32.78 idi. İnsanların, yakın çevrelerinde usta ayakkabıcılar ve ayakkabı tamircileri olmadan yaşamanın, başka usta zanaatkâr ve hizmetler olmadan yaşamaktan daha güç olduğunu düşündükleri açıktır.

Ayakkabıcının mesleğinde, çok geniş bir beceri ve uzmanlık alanı oluşmuşsa da teknoloji ve iş bölümü bağlamında ilkelliğini, yeterince homojen bir ürün ortaya koyduğu için de özde tek kişilik zanaat niteliğini sürdürüyordu.

 Orta Çağ lonca ekonomisinde sıkça görülen metal işçiliğinin kendi içinde gelişen uzmanlaşmış ayrı zanaatlara bölünmesine ayakkabıcılıkta rastlanmaz. Genel olarak bakıldığında zanaat sepicilerden, deri ve öbür hammadde satıcılarından ayrıldığında içindeki ana çatlak ticariydi -bu ayrışma ayakkabı yapanlarla ayakkabı yapsınlar ya da yapmasınlar) ayakkabı tüccarları arasındaydı. Ayrıca, ayakkabı yapanlarla yalnızca onaranlar arasında da çeşitli biçimlerde tanımlanan bir ayrım vardı: aynı zamanda ayakkabıcı olan ince deri yapımcıları (cordwainer) ile ayakkabı tamircileri (savatiers, flickschuster, ciabatting).. Ayakkabı tüccarlarının çoğunlukla tamircilerden çıktığını da belirtmek gerekir. İmalatçılar ile tamirciler arasındaki ayrım, bazen, ayrı loncaların kurulması ile kurumsallaşıyor ancak tamircilerin loncaları imalatçıların denetiminden bütünüyle kurtulmakta yada tek başına hayatta kalmakta güçlük çekiyordu.

Tamircilik açıkça aşağı konumdaydı ve İngilizce'de bu sözcük niteliği düşük herhangi bir iş için de kullanılmaktaydı. Buna karşın, özellikle, değişmeyen talep ile kentlerdeki artan arzın karşı karşıya geldiği bölge ve dönemlerde (Onsekizinci yüzyıl Almanya'sı gibi) ayakkabıcılık ile ayakkabı tamirciliği arasındaki ayrım belirsizleşiyordu ayrıca belirsizleşmek zorundaydı" da. Bir kaç kişinin dışında yalnızca ayakkabı yaparak yaşamak olanaksızdı. Gerçekte, ayakkabı yapanların aynı zamanda tamir de yaptığı varsayılıyordu. Bundan dolayı, hiç şüphesiz retorik amaçlarla, bir ustanın yeterli bir gelire (yilda 91 Gulden) ulaşmak için “hergün bir çift yeni ayakkabı üretmesi ya da üç çift pençe ya da yama yapması ve bunun yanısıra müşterilerinin ödeme yapacağına güvenmesi gerektiği” öne sürülmüştü. 18. ve 19. Yüzyıllarda Fransızca'da condonnier sözcüğü tipkı Almanca'da yaygın olarak kullanılan schusterov sözcüğü gibi hem yapan hem de onaran anlamına gelirken, İngiltere'de sözcüklerin birbirinin yerine kullanılabilir duruma gelmesi hiç de şaşırtıcı değildir? Gerçekte, loncalar tarafından etkin denetim altında tutulan kentler -ki bu loncalar giderek güçsüzleşiyorlardı- dışında ayakkabı yapmak ile tamir etmek birbirinden net biçimde nasıl ayrılabilirdi ki?

Ustalaşmış ayakkabıcılar ve tamircilere yoğun bir talep olması, korporasyon kentlerin* zanaati tekel altına almasını olanaksız hale getirdi.

Kırsalda ayakkabı tamirciliğinin engellenmesi son derece zordu. Bu tür kırsal ayakkabıcılık (kaçınılmaz olarak) lonca denetiminin ve niteliklerinin dışındaydı ve meslek hemen hemen her zaman bu tür ayakkabıcıdan öğrenilirdi. Geniş ölçekli üretim ve dagıtım gelişinceye kadar, yerel ayakkabı tamircisinin, özellikle açık arazideki çalışmalarda giyilen yerel ayakkabı talebini karşılamasını önlemenin yolu yoktu. Bu nedenle, kentin denetim altında tutulan ticari işleyişinde ustalaşma şansları düşük olan gezgin işçiler, herhangi bir köyde ya da taşra kasabasında kendi başlarına bir düzen kurmayı tercih etmiş olabilirler. Gerçekten de ondokuzuncu yüzyıl gibi geç bir dönemde Almanya'da bu doğrultuda giderek artan bir eğilim dikkat çekmiştir. 1840 tarihinde Saksonya'nın kırsal bölgesindeki taşralı ayakkabıcılar üzerindeki yasak sonunda kaldırılıp (ayakkabı tamircilerinden ayrı olarak) her köyde bir ustaya ( çırakları olmadan) izin verilince birden çok sayıda ayakkabıcı ortaya çıkıverdi. Pek çoğunun yalnızca resmi sıfatlarını değiştirdikleri yerinde bir tahmindir.

Öte yandan, en iyi ve en iyi usta ayakkabıcı ile en mütevazi tamirci arasında net bir ayrım olmadığı varsayılırsa, devasa boyuttaki bu mesleğin yalnızca zanaatlarından sağladıkları gelirle -Almanya'daki köylü ayakkabıcılar mesleklerinden yaşamaları için gerekli olan gelirin ancak yarısını elde ederlerdi, geçinmeleri mümkün olmayan geniş bir marjinal kesimi barındırdığı öne sürülebilir. Sanayi öncesi döneme ilişkin veri bulmak güçtür ancak, ondokuzuncu yüzyılda bir Suabia köyü için yapılan hesaplama, oradaki bir ayakkabıcının yetersiz talep yüzünden yılda ortalama yedi çiftten fazla ayakkabı yapamadığını göstermektedir.83

 Bu nedenle, çoğu ayakkabıcı için bu meslek bir ek kazanç kaynağından fazlası olamazdı. Dolayısıyla, ayakkabıcılığın yoksulluk konusunda edindiği ünün sağlam temellere dayanmasına karşın, meslekteki yığılmanın nedenleri açık değildir. Bu yığılmaya, olasılıkla, temel gereçlerin ucuzluğu, mesleği evden yürütme olanağı ve ayrıca çalışmakta olan ayakkabıcının ailesi dışında çırak alması yol açmaktaydı. Matbaacılar ve cam işçileri çırak alımlarını kendi oğulları, yakınları ve birkaç ayrıcalıklı dışarlıklı ile sınırlamışlardı*

 

________________________________________________________________

 

* Korporatif kent - iktisadi, toplumsal ve siyasal karar üretme süreçlerine büyük ölçekli korporasyon şeklindeki örgütlerin çıkarlarının yön verdiği bir kent tipi. (ç.n.)

 

Ayakkabıcılar bu sınırlamayı pek ender getirebiliyorlardı. Sonuç olarak, ayakkabıcılar ne mesleklerine girişi ne de sanayilerinin büyüklüğünü kontrol altında tutabiliyorlardı. Dolayısıyla, meslekteki yığılma da denetim altına alınamıyordu.

Bu yüzden, meslek homojenlikten uzaktı. Yine de, temelde elle çalışılan bir zanaat olarak kaldığı sürece --evlerde kullanılan dikiş makinesinin henüz zanaata girmediği 1850'lere kadar-- meslek içi bölünmeler muğlak ve değişkendi. Zanaatkâr komünist Wilhem Weitling'in gözlemlediği biçimde, terzilerde olduğu gibi (örneğin kentlerdeki yüksek sınıfa yapılan özel ısmarlama ürünler) gibi ayakkabıcılar arasında da “soylular” ya da gözde dallar vardı. Ancak her ikisi de mesleklerin önem sıralamasında üst sıralarda yer almıyorlardı, çünkü özellikle ayakkabıcılar olağan dışı biçimde kalabalıktı ve bu yüzden olağan dışı bir büyüklükte yoksul ve marjinal oranı içeriyordu. 1840'larda Neustadt'a akın eden ve oturma izni için başvuruda bulunan yüzlerce gezgin işçinin yüzde 14.7'den fazlası (Bohemya'dan gelenlerin yüzde 17’si) ayakkabıcıydı. Onları yüzde 10 ile (Bohemya’lalırın yüzde 14.6'sı) terziler; yüzde 8.3 ile (Bohemya'lıların yüzde 9.1) doğramacılar izliyordu.

Köylü ayakkabıcı kendi kendisinin patronuydu. Yaptığı iş ufak bir sermaye gerektiriyordu. Araç gereç ucuz, hafif ve taşınabilirdi. Ayakkabıcının, çalışmak ve yaşamak için, başının başını sokabileceği mütevazi bir dama ihtiyacı vardı, en kötü durumdaki tek bir oda içinde çalışıp yaşayabilirdi. Bu koşullar onu, alışılmışın dışında hareketli kılsa da birçok meslek grubundan belirgin biçimde ayırmıyordu. Ayakkabıcıyı diğerlerinden ayıran, alt sınıflardan çok sayıda insan ile temasa geçmesi ve patronlardan ya da zengin müşterilerden bağımsız olmasıydı. Çiftçiler toprak sahiplerine bağlıydı, tekerlek ustaları ve yapı işçileri çiftçiler ile mülk sahiplerinden gelecek emirlere bakıyorlardı; yoksullar kendi giysilerini kendileri diktikleri için terziler zenginlere hizmet ediyordu. Ayakkabıcı, zenginlere de ayrıca hizmet veriyordu çünkü onların da ayakkabıcıya ihtiyaçları vardı ancak asıl müşteri kitlesini yoksullar oluşturuyordu, çünkü ayakkabıcı olmadan onlar da yapamıyordu.

 

________________________________________________________________________________

 

* Elimizdeki bilgiler 18. Yüzyılda Londralı ince deri üreticileri arasında aile içi kuşaklar arası sürekliliğin çok yüksek olduğunu göstermektedir.

Yoksular arasında deri ayakkabının gerçek kullanımı bildiğimizden daha az olsa bile -ki kesinliklikle refah dönemlerimizden çok daha kısıtlıdır.- yine de gerçek göz ardı edilemezdi.*

Aslında, ondokuzuncu yüzyılın ilerleyen dönemlerinde zengin köylüler başka yerde üretilip dükkanda satılan ayakkabılara yöneldiler. Bu durum yüksek kalite ayakkabı yapmayan köylü ayakkabıcıyı giderek, açık arazideki çalışmaların zor koşullarına dayanıklı ayakkabıya ihtiyaç duyanlara bağımlı hale getirdi.

 

Bu nedenle, ayakkabıcı işini ve müşterilerini –hatta yeterince iyi bir ayakkabıcı ise saygın müşterilerini- yitirme tehlikesi olmadan düşüncelerini ifade edebiliyordu. Dahası, müşteri ile arasında bir güven bağı vardı. Bunun bir nedeni tarım işçilerinin ve belki de köylülerin, yalnızca toplu para aldıklarında ödeme yapabildikleri için ayakkabıcıya borçlu olmalarıydı -örneğin hasattan sonra (Pomeranya'da ödeme günü 25 Ekim St.Crispin Gününe denk geliyordu)** ya da yıllık işe alımların yenilendiği Paskalya yortusu ile bundan sonraki yedinci pazara rastlayan Whitsun arasındaki dönemde. Bu nedenle ayakkabıcı müşterilerine güvenmek zorundaydı müşterinin ona ise güvenmemesi için hiçbir nedeni yoktu. Yoksulların iş yaptığı pek çok kişinin aksine –değirmenci, fırıncı, hatta han sahibi, ayakkabıcı kolayca test edilebilen yeni ya da onarılmış mal üretiyordu. Kalitede ortaya çıkan değişiklikler çoğunlukla hileye değil beceri düzeyine bağlıydı. 87

Sonuç olarak, ayakkabıcı düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne sahipti çünkü bu görüşlere güvenmemek için bir neden yoktu.

Bu düşüncelerin heteredoks ve demokratik oluşu kimseyi şaşırtmamalıdır. Köylü ayakkabıcının yaşamı zengin ve güçlüye değil yoksula yakındı. Hiyerarşi ve resmi örgütlenme ona pek değer vermiyordu. Kendi zanaatındaki örgütlenme geniş değildi. Pek çok durumda lonca ya da zanaat düzenlemelerine karşın dışarıda iş buluyordu.

 

________________________________________________________________

 

* Özellikle yalın ayak dolaşmanın yaygınlığı (kadınlar ve çocuklar arasında) ve ayağa giyilebilecek alternatif giyecekler (tahta ayakkabı, keçe ya da hasir bot ve benzerleri) konusunda daha fazla bilgiye ihtiyacımız var. Bu tarımsal uyum ile 25 Ekim arasında bir bağlantı olabilir mi?**

 

Bağımsızlığın değerini biliyordu ve kendi göreceli otonomisini müşterilerininki ile kıyaslama olanağına sahipti. Zanaattaki köktencileri temsil eden bir örnek grup derlemek zor ya da olanaksızdı. Bu nedenle bağımsız görüşleri ifade yetisi, çoğunluğu oluşturan (büyük olasılıkla) part-time çalışan marjinal ayakkabı tamircilerinden çok, görece daha başarılı zanaatkârların oluşturduğu azınlıkla sınırlı olduğunu söylemek olanaksızdır. Soru tartışmaya açık bırakılmalıdır. Yine de, geç 18. yüzyıl ile erken 19. yüzyılın kendine has bağlamında, küçük zanaatkârların yok olmasına karşı sesini yükselten ve "usta ile adamı... herkesin kendi yerinde durduğu ve herkesin özgür olduğu” bir sistemin yerine "efendiler ile kölelerin"8% bulunduğu bir sistemin geçişini lanetleyen Colbert'i okuyan köktenci ayakkabıcıların bulunması doğaldır. Onları sansculotte ve daha sonra anarşist saflarda bulmak da şaşırtıcı değildir.

 

Mütevazı bir yaşamda ısrar etmek ve haksızlık ile yoksulluğun getirdiği sorunlara çözüm olarak çok çalışma ve bağımsızlığı önermek her zaman için köylü ayakkabıcıların deneyimleri içindeydi.

Bu savın büyük bölümü diğer köylü zanaatkârlar için de geçerli olabilir. Ancak, Nalbant’ın gürültülü dükkânı ve işi çalışırken sohbet etmeyi güçleştirirken ayakkabıcı, kentten gelen düşünceleri çevresine aktarmak ve dinleyenleri harekete kazanmak için stratejik bakımdan oldukça iyi konuşlanmıştı. Köydeki dükkanı bu amaç için ideal bir ortam yaratıyordu ve zamanının çoğunu yalnız başına çalışarak geçiren, duygularını ifade etme yeteneğine sahip bu adamlar, kendilerine eşlik edecek birini bulduklarında konuşkan olabiliyorlardı. Üstelik çalışırken bunu yapma olanakları vardı. Taşralı ayakkabıcı her zaman gözleri yolda hep oradaydı. Kilisede, yerel yönetimin başka bir alanında ya da bir komünde ikinci bir görev üstlendiği zaman bile toplumda neler olup bittiğinin ayırdındaydı. Dahası, köy ve küçük kentlerdeki sakin atölyeleri hanlardan sonra gelen bütün gün sohbete açık merkezlerdi. 1793-1794’te Fransa'nın kırsal bölgelerinde ayakkabıcılar ile hancıların "devrim için son derece uygun bir uğraşa sahip olmaları” şaşırtıcı değildir. Richard Cobb bu durumu şöyle vurgular:

 

1793 yazında devrimci isyanda başkanlığa ya da denetim komitelerinin başına getirilen ayakkabıcılar, o köy devrimcileri sansculotte azınlıkların "kodamanlara" başkaldırmasına önderlik etliler. Üçüncü yılda kırsal bölgelere asılan “silahları alınması gereken teröristler" listesinde çoğunluğu onlar oluşturdu.

Burada, göz ardı edilmesi olanaksız bir toplumsal olgu ile karşı karşıyayız."

Ayakkabıcı tamircisinin dükkânı ile hanlar buluşma yeri olarak önemli bir noktada birbirinden ayrılıyordu Ayakkabıcı tamircisinin dükkanında bir iki kişi olurdu. Her ikisinde de erkekler içki içmek için toplanırlardı. Ama hanlar yalnızca yetişkin erkekler içindi. Buna karsın, ayakkabıcının atölyesinde, kadınlar ve özellikle çocuklar köyün aydınına ulaşabiliyordu. Ayakkabıcı ne çok köy ve küçük kent yaşamında eğitimci rolünü üstlenmiştir! Bu bağlamda, Hone’un EveryDay Book'u ayakkabıcıyı “ben çocukken ayakkabılarımı ve ruhumu onaran dürüst, yaşlı bir adam... Metafizikçi olmamasına rağmen kendini 'nedensellik’ üzerine uzun uzadıya düşünmeye adamış arkadaşım kunduracı” diyerek anımsamaktadır.                               

Bu ayakkabıcı, çocuğa, “soylu zanaatının” araç gereçleri ile birlikte sandalyesinin çekmecesinde sakladığı" kitapları ödünç vermişti.

 

1940'lar gibi geç bir dönemde, geleceğin saygın Marxist emek tarihçilerinden biri olacak çocuk, doğduğu ülke olan Romanya'nın küçük bir kentindeki ayakkabı tamir atölyesindeki çocuksu sohbetleri sayesinde siyaseti tanıdı. 91

 

Bundan dolayı, ayakkabıcı kırsal bölgelerin entelektüel ve siyasi yaşamında kilit adamdı: okuryazar ne düşündüğünü rahatça ifade edebilen, görece bilgili, en azından kendi köy toplumu içinde aydın ve bazen ekonomik açıdan bağımsız. Yaygın bir hareketlenmenin ortaya çıkmak üzere olduğu yerlerde daima hazırdı: köy sokaklarında, pazar yerlerinde, sergilerde ve şölenlerde. Bunun sıkça kanıtlanan kitle lideri rolünü açıklamak için yeterli olup olmadığı kesin değildir. Gene de, böylesi koşullar altında ayakkabıcıyı bu tür bir rolde olay yerinde bulunca şaşırmayız.

 

                                                          III

 

Sosyal tarihçiler arasında, ayakkabıcıların köktenci olarak ün kazanması çoklukla, sanayileşmeye geçiş dönemi olarak tanımlanan On sekizinci yüzyıl sonu ve on dokuzuncu yüzyıl ile bağlantılandırılmıştır. 52

 

Militan ayakkabıcıların sayısında artış olup olmadığını ölçemeyiz ancak, iki gelişme yoğun bir köktenciliği canlandırmış görünmektedir. Bunların ilki, özünde beceriye dayalı bir meslek olarak ayakkabıcılığın yavaş bir çöküşe geçmesinden ve bunu izleyen aşırı gerginlik döneminden kaynaklanıyordu. Özgül sorunlar bölgeden bölgeye değişim gösteriyordu (Nordhampton ve Londra'daki usta eğitimli usta işçi ilişkileri birbirinden farklıydı) ancak mesleğin tüm kolları ile siyasallaştığı görmezden gelinemez. Böylece, genç gezgin ayakkabıcı bir yandan mesleki beceri kazanırken öte yandan grevlere katılıyor ve ard arda siyasal ve ekonomik sistem konulu tartışmalarda yer alıyordu.

 

Sonuç olarak, köylerdeki küçük dükkânlara yerleşenler Jakobenizmi tanıyor ve kentlerden gelen köktenci düşünceleri küçük kasabalara taşıyorlardı. İkinci gelişme, tarımsal kapitalizmin büyümesinin getirdiği sonuçlar ile karşı karşıya kalan köy halklarının duyduğu hoşnutsuzluğun artmasına bağlıydı. Köylüler, uğradıkları haksızlıklar ve hissettikleri keder ile ilgili olarak, giderek ayakkabıcıların sunabileceği ideolojik formülasyonlara açık duruma geliyorlardı. Meslek ve köy koşullarının bileşimi, “Swing” isyanlarında apaçık görüldüğü gibi, köyün felsefecisini seve seve köyün siyasetçisine dönüştürebiliyordu.

Kabaca 1770'den 1880'e uzanan dönemde ayakkabıcılığı etkileyen değişimler nelerdi?

Anımsanması gereken ilk nokta, makineleşme ve fabrika üretimi tarafından dönüştürülene dek mesleğin kentleşme ve nüfus ile birlikte büyüyen boyutudur. Az sayıda fabrikanın bulunduğu Viyana’da ayakkabı imal eden işçi sayısı 1855 ile 1890 arasında üç kattan fazla arttı. Bu artışın büyük bölümü 1870'lerin başından önce gerçekleşti. 92

 

Ayakkabıcıların madencilerden daha kalabalık olduğu Britanya’da 1841 ile 1851 arasında, meslekteki yetişkin erkek sayısı 133.000 den 243.000' yükseldi.”2 1835 ile 1850 arasında yılda ortalama 250 ila 400 ayakkabıcı Leipzig'e giriş yaptı ve şehir büyüdüğü için her yıl daha az sayıda ayakkabıcı buradan ayrıldı. On beş yıllık bu süreçte en az 3750 giriş ve 3000 çıkış gerçekleşti. 94

 

Belirtilmesi gereken ikinci nokta, müşterilerden ve dörtbir yana dağılmış onarım işlerinden ayrı olarak, üretimin pazara yayılmasıdır. 53

Dayanıklı, yerel ve bölgesel pazarlarda satılacak, sert koşullara ayakkabılar üreten “pazar ayakkabıcısı" ısmarlama mallar ürettikleri için müşterileri ile yakın bir ilişki sürdürebiliyor yakından tanıdığı ve kendisini tanıyan insanlar pazarın kurulduğu günlerde onu tezgahının başında bulabiliyorlardı. Olasılıkla, müşterileri ile ilişkisi kapı kapı dolaşan ve giderek güçlenen rakibi seyyar satıcının kurduğu ilişkilerden daha güçlüydü.95

Her iki düzenleme de seri üretim sisteminin çeşitli biçimleri arasında eriyip gitti. Hem kırsal hem de kentsel ayakkabıcı topluluklarındaki gelişmeden, iş bölümünün asgari düzeyde olduğu geleneksel zanaat atölyelerindeki düzensiz kümelerden, kendi alt iş bölümünü gerçekleştirerek belli işler yapmakla işçilerin çalıştığı makineleşmesini tamamlamış fabrikalar durumundaki daha büyük emekçi merkezlerine dek payını aldı.” Bu noktada artık, ihracat ya da kara ve deniz kuvvetleri sözleşmeleri için yapılan geniş ölçekli üretim yüklenilebilirdi. Bu tür yarı vasıflı el işçilerinin, özellikle tarım sektöründen gelenlerin, mesleğe eğitilmemiş ve toplumsallaşmamış biçimde katılmaları olasıdır.97

 

Bu dönemde çırakların çoğu kırsal bölgedeki yoksul kesimden toplanmış olabilir. Buna karşın, Avrupa'da yarı vasıflı iş gücünün etrafında geliştiği bir çekirdek olan çıraklık eğitimi almış ayakkabıcı topluluğu sağlam bir yere sahipti. Köktenci J.B. Leno’nun ayakkabı yapımı el kitabında sözü geçen fabrika işçileri ve Almanya'da önde gelen makineleşmiş seri üretim merkezlerinden biri olan Erfurt için de aynı koşul öne sürülebilir. 193 kişilik işçi grubu modelinin üçte biri mesleki eğitim almıştı ve bunların yarısı ayakkabıcıların oğullarıydı.98

 Birleşik Devletlerin dışında ve kısa bir süre sonrada Britanya’da,(1850'ler ile 1870'lerin başı arasında, yaygınlaşan) küçük dikiş makinasından başka herhangi bir teknik yenilik ortaya çıkmadığı için bu durum şaşırtıcı değildir."

 Üçüncü nokta ise, (saygın zanaatkâr tarafından “şerefsiz" ya da “pis” iş olarak nitelenen) seri üretimin hızla çoğalmasının mesleki bağımsızlığı yok etmesi ve ücretleri aşağı çekmesidir.

 Marseille' da 1840'lardaki istihdam üzerine bir inceleme, ayakkabıcıların, emeğinin karşılığını alamayan en geniş meslek grubu olduğunu gözler önüne serdi. Günde ortalama üç frank ve yılda ortalama altıyüz frank kazanıyorlardı. Bu, ayakkabıcıları, ücretler sıralamasında pek çok vasıfsız emekçiden daha alt sıraya yerleştiriyordu.100 İşçi-şair Charles Poncy 1850'de Aziz Crispin’e dert yandı:

 

"Açlık bizi kara trenine mahkûm etti: ücretlerimiz böylesine düştü. Ekmek ve çaput için gaz yağımızdan oluyoruz. Ot döşeğe üst üste yığılmış çocuklarım annelerinin bir deri bir kemik göğsünden süt ememedi. Bebeler için mahsul verecek olan mısır tohumlarını yiyoruz.”101

İngiliz ayakkabıcı John Brant Cato Sokağı Suikastında kendi oynadığı rolü düşük ücretlere ve bunun sonucunda gelen özgürlük yitimine bağladı. Brant'ın sözleri, bağımsız düşünme ve hareket etme yeteneğini belli ederek, güçlü olanların indirdiği yumruğa cevap vermeye çalıştığını göstermektedir:

 "Kendi mesleği sayesinde haftada üç ya da dört pound kazanabiliyordu ve durum böyle iken asla siyasete burnunu sokmadı; ancak gelirinin haftada on cent'e düştüğünü görünce çevresine bakınmaya başladı... Ve ne gördü? Ülkeyi nasıl açlıktan öldürebileceklerini ve nasıl yağmayalayacaklarını düşünen güçlü adamlar... Suikasta kamu yararına katıldı." 102

 Üretimin tanınan müşterilerden çok pazarlara yönelmesin mesleği farklı biçimlerde etkiledi. Bir uçta, bu durum yerel, ya da Nordhampton gibi geniş ölçekli üretim merkezlerindeki baştan savma ya da “şerefsiz” işe karşı hem ustalar hem de eğitimli usta işçiler tarafından paylaşılan mesleki değerlerin ve taleplerin en azından geçici bir süre için önemini korumasına yol açmış olabilir. Öteki uçta, sürekli ücretli işçiler haline geldiklerini kavrayan gezgin ayakkabıcılar ya da proleterleşmiş küçük ustalar sendikalaşmaya ve patronlarla çekişmeye yönelmiş olabilirler. Bu koşullar ayakkabıcının köktenciliğini daha şiddetli hale getirdi.

 

Paris’li ayakkabıcı “Efrahem” işaretin verilmesi ile tüm işçilerin aynı anda atölyeleri terk edeceği ve patronlardan talep ettikleri ücret artışını elde edebilmek için işi bırakacakları" günden söz etmiştir.

Zaten görüleceği gibi; ayakkabıcılar süratle militan birlikler oluşturmaya koyuldular. En azından Britanya'da; sendikalaşmanın kökleri derine iniyordu. Leicester 'da parlak ve siyasal açıdan bilinçli bir köklü köktenci ve kaçak avcı olmasıyla tarihte mütevazi bir yer edinmiş olan James Hawkes, yoksul bir terzinin oğluydu ve Northampton ayakkabı sanayisinde yetişmişti.

 

Orduya katılması ve ordudan ayrılması arasındaki dönemlerde Doğu Midlands'ta bulabildiği her işe soyundu. Ulaşabildiği tüm sendikalara katıldı: "Hemen eve koştum ve seyahat kartımı aldım. Çünkü o zaman bir sendikacıydım. Neredeyse daha ne demek olduğunu bilmeden sendikaya üye olmuştum. Bir sendika üyesi olmasaydım dilencilik ya da hırsızlık yapmaya mecbur alabilirdim.”

Zanaat ile ücretli işçilik, iktisadi militanlık ile siyasi militanlık arasındaki ayrım henüz net bir sınıflandırmanın önüne geçecek kadar muğlaktı. Geleneksel ayakkabı ustaları ve seri üretim işçilerinin Birleşik Kunduracılar Derneğinden kopmaları 1874 tarihine dek gerçekleşmedi.  

 

Seri üretim işçileri dernekten, daha sonra Ulusal Çizme ve Ayakkabı İşçileri Sendikası adını alacak olan Ulusal Çizme ve Ayakkabı Perçin Ustaları ve Dikişçileri Sendikasını kurmak üzere ayrılacaklardı. 1820 Sendikası Cato Sokağı Suikastı sanıklarının davalarına yardımcı oldu. Seri üretim ve imalat merkezlerindeki sendikalar protestolarında eski zanaat geleneğinden yararlandılar. Örneğin, Cheshire'daki Nantwich'te bu türden güçlü bir sendika 1833 tarihinde St. Crispin Gününü şöyle kutladı:

"Görkemli bir tören alayı --At üstündeki Kral Crispin Kraliyet giysileri giymiş.... Uygun kostümlerdeki nedimeler kendisine eşlik ediyor. Resmi görevliler rütbelerine uygun tören giysileri giymişler ve Kordon, İncil ve geniş bir çift küre ile soylu bay ve bayanların çizme ve ayakkabılarından güzel örnekler taşıyorlar.... Törene her biri derli toplu beyaz önlükler giyen neredeyse 500 kişi katıldı. Tören takı, elinde yürüyüş sopası, sırtında aletleri ile gezgin kılığına girmiş bir dükkâncı tarafından taşınıyordu”.

 

“Üzerinde 'Crispin'in oğulları imalatçılar tüm Dünya'da saygı görsünler' sloganı yazılı zanaatımızı temsil eden sendika pankartı hayranlık uyandırdı.” Lonca tarafından düzenlenen bir tören alayı bundan çok farklı olmazdı.

Bizi köylerdeki köktencilerimize götüren yazılar on sekizinci yüzyılın sonuna ve on dokuzuncu yüzyılın başına aittir. Bu yazılar çoğunlukla, ustaların ve gezgin işçilerin Cato Sokağı Suikastı üyeleri oldukları ya da Londra Haberleşme Derneği tarafından ifade edildiği gibi Jakoben bir tavrı paylaştıkları Londra ya da ayakkabıcıların Etienne Cabet’nin en kalabalık takipçisi oldukları Paris gibi çevrelerden çıkmaktadır.

 

Köylü ayakkabıcı, saygın kent ayakkabıcısı ile bağımsız küçük zanaatkârın davasını paylaşıyordu. Bu davanın savunusu olarak diğer işçilerin kaderlerine odaklanabilen ve bu işçileri devingen kılan bir iktisat ve devlet eleştirisi sundu. Eyleme çağrı, kendisi gibi adamların gücünün harekete yettiği varsayımına dayanıyordu. Gerçekte bu çağrı bilgili "yurttaşlardan oluşan küçük grupların haksızlığa çare bulmak için bağımsız biçimde harekete geçebileceğini varsayıyordu –daha çok okumuş adamların ya da resmi merkezi örgütlerin desteği olmadan.

 

Yine de, zanaatın geçirdiği değişimler, meslek mensuplarının toplumdaki eşitsizliklerin iyice farkına varmasını sağladıysa da ayakkabıcı köktenciliğinin erken sanayi kapitalizmine tepki olarak onsekizinci yüzyılın sonunda ortaya çıktığını söyleyemeyiz.

 

Göstermeye çalıştığımız gibi, ayakkabıcının, emekçinin aydını, heterodoks felsefeci, sıradan insanın sözcüsü ve militan olarak üstlendiği rol sanayi devriminden çok öncelere dayanmaktadır --en azından bu yazının önerdiği sav kabul edilirse.

 

Sanayileşmenin başlangıç evrelerinin ya da sanayi öncesi dönemin yaptığı şey ayakkabıcıların ve tamircilerin sayısının artmasına yol açmak ve bunların yoksullaşması sonucu geniş bir yarı proleter dışarlıklı işçi kitlesi yaratarak ayakkabıcı köktenciliğinin tabanını genişletmekti. Pek çok eğitimli usta işçi zanaatkârın toplu eylemlerin geleneksel çerçeve ve beklentilerinden zorla uzaklaştırılarak vasıflı işçilerin sendikal militanlığına yönelmesi sağlandı.

 

Hepsinin ötesinde, bu dönemin yaptığı, siyasal köktenciliğin hem alet kutusunu hem de düşünceler, talepler ve programlar dağarcığını genişletmekti. Seküler demokratik, jakoben, cumhuriyetçi, kilise karşıtı, kooperatif sosyalist, komünist, anarşist ideolojiler gibi toplumsal ve siyasal eleştiriler, çoğalarak ya daha önceleri popüler düşüncenin temel dağarcığını sağlayan heteredoks din ideolojilerine eklendi ya da bunların yerine geçti.

 

Bu ideolojilerin bazıları diğerlerinden daha çok yandaş topladı. Ancak tümü de ayakkabıcının eski ya da yeni deneyimlerine sesleniyordu. Ayrıca popüler ajitasyon ve tartışmaya yönelik medya da genişledi. Emekçi aydının yazdıklarına daha geniş bir ufuk sağlayan gazeteler ve bildiriler ayakkabıcının dükkânında okunup tartışılıyordu. Felsefeye eğilimli, toplumsal ya da dinsel inançlara karşıt ayakkabıcı, köktenci bir siyasal ayakkabıcıya dönüştü.

 

Protesto ve toplumsal kurtuluş hareketlerinin belirmesi, dünyanın girişilen, başarılan ve beklenen büyük devrimlerle alt üst olması, köylerde ve kentlerde onu dinlemeye belki de ardı sıra gelmeye hazır hızla büyüyen bir kitle sağladı. Amerikan devrimi ile başlayan yüzyılın; ayakkabıcı köktenciliğinin altın çağı olduğuna kuşku yoktur.

 

 1912 Reichstag seçimleri meslek grupları:

 Üye ve vekillerin yüzdesi olarak

 Meslek Grupları Adaylar Vekiller

 

 Metal işçileri                        15,6                                              15,2

 Ağaç İşçileri                          14,8                                            10,59

 Yapı İşçileri                           12,8                                             3,6

 Matbaacılar,                            6,6                                             7,3

 Ayakkabıcılar,                        6,6                                              4,5

 Tütün İşçileri,                        3,8                                              6,4

 Terziler,                                   2,7                                               4,5

 Dokuma İşçileri                    0,8                                               2,7

 

 

Not ve Kaynak: W.H Schröder “Die Sozialstruktur der sozialdemokratischen Reichstagskandidaten, 1898-1912”, için bakınız Herkunft und Mandat: Beiträge zur Fuhrungsproblematik in der arbeitterbewegung Frakfurt und Cologne, (1976) s. 72-76.

 

                                                                 IV

 

 Sorulması gereken son bir soru var. Kibar zanaatın köktenciliğine ne oldu? Ayakkabı imalatının bütünü ile makineleşmesinden, bir fabrika sanayisine dönüşmesinden ve modern sosyalist ve komünist işçi sınıfı hareketlerinin yükselişe geçmesinden önceki dönem ile yoğun biçimde ilgilendik.

 

Uzun süren bu dönem boyunca ayakkabıcılar gerçek anlamda bütün toplumsal protesto hareketleri ile ilişkiliydiler. Onlar, dinsel sekteryenler ve vaizler arasında, cumhuriyetçi, köktenci, Jakoben ve sansculotte hareketlerde, kooperatif, sosyalist ve komünist zanaatkâr gruplarında, tanrıtanımaz kilise karşıtları ve anarşistler arasında ön sıralarda yer aldılar. Peki, yeniçağın sosyalist hareketlerinde de aynı derecede önemli bir rol oynadılar mı?

 

Buna verilecek yanıt “hayır”dır. Aslında, Almanya'da 1914 öncesindeki Reichstag seçimlerinde sosyal demokrat işçi adayların en az üçte ikisini çıkaran altı vasıflı işçi grubu arasında ağaç işçileri, matbaacılar, puro yapımcıları ve sonradan katılan yapı işçileri ile birlikte ayakkabıcılar da yer alıyordu. Buna karşın 1912'de seçilmiş üye bakımından inşaat işçileri dışında) tüm bu grupların oldukça gerisinde kaldılar. Aday çıkarma açısından ise kendilerinden daha küçük bir grup olan tütün sarıcıların önünde, yine daha küçük bir grup olan matbaacılar ile aynı düzeyde yer almalarına karşın metal, inşaat ve ağaç işçilerinin çok gerisinde kalmışlardı (Tabloya bakınız.) Örgütlenme açısından umulduğu gibi çabuk davranmasına karşın, Ayakkabıcılar Sendikası 1892 tarihinde büyüklük bakımından sekizinci sıradan dokuzuncu sıraya ve 1905-1912 arasında on ikinci sıraya düştü. Ayakkabıcılar 1918' den sonra Alman Komünist Partisi'nde önemli bir konuma da sahip değillerdi çünkü önde gelen beşyüzdört üyeden yalnızca yedisi vasıflı ayakkabı üreticisiydi. Ezici bir üstünlüğe sahip olan metal sanayisini çıkarırsak; 107 vasıflı sanayii arasında terziler (7); duvarcılar (7) ve tesisatçılar (8) ile aynı düzeyde olmalarına karşın matbaacıların (17) ve ağaç işçilerinin (29) çok gerisinde kaldılar.

 

Alman Komünist Partisi'nde vasıfsız fabrika işçisi ve büyük propagandacı Willi Münzenberg dışında hayranlık uyandıran bir ayakkabıcı yoktu.

 

Fransa'da, 1890'ların Fransa Cumhuriyetçi Parti'sinde ayakkabıcıların parti içindeki sayılarına oranla (yüzde 3,6) belirgin biçimde fazla temsilcileri vardı. 1894-97 arasında parti üyelerinin yüzde 5,3'ü ve parti adaylarının yüzde 7,7'si ayakkabıcıydı. Ancak, yerel veriler, onların birkaç yerleşim alanı dışında sıra dışı bir önem taşıdığını göstermemektedir.

 Hiç kimse, sosyalist hareketin militanlarını simgelemek için onları seçmezdi.

Bunun için anarşistleri seçmek daha akla yakındı. Aslında en önde gelen sol kanat ayakkabıcılar anarşist Jean Grave ile devrimci sendikalist Victor Griffuelhes idi ve doğal olarak her ikisi de mesleklerinin özelliği olan siyasi yazı yazma alışkanlığına sahipti.

Hareketin ağırlık merkezi geniş ölçekli sanayilerle kamu sektörüne kaydıkça ayakkabıcının rolünün azaldığına ilişki bir şüphe yoktur. 1945'te ağırlık merkezini metal ve demiryolu işçilerinin oluşturduğu en göze çarpan komünistler arasında eskiden doğramacılık yapmış iki, hamur işi aşçılığı yapmış bir kişi bulunmasına karşın ayakkabıcı yoktu. 1951'de Fransa'da meclise seçilmiş elli bir eski zanaatkâr arasında yalnızca bir ayakkabıcı (sosyalist) vardı.

Avusturya Sosyalist Partisinin kendine has eylemcilerin mesleği çilingirlik, makine ustalığı ya da matbaacılık idi.'' Bu partide ünlü bir ayakkabıcıya rastlamak güçtür. İspanya Sosyalist Partisi'nde, bir zamanlar sekreterlik yapan ve sonunda (özelliği gereği) partinin tarihçisi haline gelen Fransisco Mara daha önce ayakkabıcıydı ancak zanaatkâr kitlesi içinde başat durumda olan meslek matbaacılıktı.

 

Hiç kuşku yok ki, iki ayakkabıcının, (tahmin edileceği gibi, parti gazetenin editörlüğünü üstlendiği) Macaristan Sosyalist Partisi ile ayakkabıcıların "tarihi boyunca en güçlü destekçisi” olarak kaldığı Polonya ve Litvanya Krallığı Sosyal Demokrasisi (komünist) gibi küçük sosyalist partilerde birkaç başarılı ayakkabıcı bulabiliriz.

" Ancak köktenci ayakkabıcının gerçekten sahip olduğu önemli tek yer, modern sosyalizmin ve komünizmin kitle partisi ya da sanayi proletaryasının kendine özgü partisi olmayı beceremeyen uzantılarıdır.”

 

Küçücük Avusturya Komünist Partisi'nin hem Korint'in kırsal bölgesinden gelen genel sekreteri hem de köy yaşamı sürdüren Bohemya'dan gelen (simgesel) başkan adayı önceden gezgin ayakkabıcılık yapıyordu.

Yirminci yüzyılın en tanınmış ayakkabıcı köktencisi, şüphesiz, Romanya Başkanı Çavuşesku'dur.           

Onun katıldığı günlerde parti olasılıkla yalnızca bir avuç Romen azınlık barındırıyordu.

Sanayileşen İngiltere'de Londra Haberleşme Derneği dönemiyle tanrı tanımaz köktenci Charles Bradlaugh’un ayakkabıcı seçmen bölgesinden 1880'de seçilmesi arasındaki dönemde son derece önemli olan İşçi Partisi döneminde kendi sendikaları dışında belirgin bir rol oynamadılar. İşçi Partisi milletvekilleri arasında hemen hiç ayakkabıcı yoktu, öbür yönelimlerde de göze çarpmıyorlardı. Dalgalı meslek yaşamının başlarında biraz ayakkabıcılık deneyimi (vasıfsız) olan tek kişi ulaştırma işçileri lideri Ben Tillettir.

Bütünüyle ele alındığında kitlesel sosyalist işçi hareketleri döneminde köktenci ayakkabıcının eski öneminin kalmadığı açıkça görünür. Bu durum kısmen, sayıca kalabalık usta ya da yarı ustaların oluşturduğu bir zanaat olan ayakkabıcılığın ürünlerini dükkânlar aracılığıyla dağıtan çok küçük bir sanayiye dönüşmesine bağlıdır.

Aralarında anarşistlerin çok sayıda taraftar bulduğu “insana bir yandan işini yaparken öte yandan ‘felsefe yapma' olanağı tanıyan o oturarak yapılan zanaatların” artık öyle çok üyesi yoktu. Ayakkabı üreten erkek ve kadından çoğu giderek fabrika işçisinin alt türüne ya da gelişkin sanayileşmenin fabrika işçisine dönüştü. Ayakkabıları satanların çoğunun üretim ile bağlantısı yoktu. Tür olarak köktenci ayakkabıcı daha erken döneme aittir.

 

Kökten ayakkabıcıların şanlı dönemi, Amerikan Devrimi ile kitlesel sosyalist işçi sınıfı partilerinin, herhangi bir ülkede yükselişe geçtikleri zaman arasındadır.

Bu döneme kadar demokratik ve öz güvenli düşünce, konuşma ve vaaz esas olarak dinsel heterodoksi ve köktencilik yoluyla ifade ediliyordu ve kuramsal formülasyonlarını seküler eşitlikçi devrimci ideolojilerde pratikteki militanlığını ise kitlesel toplumsal protesto hareketlerinde ve umut da buluyorlardı.

 

Köktenciliğin böylesine belirli siyasal ideolojilerle bağlantısı “filozof ayakkabıcıyı" "köktenci ayakkabıcıya", yoksul köy aydınını köy sansculotte’ine, cumhuriyetçiyi anarşiste dönüştürdü.

 

Dört bir yana dağılmış olmaları ve yarı proleterleşmiş zanaatkârların ara sıra ortaya çıkan geniş yoğunluklarının bileşimi ayakkabıcıya yoksul insanın avukatı, sözcüsü ve lideri olarak evrensel ve önemli bir rol verdi. Kuramcı ve ideolog olarak ünlenmiş el işçileri arasında bile, korse yapımcısı Tom Paine, terzi Weitling, matbaacı Proudhon ve Bray, tornacı Bebel, sepici Dietzgen gibi insanlar herhangi bir ayakkabıcıdan daha çok anımsanmaktaktır. Onun gücü sıradan insanlarda yatıyordu.

 

Her Thomas Hardy, Mora ya da Griffuelhes'e karşılık gelen yüzlerce adları bilinmeyen yerel militan vardır. Köktenci ve emekçi hareket tarihi uzmanlar bile yaşadıkları bölgedeki diğer yoksullar adına konuşup onlar adına savaşmaları dışında haklarında pek bir şey bilmedikleri bu kişileri adsızlıktan kurtarmakta güçlük çekmektedirler:

 

1830 tarım işçileri isyanlarındaki Maidstone'lu ayakkabı tamircisi John Adams; azmi ve becerisi Nantwich'li ayakkabıcıları Dorchester emekçileriyle aynı kaderi paylaşmaktan kurtaran Thomas Dunning; düşüncelerini Brezilya'da bir taşra kentine taşıyan kimsesiz İtalyan ayakkabıcı anarşist, Onun toplumsal çevresi Gesellschaft'tan çok Gemeinschafi'a ait yüz yüze siyaset çevresiydi.

O tarihsel açıdan, fabrika ve metropol çağına değil atölye, küçük kent, kent çevresi ve hepsinin öte sinde köy dönemine aitti.

Köktenci ayakkabıcı bütünüyle yok olmadı. Elinizdeki makalenin yazarlarından biri, öğrenciliğinde türün saygı değer bir İskoçyalı üyesince verilen Marksist dersleri bugün bile anımsamaktadır. Ve ayakkabıcılığın köktenciliği sorunu ilk kez Calabriyen bir ayakkabı tamircisinin atölyesinde, 1950'lerde, dikkatini çekmiştir. Hiç kuşkusuz onun gençlere özgürlük, eşitlik, kardeşlik ideallerinin ardından gitmeyi esinlediği, Lloyd George’un ayakkabıcı amcasının 1880'lerde Gallerin bir köyünde yeğenine köktenci siyasetin öğelerini öğrettiği gibi yerler hâlâ vardır.

 

Sıradan insanların ürettiği siyasette önemli bir olgu olmayı sürdürsün ya da sürdürmesin, onlara iyi hizmet etmiştir. O, kolektif biçimde ve şaşırtıcı ölçüde çok sayıda birey aracılığıyla tarihe damgasını vurmuştur.