SIRADIŞI İNSAN-Eric HOBSBAWM
Siyasi Ayakkabıcılar
Joan W. Scott ile birlikte yazılmıştır.
Belirli sanayi ve meslek üyelerinin geleneksel biçimde belirleyici ortak özellikler taşıdıkları düşünülmektedir ancak tarihçiler bunu gözlemlerken "neden” sorusunu pek ender sormuşlardır. Bu makale ayakkabıcıların dillere destan köktenciliğini aydınlatmak üzere yazılmıştır. İki yazar, 1970'lerde Maison des Sciences de l'Homme'dan Clemans Heller tarafından düzenlenen muhteşem Uluslararası Sosyal Tarih üzerine Yuvarlak Masa toplantılarında bu konuya ortak bir ilgi duyduklarını fark ettiler. Ortak çalışmaları, 1980'de Past & Present dergisinin 89. Sayısında yayımlandı ve Joan Wallach Scott'un izniyle bu kitapta da yer aldı.
"Arminiusculuk’a* ve siyasete yoldaşlarından daha fazla daldı.
* Arminiusculuk: Calvi'nin öğretilerinden çifte alın yazısına karşı çıkan Arminius'un yandaşlarınca benimsenen öğreti. Arminius, tanrısal inayetin iyilikleriyle herkese açık olduğunu ama karşı konulmaz olmadığını savundu.
Kardeşi ona düzenli olarak The Methodist Magazine ve Weekly Dispatch gönderiyordu. Her zaman yapacak pek çok ayakkabı işi oluyordu ve hem çiftçilerden hem de tarım işçilerinden daha bağımsızdı. Arazi sahipleri, Lordlar kamarası, Avam Kamarası, yeni çıkan Yoksulluk Yasası, piskoposlar, papazlar, Tahıl Yasaları, kilise ve sınıfsal düzenlemeler üzerine kaba sözler söylerdi”!,
"Ne ilginçtir ki, her zanaat onu uygulayan zanaatkarlarda kendine özgü bir karakter, belirli bir mizaç geliştirir. Kasap genelde ciddi ve kendini beğenmiştir, boyacı pervasız ve gamsızdır, terzi cinsel hazza düşkün, bakkal aptal, hamal meraklı ve geveze, son olarak ;ayakkabı tamircisi de diline doladığı şarkı ile neşeli hatta yaşam doludur. Beğenilerinin sadeliğine karşın, yeni ayakkabılar yapan, eskilerini tamir eden bu insanlar her zaman huzursuz bazen de saldırgan bir ruh hali içindedirler. Çok konuşmaya duydukları büyük eğilimle diğerlerinden ayrılırlar. Bir isyan mı var? Kalabalıktan bir konuşmacı mi çıkıyor? Hiç şüphesiz, bu konuşma yapmaya gelmiş bir ayakkabı tamircisidir."
On dokuzuncu yüzyıldaki ayakkabbıcıların siyasal köktenciliği dillere destandır.
Çeşitli akımlardan toplumsal tarihçiler olguyu betimlemiş ve açıklanmasına gerek olmadığını var saymışlardır. Örneğin 1848 Alman Devrimi konusunda uzman bir tarihçi, ayakkabıcıların “kamu etkinliklerinde baskın bir rol oynamasının rastlantı olmadığı” sonucuna varmıştır. İngiltere'deki "Swing" isyanlarını inceleyen tarihçiler ayakkabıcıların “kötü şöhretli köktenciliğine” gönderme yapmış ve Jacques Rougerie ayakkabıcıların Paris Komünü’ndeki ününü "geleneksel militanlıklarına dayanarak açıklamıştır. Theodore Zeldin gibi heterodoks bir yazar bile bu noktada ortak kanıyı kabul etmektedir.
Elinizdeki makale ayakkabıcıların siyasal köktenciler olarak edindikleri kayda değer ününü açıklamaya çalışmaktadır.
Ayakkabıcıların ya da başka bir mesleğin köktencilik konusunda bir üne sahip olduğunu söylemek, elbette, şu iki üç noktadan biri ya da daha fazlası anlamına gelir: kendi zanaatı ile sınırlı olsun olmasın toplumsal protesto hareketlerinde militan eylemi ile öne çıkmış olmak; siyasal sol hareketlere yakınlığı, bu hareketler ile bağlantısı ya da bunlar içindeki çalışmalarıyla ünlenmek ve sıradan insanların ideoloğu olarak nam salmak.
Birbirleri ile bağlantılı olmalarına karşın bunlar aynı değildir. Geleneksel birleşik zanaatlardeki çıraklar ve bekar gezgin işçiler, o zaman siyasal köktencilik sayılan olgu ile mutlak bir bağlantıları olmasa da kolayca harekete geçmeye hazırdılar. Fransız akademisyenler, en azından Dreyfus döneminden bu yana, öğrencilerinin solunda yer almalarıyla tanınmaktadır. Sıklıkla hem militan hem de sol ile bağlantılı olmalarına karşın Avustralya'lı koyun kırkma işçilerinin genelde ideoloji ile fazla ilgilenmedikleri düşünülürken* köy öğretmenlerinin böylesi bir ilgiye sahip oldukları varsayılmaktadır.
On dokuzuncu yüzyılda, meslek grubu olarak ayakkabıcılar her üç anlamda da köktencilikleri ile tanınıyorlardı. Hem zanaatı ilgilendiren konularda hem de daha geniş toplumsal protesto hareketlerinde militandılar. Çok geniş bir zanaat olmasına karşın belli bölge ya da yerelliklerle sınırlandırılan ve zaman zaman etkili olan ayakkabıcı sendikaları hem Fransa hem İsviçre'de kısa süre içinde örgütlenmişlerdi –Londra'da 1792'de kurulan sendikanın 1804'de ulusal düzeyde örgütlendiği söylenen İngiltere dikkate alınmamıştır. Ayakkabıcılar ile marangozlar, o ülkedeki ilk ulusal birlik girişimi olan Arjantin Bölgesi İşçi Federasyonu'nun (1890) ilk üyeleriydiler. Olanak buldukça geniş kapsamlı grevlere gidiyorlar ve Temmuz monarşisi sırasında Fransa'da greve en yatkın meslek grupları arasında yer alıyorlardı. “Devrimci kitleler arasında da ayrıca önde geliyorlardı. Siyasal eylemciler olarak oynadıkları rollere ilişkin çok sayıda belge vardır. Britanya Chartist hareketinde etkin rol oynayan, meslekleri bilinen insanlar arasında dokuma işçilerinden ve vasıfsız "emekçilerden” sonra en geniş grubu ayakkabıcılar oluşturuyordu: sayıları yapı işçilerinin iki katı ve meslek bağlamında sınıflanan militanların
Bu broşürde "Eğer su çizmelerinizi çürütüyorsa bu
midenize neler yapmaz.” Denmekteydi (ç.n.)" diye tümünün yüzde 10'undan
daha fazlaydı.
1851 darbesine karşı çıktıkları için Paris'te tutuklananlar arasında en kalabalık gurubu yine ayakkabıcılar oluşturuyordu.
1871 Paris Komünü'nde yer alıp, yenilgiden sonra sürgünlerden en fazla payını alanlar ise Jacques Rougerie'nin gözlemlediği biçimiyle “elbette, her zamanki gibi ayakkabıcılar" oldu'.
1848 Nisanında Almanya'nın Konztanz şehrinde isyan çıktığında ayakkabıcılar açık farkla en geniş isyancı bileşeni oluşturdular-neredeyse sayıları kendilerinden sonra en isyancı zanatların (terziler ve doğramacılar) toplamı kadardı.?
Dünyanın öbür ucunda Brezilya'nın Rio Grande do Sul bölgesinin bir taşra kasabasında kayıtlara geçmiş ilk anarşist 1897 tarihinde İtalyan bir ayakkabıcıydı.
Öte yandan esinini anarşistlerden alan birinci Curitiba işçi Kongresine (Brezilya) katıldığı bildirilen tek zanaatkâr birliği de Ayakkabıcılar Birliğiydi.
Buna karşın, salt militanlık ve sol kanat eylemciliği, grup olarak ayakkabıcıları kimi zaman bu konuda en az onlar kadar önem kazanmış diğer zanaatkarlârdan ayırmaz. Berlin'de 1848 Mart Devriminde ölenler arasında, büyüklükleri birbirine yakın zanaatlar olmasına karşın, ayakkabıcıların iki katından fazla doğramacı vardı; terzilerin sayısı da ayakkabıcılardan çok daha fazlaydı.9 Temmuz monarşisi sırasında doğramacılar ve terziler, ayakkabıcılar kadar "greve yatkındılar. Fransa'da devrimci kitleler, oran olarak, daha çok matbaacı, doğramacı, çilingir ve yapı işçisi barındırıyordu.
1892'de Lyon'da tutuklanan kır küç anarşist içinde en geniş grubu on bir kişi ile ayakkabıcılar oluşturuyorduysa da yapı işçileri onların çok da gerisinde değildi.''
Ayakkabı tamircisi dendiğinde aynı zamanda şaşırtıcı bir sıklıkla gazeteci, şair, vaiz ve hatip, yazar ve editör de denmiş olur. Bu izlenimi sayıya dökmek kolay değildir. Buna karşın, 1850'den önceki dönemde hepsi de köktenci görüşlerden gelen on dokuz kişilik Fransız "işçi-şair" örneklem grubunda ayakkabıcılar üç kişi ile en geniş meslek grubunu oluşturuyordu.
On dokuzuncu yüzyıl boyunca zanaat genişleyip saflığını yitirdikçe ayakkabıcıların arasında okuma yazma bilmeyenlerin sayısı artmış olabilir. Gene de, çok sayıda ayakkabıcı aydının olağan dışı ve belki de Özgün varoluşunu, böylesi insanların büyük ölçüde okuma yazması olmayan bir toplumda dikkatleri üzerilerinde toplayacağı düşünülse bile, görmezden gelmek olanaksızdır. İdeoloji öncelikle dinsel bir biçim aldığında, ayakkabıcılar Kutsal Yazılar üzerine düşünüp taşındılar ve bazen ortodoksluktan uzak sonuçlara vardılar. Cevenne mezhebine Calvinizm ‘i sokan, mesihçilik, gizemcilik ve dinsel inançlara karşı gelme üzerine kehanetlerde bulunan, yazan ve telkin eden onlardı.
Seküler alanda Cato Sokağı suikastçılarının çoğunluğu büyük ölçüde ayakkabıcıydı ve anarşizmin cazibesine kapılmak konusunda kötü bir şöhretleri vardı.
Emile Pouget 'nin Le Père Peinard adlı eserinin kapağında yer alan, “atölyesindeki kunduracı” resmi simgesel bir anlam taşıyordu.
Çok yaygın olarak en azından İngilizce'de, on dokuzuncu
yüzyılda bildiğimiz kadarıyla başka hiçbir zanaatin sahip olmadığı zenginlikte
bir ayakkabıcı toplu yaşam öyküsü yazını bulunmaktadır.
Antikiteden sanayi devrimine dek, pek çok ülkede kullanılan **çizmeyi aşma” gibi deyimler, açıkça ayakkabıcıların resmi eğitimden geçmiş kişilere bırakılması uygun görünen konulardaki görüşlerini açıklama eğilimlere dikkat çekmektedir -"Ayakkabıcı çizmeyi aşmasın, kitapları okumuş adamlar yazsın”; “Vaaz veren ayakkabıcı kötü ayakkabı yapar” vs. Diğer zanaatlere gönderme yapan özlü sözlerin çok daha az yaygın olduğu açıktır.
Bu türden dolaylı kanıtları bir yana bıraksak bile, ayakkabıcı aydınların sayısı etkileyicidir. Bu kişilerin ille de köktenci olmaları gerekmiyordu Ancak, 18. ve 19. yüzyıllarda, halk siyasetçileri olarak edindikleri ünü gizlemeden, yapıtlarında toplumsal bakımdan daha üstün konumdaki okurları etkileyecek konular -bilim, edebiyat ve din-- üzerinde durmayı yeğlediler. Yine de, kilisenin siyaset üzerindeki nüfuzunu reddeden akım (anti-clericalist) ve ateist- olmadıkları zaman kendilerine seçtikleri dinin sıklıkla heterodoks ve köktenci olduğu tarihçilerin gözünden kaçmayacaktır.
İnsanın aklına yaşadığı kentteki Lutheryen Kilise tarafından işkence edilen Jacob Boehme ve Quaker mezhebinden George Fox geliyor. Ayrıca, daha önce ayakkabıcılık yapmış oyun yazarı ve İngiliz Jakobeni Thomas Holcroft, 1848’de Viyana İşçi Örgütü'nü kuran ve ayrıca şair olan Friedrich Sander, ayakkabıcılıktan boyacılığa geçmiş ve yazınsal sanat dergilerinin editörlüğünü yapmış anarşist Jean Grave örneklerinde görüldüğü gibi köktencilik ile yazınsal etkinliğin birleşimi dikkat çekicidir.
Elbette, toplumun alt sınıflarına ilişkin entelektüel faaliyetleri ayakkabıcıların tekeline sokamayız. Her zaman için kendine yeterlilik düşüncesinin havarisi olan Samuel Smiles “Astronomers and Students in Humble Life : A new Chapter in the 'Pursuit of Knowledge' Under Difficulties” adlı denemesinde diğer meslek gruplarından da örnekler verir.?' Yine de, “kırsal bölgelerde kilise katipliği konumunun bir ayakkabıcı tarafından ele geçirildiğini görmek çok yaygın bir durumdur” biçiminde dile getirilmiş gerçek olağandışı bir okur yazarlık düzeyi gerektirir.32
Meslek grubu olarak ayakkabıcıların entelektüelliği birden fazla araştırmacıyı etkilemiştir ve bu kolayca açıklanabilecek bir olgu değildir. Hem W. E. Winks hem de Crispin Anecdotes bu yüzden akıllarının karıştığını itiraf ettiler ancak “ayakkabıcıların içinde diğerlerinin çoğundan daha fazla düşünen adam bulunduğu” konusunda hemfikirdiler.53
Köktenci ayakkabıcı John Brown özyaşam öyküsünde şu yorumu yapar: “Daha incelikli bir eğitimin üstünlüklerine sahip kişiler, benim kadim zanaatimin üyelerinde ne kadar bilim ve kitabi bilgi bulacaklarını tasavvur edemezler”.
Fransa'da ayakkabıcıların “düşünen insanlar” oldukları “işçilerin düşünüldüğünden çok daha fazla sorun üzerine kafa yordukları” söyleniyordu. İngiltere'de on sekizinci yüzyıla ait bir şiirde şöyle deniyordu:
Bir zamanlar bir kunduracı
Kulübesinin kapısında düşünceye dalmıştı
Rusya'da Maksim Gorki bir yapıtındaki karakterlerden birini
Ayakkabıcının popüler felsefeci ve siyasetçi olarak ünü sanayi kapitalizmi çağından daha öncelere dayanır, tipik kapitalist Ülkelerin ötesine taşar. Aslında, on dokuzuncu yüzyılın köktenci ayakkabıcılarının epeycedir meslek üyeleriyle ilişkilendirilmiş bir rolü yerine getirdikleri anlaşılmalıdır.
Dekker’in Shomakers Holiday -bu Elizabeth döneminde Lonra'nın “soylu zanaat" yararına halkla ilişkiler konusunda bir denemeydi- adlı eserindeki eğitimli usta işçiler belirleyici militan özellikler taşırlar: patronlarını, oradan oraya gezen eğitimli usta bir işçiyi işe almazsa kendisini terk etmekle tehdit ederler. Bu teatral göndermeler ile neredeyse aynı zamanda ayakkabıcı Robert Hyde ile Sherborne'daki belirli bir loncaya yapılan şu göndermeyi buluyoruz:
Ama sorgulanan bu kişi ne kim olduklarını ne de belirli bir şey söyledi. Dahası, bunun Sherborne 'da neredeyse herkes tarafından bilindiğini ve Allen ile yanındaki adamın ateist olduklarını ekledi.
Ayrıca, Sherborne'da tanrı tanımaz ayakkabıcıların bir toplantı yeri bulunduğundan da söz etti."
Middlex, Hamptonwickli Timothy Bennet'in (1756'da öldü) bir gravürü, şair Gray'in “Köy Hampden'i" adını verdiği ayakkabıcının anısına yapılmıştı. Kralın Bushy Park'taki bir geçiş hakkını kapatmasına, dava açmakla tehdit ederek karşı çıkmış ve davayı kazanmıştı. O günden sonra patika yol halkın kullanımına açıldı ve oraya aşağıdaki anıtı dikildi.
Ayrıcalıklarla demokratik yollardan çatışmayı ve kazanılan başarıyı simgeleyen gravür, ayakkabıcıyı kraliyet parkının kurucusu Lord Hallifax ile konuşması sırasında "boyun eğmez ve kayıtsız bir tavırla otururken” betimlemektedir.
"Dünyayı bulduğumdan daha kötü bir yer olarak bırakmak istemiyorum"
Krala kafa tutan Ayakkabıcı "Timothy Benet"
Bir diğer kaynak, sırtındaki sepetin içindeki alet takımı ile bir köyden öbürüne yürüyen bir ayakkabıcıyı anlatır. “Bir iş bulduğunda kapının önüne oturur ve müşterisiyle birlikte şarkı söyleyerek dostluk kurar ya da siyaset konuşurlardı”. Ayakkabıcılara yakıştırılan önderlik şöhreti, Sir Robert Peel'in meslek derneklerinin taleplerini sunmaya gelen bazı ayakkabıcılara "nasıl oluyor da her ayaklanmanın en önünde sizin insanlarınız yer alıyor?... Ne zaman yasa dışı bir plan ya da siyasal hareket olsa sizden birini orada buluyorum” diye sormasına neden oldu“!.
Dahası, İngilizler, Fransız ayakkabıcıların da bu nitelikleri paylaştığına inanıyordu. Fransız Devrimi üzerinden birden fazla yazı, "Valois ve Capets’in görkemli kubbeleri altında bağıra çağıra nutuk atan va ardından kitleleri krala işkence yapmaya ve onu öldürmeye götüren ayakkabıcıları betimler44.
İtalyan devlet adamı Concini'nin 1617'deki düşüşünün, amiral yaşarken ona hakaret eden ve öldüğünde kalbini kızartıp yiyerek onu aşağılayan Picard adlı halk hatibi bir ayakkabıcı tarafından kesinleştirildiği de anlatılmaktadır". Sert içkilere düşkünlüğünün aksine insan eti yiyicilik ayakkabıcılara genelde yakıştırılan bir özellik değildir ancak ayakkabıcılar köktencilikleriyle haklı bir ün kazanmışlardı ve bu ün ve Fransa ile sınırlı değildi.
Ayakkabıcı, felsefeci ve siyasetçi olarak ne oranda zanaatının ürünüydü? Bu sorunun, biri okur yazarlıkla diğeri bağımsızlıkla ilgili olmak üzere iki boyutu vardır.
Zanaatlarının doğasında basılı bir metinle hiç bir mesleki ilişkisi (matbaacılar da olduğu gibi) bulunmayan ayakkabıcının okur yazarlığını ve o dillere destan kitaba ve okumaya olan düşkünlüğünü açıklamak zordur. Ayakkabıcıların deri ile ilgili becerilerinden ötürü sıklıkla kitap ciltleme ve onarma işlerinde yardıma çağrıldığı, işliklerinin kimi zaman kitapçılarınkine bitişik olduğu yolundaki talihsiz tahminler herhangi bir kanıt ile desteklenmemektedir.
Dahasi, bildiğimiz kadarıyla, zanaatin gelenek ve
göreneklerinde okumaya yönelik özel bir ilgiyi vurgulayan, hatta ima eden
hiçbir şey yoktur. Ayrıca, her opera severin bildiği gibi, Nurembergli Hans
Sachs'ın, Meistersingerlerin en ünlüsü olmasına karşın, ayakkabıcıların bu en
ince duyguları dile getiren zanaatkârlar arasında oransız biçimde temsil
edildiklerine ilişkin hiçbir gösterge yoktur. Ayakkabicılar ile kitaplar
arasındaki bağ matbaanin icadından ve yaygınlaşmasından önce kurulmuş olamaz
çünkü o dönemlerde basılı metinlere yoksulların ulaşabilmesi söz konusu
değildi. Ayakkabıcıların eğitimli usta isçi törelerinin genel yapısının matbaaların
büyük ölçüde yaygınlaştığı günlerde biçimlenmiş olduğu akla gelmektedir.49
Elbette, kitaplar kolayca ulaşılabilir hale gelirgelmez, kurgulama ve
tartışmaya yatkın bu mesleği doğal olarak kendine çektiği savunulabilir. Buna
karşın, soru yine de geçerliliğini korumaktadır.
Gezgin ayakkabı tamircileri, elbette, çevrelerinden kesinlikle soyutlanmış işçilerdi. Ancak, ayakkabıcının, atölyesinde de yalnız olması alışıldık bir durumdu. 1882'de Almanya'da ayakkabıcıların üçte ikisi yanlarına yardımcı dahi almaktaydı.
Ancak, işten ayrılan gezgin işçilerin yerlerinin hızla doldurulması hem ustaların hem de çırakların ufkunu genişletmekteydi. Üstelik bu zanaatkârlar sürekli dolaşan ve kötü şöhretli gezginlerdi. Almanya'nın güneybatısındaki Suabia eyaletinde yaşayan taşralı bir ayakkabıcı, gezgin ayakkabıcıların çıraklık döneminde onun üzerinde bıraktığı derin etkiyi şöyle tanımlamaktadır: "Gezgin ayakkabıcılar arasında çok gezip görmüş, bilgili insanlar vardı. Böylece ben de onlardan pek çok şey duyup öğrendim.” Daha sonra o da, çıraklığını bitirdiği tarih ile kendi işliği olan ufak bir usta ve sosyal demokrat bir eylemci olup bir yere yerleşmesi arasında geçen sürede 15 ayrı yerde 17 işyerinde çalıştı2. Jena’da olduğu gibi, bir gezgin ayakkabıcının her dükkanda ortalama 6 ay kaldığı varsayılırsa, sıradan bir çırak 3 yıl içinde 15'den fazla gezmiş adam ile yakın ilişkiye geçmekteydi. Tipik bir gezgin ayakkabıcının karşılaşacağı gezgin sayısı ise bundan çok daha fazlaydı.
Gezgin işçiler birbiriyle yalnızca işliklerde değil, yollarda, işin ve yardımın törensel bir tarzda arandığı ve bulunduğu misafirhane olarak işlev gören hanlarda da karşılaşıyorlardı?. Mesleğin sorunlarını, günün haberlerini tartışmaya ve genel anlamda bilgi alış verişini sağlamaya yarayan pek çok olanak vardı. Daha büyük kentlerde, birçok başka meslek üyesi gibi ayakkabıcılar da kendilerine ayrılmış caddelerde ya da sokaklarda yaşayabilir ve çalışabilirlerdi. Hem kentsel hem de kırsal bölgelerde, ayakkabıcılık pazarlarında zanaatdan başka kişilerin eksikliği his edilmiyordu. İş ufak bir alanda yapılabildiği için işyerinin dışında çalışan bir kaç yarı proleter işci ya da usta aynı işliği paylaşabiliyordu. En yalnız ayakkabıcı tamircisi bile bir zamanlar "soylu zanaat" kültürü içinde toplumsallaşmıştı.
Örneğin İskoçya'da zanaatin kutsal koruyucu Katolik azizi Kalvinist reformasyondan sonra yaşamını “Kral Crispin" olarak sürdürdü İngiltere'de St. Crispin Gunti, ondokuzuncu yüzyıla kadar ayakkabıcıların bayramı olarak tören alaylarıyla kutlanıyor ya da 1813'de Norwich'te olduğu gibi, gezgin ayakkabıcılar tarafından siyasal amaçlarla yeniden hayata sokuluyordu.
Onlar, ayakkabıcıların çalışma ve dinlenme zamanı üzerindeki denetiminin -Saint Monday ve diğer tatilleri gönlünce kutlama yetkinliği- de kanıtladığı gibi bağımsızlığı, özellikle de gezgin ayakkabıcının bağımsızlığını vurguladılar .
Polonya'da bir atasözü
“En iyi bira ayakkabıcılarla, arabacıların içtiği yerdedir” der.
1813 tarihli Amerika Deniz Kuvvetleri onbaşı toplama talimatları "güçlü, sağlıklı ve yeterli adamlar” dışında hiç kimseyi orduya almama konusunda ısrarlıydı. “Toprak işçileri en düşük rütbeli denizci olarak askere alınabilir ancak yaptığı iş kendisine çok az bedensel güç sağlayan terziler, ayakkabıcılar ya da nalbantlar hiçbir biçimde gemiye sokulamaz”dı.
Öte yandan topal ayakkabı tamircisinin yazınsal kayıtlara geçirilmesi Latin oyun yazarı Plautus’un zamanına kadar uzanır. Mesleklerini tarımsal etkinlikler ile birleştiren taşralı ayakkabıcıların sıkça görülmesi büyük olasılıkla konuyla bağlantılıdır. Yine de bu meslek, en azından geleneksel olarak bedensel çalışma gerektiren işlerde çalışan kendi yaşındaki öbür çocuklarla yarışması olanaksız olanlar tarafından seçiliyordu. Bu durum, başka türlü saygınlık kazanmak için onlarda güdülenme sağlamış ve bu noktada, mesleklerinin izleme ve sohbet ile kolayca bağdaştırılabilecek yarı rutin yapısı bu çocuklara entelektüel seçenekler sunmuş olabilir.
Daha büyük atölyelerde bir arada çalışan ayakkabıcılar, sırayla birer kişinin yüksek sesle gazete ya da kitap okuduğu, eski bir askerin bunları okuması için ücretle tutulduğu ya da en genç olanın gazeteleri toplamak ve okumak zorunda olduğu “okuyuculuk” (Gresini geliştiren iş kolları arasındadır terziler ve puro imalatçıları diğerleridir. (Ayni zamanda ikinci dereceden bir şair olan ayakkabıcı George Bloomield'in "Ayakkabıcılar siyasetçidir' diyenler bu meraklarının çözümünü bulabilirler" sözüyle ima ettiği budur.)" Kentlerde, böylesi sesiz ve çok çaba istemeyen başka iç mekan meslekleri vardı ancak köylerde bir başkasını akla getirmek güçtür -elbette ki nalbantlar ya da at arabalarının tekerlerini onaranlar dışında",
Buna bağlı olarak ayakkabıcının işi çalışırken düşünmeye ve tartışmaya olanak sağlıyordu. Çalışma saatleri sırasında sık sık yalnız başına kalması onu kendi düşünsel kaynaklarına döndürmüş olabilir. O, bedensel engellerini telafi güdüsü taşıyan gençler arasından seçilerek bu mesleğe alınıyordu. Çıraklık eğitimi ve gezgin ayakkabıcıların oradan oraya dolaşması onu mesleğinin ve daha geniş bir dünyanın kültür ve siyaseti ile tanıştırıyordu. Bu duruma, alet kutusunun hafifliğinin yanında kitap taşımayı öbür mesleklerden daha kolay kıldığını da ekleyebiliriz. Bu olguya ilişkin birçok kanıt vardır. Tüm bunların ayakkabıcının yaşama ilişkin kanılarını kitaplardan edindiği konusunda yeterli ya da sağlam bir açıklama sağlayıp sağlamadığından emin olamayız. Yine de üç nokta son derece açıktır:
Birincisi, kısaca göreceğimiz gibi, zanaatlar arasında okur yazar oranının daha yüksek olan ayakkabıcıların, gayri resmi evrak memuru ya da entelektüel işci olabildikleri çoğunluğun okur yazar olmadığı kırsal alanlar ile küçük kent çevrelerinde yaygın biçimde bulunmaları sıradışı bir durumdu. Çok az rakipleri vardı. İkincisi, entelektüel ve köktenci ayakkabıcı imajı ortaya çıktığı andan itibaren (böyle bir imaj kuşkusuz vardı) gerçekliği birkaç biçimde etkilemiş olmalıdır. Bir ayakkabıcı bu role uyduğu anda yaygın beklentileri onaylamış oluyordu. Sonuçta, ayakkabıcının bu role uygun davranışı çok daha sık dikkat çekiyor belgeleniyor ve üzerine yorum yapılıyordu. Bu yaygın imge edebiyatdan felsefeden tad alan ve siyasal merakları olan gençleri kendine çekiyor ya da radikal ve felsefeye düşkün ayakkabıcılarla ilişki kuran gençlerde bu konulara karşı bir ilgi uyanıyordu. Son olarak, sadece nesnel koşullar onlara yardımcı olmamış aynı zamanda topluluğun örf ve adetleri engel oluşturmadığı için bu ayırd edici özelelliklerin bazılarını zanaatin kültürü de geliştirmiş olabilir.
Dahası, çıraklığın bedeli asgari düzeydeydi. Bu nedenle oğullarını daha çok umut veren ve seçkin (ve bedeli daha yüksek) mesleklere yerleştiremeyen aileler ayakkabı yapmayı öğrenmek için gereken parayı zar zor bir araya getirebiliyorlardı.
Bağımsızlık ve yoksulluğun aynı anda varoluşu bir anlamda, mesleğin dört bir yana kendine has dağılışıyla ilintilidir. Zanaat hem kentsel hem de kırsal bölgelerde, en azından açık havada yapılan çetin işlerde giyilecek botlar konusunda “deriden daha iyisinin olmadığı" çoktandır bilinen ılıman iklim bölgelerinde çok erken örgütlenmişti. Kendileri de çoğunlukla aynı köklerden gelen ayakkabıcılar çok sayıda yoksul insanı kapsayan bir müşteri kitlesine hizmet veriyordu. Birçok yapım, onarım işinin aksine, ayakkabı ve deri bot yapımı ve tamiri ustalaşmış belirli kişiler gerektiriyordu. Ondokuzuncu yüzyılın sonunda, hâlâ, Avusturya'nın Alp Dağlarındaki çiftlikleri (Störsbuster) dolaşan ve çiftçilerin sağladığı işlenmiş ya da ham derilerden bir yıl dayanacak ayakkabılar yapmakta ve onarmakta ustalaşmış ayakkabıcılar vardı.
1800'de Prusya'da da durum aynıydı. (Onları terziler ve demirciler izliyordu.) Bir tek 1771'de Bavyera’da dokuma işçilerinin sayısı ayakkabıcılardan fazlaydı ancak pazar köylerinde ayakkabıcılar birinci geliyor, onları bira yapımcıları ve dokuma işçileri izliyordu”?, 1771 tarihinde Friesland'ın kırsal bölgesinde her bin kişiye düşen 4.53 dokuma işçisine, 4.48 marangoza, 3.70 fırıncıya, 2.08 demirciye, 1.76 din görevlisine karşılık 5.79 ayakkabıcı düşüyordu. Tüm yerleşim bölgelerinde bulunan ayakkabıcı oranı % 54, marangoz oranı % 52, demirci oranı % 40 ve hancı oranı % 32.78 idi. İnsanların, yakın çevrelerinde usta ayakkabıcılar ve ayakkabı tamircileri olmadan yaşamanın, başka usta zanaatkâr ve hizmetler olmadan yaşamaktan daha güç olduğunu düşündükleri açıktır.
Ayakkabıcının mesleğinde, çok geniş bir beceri ve uzmanlık alanı oluşmuşsa da teknoloji ve iş bölümü bağlamında ilkelliğini, yeterince homojen bir ürün ortaya koyduğu için de özde tek kişilik zanaat niteliğini sürdürüyordu.
Tamircilik açıkça aşağı konumdaydı ve İngilizce'de bu sözcük niteliği düşük herhangi bir iş için de kullanılmaktaydı. Buna karşın, özellikle, değişmeyen talep ile kentlerdeki artan arzın karşı karşıya geldiği bölge ve dönemlerde (Onsekizinci yüzyıl Almanya'sı gibi) ayakkabıcılık ile ayakkabı tamirciliği arasındaki ayrım belirsizleşiyordu ayrıca belirsizleşmek zorundaydı" da. Bir kaç kişinin dışında yalnızca ayakkabı yaparak yaşamak olanaksızdı. Gerçekte, ayakkabı yapanların aynı zamanda tamir de yaptığı varsayılıyordu. Bundan dolayı, hiç şüphesiz retorik amaçlarla, bir ustanın yeterli bir gelire (yilda 91 Gulden) ulaşmak için “hergün bir çift yeni ayakkabı üretmesi ya da üç çift pençe ya da yama yapması ve bunun yanısıra müşterilerinin ödeme yapacağına güvenmesi gerektiği” öne sürülmüştü. 18. ve 19. Yüzyıllarda Fransızca'da condonnier sözcüğü tipkı Almanca'da yaygın olarak kullanılan schusterov sözcüğü gibi hem yapan hem de onaran anlamına gelirken, İngiltere'de sözcüklerin birbirinin yerine kullanılabilir duruma gelmesi hiç de şaşırtıcı değildir? Gerçekte, loncalar tarafından etkin denetim altında tutulan kentler -ki bu loncalar giderek güçsüzleşiyorlardı- dışında ayakkabı yapmak ile tamir etmek birbirinden net biçimde nasıl ayrılabilirdi ki?
Ustalaşmış ayakkabıcılar ve tamircilere yoğun bir talep olması, korporasyon kentlerin* zanaati tekel altına almasını olanaksız hale getirdi.
Kırsalda ayakkabı tamirciliğinin engellenmesi son derece zordu. Bu tür kırsal ayakkabıcılık (kaçınılmaz olarak) lonca denetiminin ve niteliklerinin dışındaydı ve meslek hemen hemen her zaman bu tür ayakkabıcıdan öğrenilirdi. Geniş ölçekli üretim ve dagıtım gelişinceye kadar, yerel ayakkabı tamircisinin, özellikle açık arazideki çalışmalarda giyilen yerel ayakkabı talebini karşılamasını önlemenin yolu yoktu. Bu nedenle, kentin denetim altında tutulan ticari işleyişinde ustalaşma şansları düşük olan gezgin işçiler, herhangi bir köyde ya da taşra kasabasında kendi başlarına bir düzen kurmayı tercih etmiş olabilirler. Gerçekten de ondokuzuncu yüzyıl gibi geç bir dönemde Almanya'da bu doğrultuda giderek artan bir eğilim dikkat çekmiştir. 1840 tarihinde Saksonya'nın kırsal bölgesindeki taşralı ayakkabıcılar üzerindeki yasak sonunda kaldırılıp (ayakkabı tamircilerinden ayrı olarak) her köyde bir ustaya ( çırakları olmadan) izin verilince birden çok sayıda ayakkabıcı ortaya çıkıverdi. Pek çoğunun yalnızca resmi sıfatlarını değiştirdikleri yerinde bir tahmindir.
Öte yandan, en iyi ve en iyi usta ayakkabıcı ile en mütevazi tamirci arasında net bir ayrım olmadığı varsayılırsa, devasa boyuttaki bu mesleğin yalnızca zanaatlarından sağladıkları gelirle -Almanya'daki köylü ayakkabıcılar mesleklerinden yaşamaları için gerekli olan gelirin ancak yarısını elde ederlerdi, geçinmeleri mümkün olmayan geniş bir marjinal kesimi barındırdığı öne sürülebilir. Sanayi öncesi döneme ilişkin veri bulmak güçtür ancak, ondokuzuncu yüzyılda bir Suabia köyü için yapılan hesaplama, oradaki bir ayakkabıcının yetersiz talep yüzünden yılda ortalama yedi çiftten fazla ayakkabı yapamadığını göstermektedir.83
________________________________________________________________
* Korporatif kent - iktisadi, toplumsal ve siyasal karar üretme süreçlerine büyük ölçekli korporasyon şeklindeki örgütlerin çıkarlarının yön verdiği bir kent tipi. (ç.n.)
Ayakkabıcılar bu sınırlamayı pek ender getirebiliyorlardı. Sonuç olarak, ayakkabıcılar ne mesleklerine girişi ne de sanayilerinin büyüklüğünü kontrol altında tutabiliyorlardı. Dolayısıyla, meslekteki yığılma da denetim altına alınamıyordu.
Bu yüzden, meslek homojenlikten uzaktı. Yine de, temelde elle çalışılan bir zanaat olarak kaldığı sürece --evlerde kullanılan dikiş makinesinin henüz zanaata girmediği 1850'lere kadar-- meslek içi bölünmeler muğlak ve değişkendi. Zanaatkâr komünist Wilhem Weitling'in gözlemlediği biçimde, terzilerde olduğu gibi (örneğin kentlerdeki yüksek sınıfa yapılan özel ısmarlama ürünler) gibi ayakkabıcılar arasında da “soylular” ya da gözde dallar vardı. Ancak her ikisi de mesleklerin önem sıralamasında üst sıralarda yer almıyorlardı, çünkü özellikle ayakkabıcılar olağan dışı biçimde kalabalıktı ve bu yüzden olağan dışı bir büyüklükte yoksul ve marjinal oranı içeriyordu. 1840'larda Neustadt'a akın eden ve oturma izni için başvuruda bulunan yüzlerce gezgin işçinin yüzde 14.7'den fazlası (Bohemya'dan gelenlerin yüzde 17’si) ayakkabıcıydı. Onları yüzde 10 ile (Bohemya’lalırın yüzde 14.6'sı) terziler; yüzde 8.3 ile (Bohemya'lıların yüzde 9.1) doğramacılar izliyordu.
Köylü ayakkabıcı kendi kendisinin patronuydu. Yaptığı iş ufak bir sermaye gerektiriyordu. Araç gereç ucuz, hafif ve taşınabilirdi. Ayakkabıcının, çalışmak ve yaşamak için, başının başını sokabileceği mütevazi bir dama ihtiyacı vardı, en kötü durumdaki tek bir oda içinde çalışıp yaşayabilirdi. Bu koşullar onu, alışılmışın dışında hareketli kılsa da birçok meslek grubundan belirgin biçimde ayırmıyordu. Ayakkabıcıyı diğerlerinden ayıran, alt sınıflardan çok sayıda insan ile temasa geçmesi ve patronlardan ya da zengin müşterilerden bağımsız olmasıydı. Çiftçiler toprak sahiplerine bağlıydı, tekerlek ustaları ve yapı işçileri çiftçiler ile mülk sahiplerinden gelecek emirlere bakıyorlardı; yoksullar kendi giysilerini kendileri diktikleri için terziler zenginlere hizmet ediyordu. Ayakkabıcı, zenginlere de ayrıca hizmet veriyordu çünkü onların da ayakkabıcıya ihtiyaçları vardı ancak asıl müşteri kitlesini yoksullar oluşturuyordu, çünkü ayakkabıcı olmadan onlar da yapamıyordu.
________________________________________________________________________________
* Elimizdeki bilgiler 18. Yüzyılda Londralı ince deri üreticileri arasında aile içi kuşaklar arası sürekliliğin çok yüksek olduğunu göstermektedir.
Yoksular arasında deri ayakkabının gerçek kullanımı
bildiğimizden daha az olsa bile -ki kesinliklikle refah dönemlerimizden çok
daha kısıtlıdır.- yine de gerçek göz ardı edilemezdi.*
Aslında, ondokuzuncu yüzyılın ilerleyen dönemlerinde
zengin köylüler başka yerde üretilip dükkanda satılan ayakkabılara yöneldiler.
Bu durum yüksek kalite ayakkabı yapmayan köylü ayakkabıcıyı giderek, açık
arazideki çalışmaların zor koşullarına dayanıklı ayakkabıya ihtiyaç duyanlara
bağımlı hale getirdi.
Bu nedenle, ayakkabıcı işini ve müşterilerini –hatta
yeterince iyi bir ayakkabıcı ise saygın müşterilerini- yitirme tehlikesi olmadan
düşüncelerini ifade edebiliyordu. Dahası, müşteri ile arasında bir güven bağı
vardı. Bunun bir nedeni tarım işçilerinin ve belki de köylülerin, yalnızca
toplu para aldıklarında ödeme yapabildikleri için ayakkabıcıya borçlu
olmalarıydı -örneğin hasattan sonra (Pomeranya'da ödeme günü 25 Ekim St.Crispin
Gününe denk geliyordu)** ya da yıllık işe alımların yenilendiği Paskalya
yortusu ile bundan sonraki yedinci pazara rastlayan Whitsun arasındaki dönemde.
Bu nedenle ayakkabıcı müşterilerine güvenmek zorundaydı müşterinin ona ise
güvenmemesi için hiçbir nedeni yoktu. Yoksulların iş yaptığı pek çok kişinin
aksine –değirmenci, fırıncı, hatta han sahibi, ayakkabıcı kolayca test
edilebilen yeni ya da onarılmış mal üretiyordu. Kalitede ortaya çıkan
değişiklikler çoğunlukla hileye değil beceri düzeyine bağlıydı. 87
Sonuç olarak, ayakkabıcı düşüncelerini ifade etme
özgürlüğüne sahipti çünkü bu görüşlere güvenmemek için bir neden yoktu.
Bu düşüncelerin heteredoks ve demokratik oluşu kimseyi şaşırtmamalıdır. Köylü ayakkabıcının yaşamı zengin ve güçlüye değil yoksula yakındı. Hiyerarşi ve resmi örgütlenme ona pek değer vermiyordu. Kendi zanaatındaki örgütlenme geniş değildi. Pek çok durumda lonca ya da zanaat düzenlemelerine karşın dışarıda iş buluyordu.
________________________________________________________________
* Özellikle yalın ayak dolaşmanın yaygınlığı (kadınlar ve çocuklar arasında) ve ayağa giyilebilecek alternatif giyecekler (tahta ayakkabı, keçe ya da hasir bot ve benzerleri) konusunda daha fazla bilgiye ihtiyacımız var. Bu tarımsal uyum ile 25 Ekim arasında bir bağlantı olabilir mi?**
Bağımsızlığın değerini biliyordu ve kendi göreceli
otonomisini müşterilerininki ile kıyaslama olanağına sahipti. Zanaattaki
köktencileri temsil eden bir örnek grup derlemek zor ya da olanaksızdı. Bu
nedenle bağımsız görüşleri ifade yetisi, çoğunluğu oluşturan (büyük olasılıkla)
part-time çalışan marjinal ayakkabı tamircilerinden çok, görece daha başarılı
zanaatkârların oluşturduğu azınlıkla sınırlı olduğunu söylemek olanaksızdır.
Soru tartışmaya açık bırakılmalıdır. Yine de, geç 18. yüzyıl ile erken 19.
yüzyılın kendine has bağlamında, küçük zanaatkârların yok olmasına karşı sesini
yükselten ve "usta ile adamı... herkesin kendi yerinde durduğu ve herkesin
özgür olduğu” bir sistemin yerine "efendiler ile kölelerin"8% bulunduğu
bir sistemin geçişini lanetleyen Colbert'i okuyan köktenci ayakkabıcıların
bulunması doğaldır. Onları sansculotte ve daha sonra anarşist saflarda bulmak
da şaşırtıcı değildir.
Mütevazı bir yaşamda ısrar etmek ve haksızlık ile
yoksulluğun getirdiği sorunlara çözüm olarak çok çalışma ve bağımsızlığı
önermek her zaman için köylü ayakkabıcıların deneyimleri içindeydi.
Bu savın büyük bölümü diğer köylü zanaatkârlar için de geçerli olabilir. Ancak, Nalbant’ın gürültülü dükkânı ve işi çalışırken sohbet etmeyi güçleştirirken ayakkabıcı, kentten gelen düşünceleri çevresine aktarmak ve dinleyenleri harekete kazanmak için stratejik bakımdan oldukça iyi konuşlanmıştı. Köydeki dükkanı bu amaç için ideal bir ortam yaratıyordu ve zamanının çoğunu yalnız başına çalışarak geçiren, duygularını ifade etme yeteneğine sahip bu adamlar, kendilerine eşlik edecek birini bulduklarında konuşkan olabiliyorlardı. Üstelik çalışırken bunu yapma olanakları vardı. Taşralı ayakkabıcı her zaman gözleri yolda hep oradaydı. Kilisede, yerel yönetimin başka bir alanında ya da bir komünde ikinci bir görev üstlendiği zaman bile toplumda neler olup bittiğinin ayırdındaydı. Dahası, köy ve küçük kentlerdeki sakin atölyeleri hanlardan sonra gelen bütün gün sohbete açık merkezlerdi. 1793-1794’te Fransa'nın kırsal bölgelerinde ayakkabıcılar ile hancıların "devrim için son derece uygun bir uğraşa sahip olmaları” şaşırtıcı değildir. Richard Cobb bu durumu şöyle vurgular:
1793 yazında devrimci isyanda başkanlığa ya da denetim
komitelerinin başına getirilen ayakkabıcılar, o köy devrimcileri sansculotte
azınlıkların "kodamanlara" başkaldırmasına önderlik etliler. Üçüncü
yılda kırsal bölgelere asılan “silahları alınması gereken teröristler"
listesinde çoğunluğu onlar oluşturdu.
Burada, göz ardı edilmesi olanaksız bir toplumsal olgu ile karşı karşıyayız."
Ayakkabıcı tamircisinin dükkânı ile hanlar buluşma yeri olarak önemli bir noktada birbirinden ayrılıyordu Ayakkabıcı tamircisinin dükkanında bir iki kişi olurdu. Her ikisinde de erkekler içki içmek için toplanırlardı. Ama hanlar yalnızca yetişkin erkekler içindi. Buna karsın, ayakkabıcının atölyesinde, kadınlar ve özellikle çocuklar köyün aydınına ulaşabiliyordu. Ayakkabıcı ne çok köy ve küçük kent yaşamında eğitimci rolünü üstlenmiştir! Bu bağlamda, Hone’un EveryDay Book'u ayakkabıcıyı “ben çocukken ayakkabılarımı ve ruhumu onaran dürüst, yaşlı bir adam... Metafizikçi olmamasına rağmen kendini 'nedensellik’ üzerine uzun uzadıya düşünmeye adamış arkadaşım kunduracı” diyerek anımsamaktadır.
Bu ayakkabıcı, çocuğa, “soylu zanaatının” araç gereçleri ile birlikte sandalyesinin çekmecesinde sakladığı" kitapları ödünç vermişti.
1940'lar gibi geç bir dönemde, geleceğin saygın Marxist
emek tarihçilerinden biri olacak çocuk, doğduğu ülke olan Romanya'nın küçük bir
kentindeki ayakkabı tamir atölyesindeki çocuksu sohbetleri sayesinde siyaseti
tanıdı. 91
Bundan dolayı, ayakkabıcı kırsal bölgelerin entelektüel
ve siyasi yaşamında kilit adamdı: okuryazar ne düşündüğünü rahatça ifade
edebilen, görece bilgili, en azından kendi köy toplumu içinde aydın ve bazen
ekonomik açıdan bağımsız. Yaygın bir hareketlenmenin ortaya çıkmak üzere olduğu
yerlerde daima hazırdı: köy sokaklarında, pazar yerlerinde, sergilerde ve
şölenlerde. Bunun sıkça kanıtlanan kitle lideri rolünü açıklamak için yeterli olup
olmadığı kesin değildir. Gene de, böylesi koşullar altında ayakkabıcıyı bu tür
bir rolde olay yerinde bulunca şaşırmayız.
III
Sosyal tarihçiler arasında, ayakkabıcıların köktenci olarak
ün kazanması çoklukla, sanayileşmeye geçiş dönemi olarak tanımlanan On
sekizinci yüzyıl sonu ve on dokuzuncu yüzyıl ile bağlantılandırılmıştır. 52
Militan ayakkabıcıların sayısında artış olup olmadığını
ölçemeyiz ancak, iki gelişme yoğun bir köktenciliği canlandırmış görünmektedir.
Bunların ilki, özünde beceriye dayalı bir meslek olarak ayakkabıcılığın yavaş
bir çöküşe geçmesinden ve bunu izleyen aşırı gerginlik döneminden
kaynaklanıyordu. Özgül sorunlar bölgeden bölgeye değişim gösteriyordu
(Nordhampton ve Londra'daki usta eğitimli usta işçi ilişkileri birbirinden
farklıydı) ancak mesleğin tüm kolları ile siyasallaştığı görmezden gelinemez.
Böylece, genç gezgin ayakkabıcı bir yandan mesleki beceri kazanırken öte yandan
grevlere katılıyor ve ard arda siyasal ve ekonomik sistem konulu tartışmalarda
yer alıyordu.
Sonuç olarak, köylerdeki küçük dükkânlara yerleşenler Jakobenizmi
tanıyor ve kentlerden gelen köktenci düşünceleri küçük kasabalara taşıyorlardı.
İkinci gelişme, tarımsal kapitalizmin büyümesinin getirdiği sonuçlar ile karşı
karşıya kalan köy halklarının duyduğu hoşnutsuzluğun artmasına bağlıydı.
Köylüler, uğradıkları haksızlıklar ve hissettikleri keder ile ilgili olarak,
giderek ayakkabıcıların sunabileceği ideolojik formülasyonlara açık duruma
geliyorlardı. Meslek ve köy koşullarının bileşimi, “Swing” isyanlarında apaçık
görüldüğü gibi, köyün felsefecisini seve seve köyün siyasetçisine
dönüştürebiliyordu.
Kabaca 1770'den 1880'e uzanan dönemde ayakkabıcılığı
etkileyen değişimler nelerdi?
Anımsanması gereken ilk nokta, makineleşme ve fabrika
üretimi tarafından dönüştürülene dek mesleğin kentleşme ve nüfus ile birlikte
büyüyen boyutudur. Az sayıda fabrikanın bulunduğu Viyana’da ayakkabı imal eden
işçi sayısı 1855 ile 1890 arasında üç kattan fazla arttı. Bu artışın büyük
bölümü 1870'lerin başından önce gerçekleşti. 92
Ayakkabıcıların madencilerden daha kalabalık olduğu Britanya’da
1841 ile 1851 arasında, meslekteki yetişkin erkek sayısı 133.000 den 243.000'
yükseldi.”2 1835 ile 1850 arasında yılda ortalama 250 ila 400 ayakkabıcı
Leipzig'e giriş yaptı ve şehir büyüdüğü için her yıl daha az sayıda ayakkabıcı
buradan ayrıldı. On beş yıllık bu süreçte en az 3750 giriş ve 3000 çıkış
gerçekleşti. 94
Belirtilmesi gereken ikinci nokta, müşterilerden ve
dörtbir yana dağılmış onarım işlerinden ayrı olarak, üretimin pazara yayılmasıdır.
53
Dayanıklı, yerel ve bölgesel pazarlarda satılacak, sert
koşullara ayakkabılar üreten “pazar ayakkabıcısı" ısmarlama mallar
ürettikleri için müşterileri ile yakın bir ilişki sürdürebiliyor yakından
tanıdığı ve kendisini tanıyan insanlar pazarın kurulduğu günlerde onu
tezgahının başında bulabiliyorlardı. Olasılıkla, müşterileri ile ilişkisi kapı
kapı dolaşan ve giderek güçlenen rakibi seyyar satıcının kurduğu ilişkilerden
daha güçlüydü.95
Her iki düzenleme de seri üretim sisteminin çeşitli biçimleri
arasında eriyip gitti. Hem kırsal hem de kentsel ayakkabıcı topluluklarındaki
gelişmeden, iş bölümünün asgari düzeyde olduğu geleneksel zanaat
atölyelerindeki düzensiz kümelerden, kendi alt iş bölümünü gerçekleştirerek
belli işler yapmakla işçilerin çalıştığı makineleşmesini tamamlamış fabrikalar
durumundaki daha büyük emekçi merkezlerine dek payını aldı.” Bu noktada artık,
ihracat ya da kara ve deniz kuvvetleri sözleşmeleri için yapılan geniş ölçekli
üretim yüklenilebilirdi. Bu tür yarı vasıflı el işçilerinin, özellikle tarım
sektöründen gelenlerin, mesleğe eğitilmemiş ve toplumsallaşmamış biçimde
katılmaları olasıdır.97
Bu dönemde çırakların çoğu kırsal bölgedeki yoksul
kesimden toplanmış olabilir. Buna karşın, Avrupa'da yarı vasıflı iş gücünün etrafında
geliştiği bir çekirdek olan çıraklık eğitimi almış ayakkabıcı topluluğu sağlam
bir yere sahipti. Köktenci J.B. Leno’nun ayakkabı yapımı el kitabında sözü
geçen fabrika işçileri ve Almanya'da önde gelen makineleşmiş seri üretim
merkezlerinden biri olan Erfurt için de aynı koşul öne sürülebilir. 193 kişilik
işçi grubu modelinin üçte biri mesleki eğitim almıştı ve bunların yarısı
ayakkabıcıların oğullarıydı.98
"Açlık bizi kara trenine mahkûm etti: ücretlerimiz
böylesine düştü. Ekmek ve çaput için gaz yağımızdan oluyoruz. Ot döşeğe üst üste yığılmış çocuklarım annelerinin bir deri bir kemik
göğsünden süt ememedi. Bebeler için mahsul verecek olan mısır tohumlarını
yiyoruz.”101
İngiliz ayakkabıcı John Brant Cato Sokağı Suikastında
kendi oynadığı rolü düşük ücretlere ve bunun sonucunda gelen özgürlük yitimine
bağladı. Brant'ın sözleri, bağımsız düşünme ve hareket etme yeteneğini belli
ederek, güçlü olanların indirdiği yumruğa cevap vermeye çalıştığını
göstermektedir:
Paris’li ayakkabıcı “Efrahem” işaretin verilmesi ile
tüm işçilerin aynı anda atölyeleri terk edeceği ve patronlardan talep ettikleri
ücret artışını elde edebilmek için işi bırakacakları" günden söz etmiştir.
Zaten görüleceği gibi; ayakkabıcılar süratle militan
birlikler oluşturmaya koyuldular. En azından Britanya'da; sendikalaşmanın
kökleri derine iniyordu. Leicester 'da parlak ve siyasal açıdan bilinçli bir
köklü köktenci ve kaçak avcı olmasıyla tarihte mütevazi bir yer edinmiş olan
James Hawkes, yoksul bir terzinin oğluydu ve Northampton ayakkabı sanayisinde
yetişmişti.
Orduya katılması ve ordudan ayrılması arasındaki
dönemlerde Doğu Midlands'ta bulabildiği her işe soyundu. Ulaşabildiği tüm
sendikalara katıldı: "Hemen eve koştum ve seyahat kartımı aldım. Çünkü o
zaman bir sendikacıydım. Neredeyse daha ne demek olduğunu bilmeden sendikaya
üye olmuştum. Bir sendika üyesi olmasaydım dilencilik ya da hırsızlık yapmaya
mecbur alabilirdim.”
Zanaat ile ücretli işçilik, iktisadi militanlık ile
siyasi militanlık arasındaki ayrım henüz net bir sınıflandırmanın önüne geçecek
kadar muğlaktı. Geleneksel ayakkabı ustaları ve seri üretim işçilerinin
Birleşik Kunduracılar Derneğinden kopmaları 1874 tarihine dek gerçekleşmedi.
Seri üretim işçileri dernekten, daha sonra Ulusal Çizme
ve Ayakkabı İşçileri Sendikası adını alacak olan Ulusal Çizme ve Ayakkabı
Perçin Ustaları ve Dikişçileri Sendikasını kurmak üzere ayrılacaklardı. 1820
Sendikası Cato Sokağı Suikastı sanıklarının davalarına yardımcı oldu. Seri
üretim ve imalat merkezlerindeki sendikalar protestolarında eski zanaat
geleneğinden yararlandılar. Örneğin, Cheshire'daki Nantwich'te bu türden güçlü
bir sendika 1833 tarihinde St. Crispin Gününü şöyle kutladı:
"Görkemli bir tören alayı --At üstündeki Kral
Crispin Kraliyet giysileri giymiş.... Uygun kostümlerdeki nedimeler kendisine
eşlik ediyor. Resmi görevliler rütbelerine uygun tören giysileri giymişler ve
Kordon, İncil ve geniş bir çift küre ile soylu bay ve bayanların çizme ve
ayakkabılarından güzel örnekler taşıyorlar.... Törene her biri derli toplu
beyaz önlükler giyen neredeyse 500 kişi katıldı. Tören takı, elinde yürüyüş
sopası, sırtında aletleri ile gezgin kılığına girmiş bir dükkâncı tarafından
taşınıyordu”.
“Üzerinde 'Crispin'in oğulları imalatçılar tüm Dünya'da
saygı görsünler' sloganı yazılı zanaatımızı temsil eden sendika pankartı
hayranlık uyandırdı.” Lonca tarafından düzenlenen bir tören alayı bundan çok
farklı olmazdı.
Bizi köylerdeki köktencilerimize götüren yazılar on
sekizinci yüzyılın sonuna ve on dokuzuncu yüzyılın başına aittir. Bu yazılar
çoğunlukla, ustaların ve gezgin işçilerin Cato Sokağı Suikastı üyeleri
oldukları ya da Londra Haberleşme Derneği tarafından ifade edildiği gibi Jakoben
bir tavrı paylaştıkları Londra ya da ayakkabıcıların Etienne Cabet’nin en
kalabalık takipçisi oldukları Paris gibi çevrelerden çıkmaktadır.
Köylü ayakkabıcı, saygın kent ayakkabıcısı ile bağımsız
küçük zanaatkârın davasını paylaşıyordu. Bu davanın savunusu olarak diğer
işçilerin kaderlerine odaklanabilen ve bu işçileri devingen kılan bir iktisat
ve devlet eleştirisi sundu. Eyleme çağrı, kendisi gibi adamların gücünün
harekete yettiği varsayımına dayanıyordu. Gerçekte bu çağrı bilgili "yurttaşlardan
oluşan küçük grupların haksızlığa çare bulmak için bağımsız biçimde harekete
geçebileceğini varsayıyordu –daha çok okumuş adamların ya da resmi merkezi
örgütlerin desteği olmadan.
Yine de, zanaatın geçirdiği değişimler, meslek
mensuplarının toplumdaki eşitsizliklerin iyice farkına varmasını sağladıysa da
ayakkabıcı köktenciliğinin erken sanayi kapitalizmine tepki olarak onsekizinci
yüzyılın sonunda ortaya çıktığını söyleyemeyiz.
Göstermeye çalıştığımız gibi, ayakkabıcının, emekçinin
aydını, heterodoks felsefeci, sıradan insanın sözcüsü ve militan olarak
üstlendiği rol sanayi devriminden çok öncelere dayanmaktadır --en azından bu
yazının önerdiği sav kabul edilirse.
Sanayileşmenin başlangıç evrelerinin ya da sanayi
öncesi dönemin yaptığı şey ayakkabıcıların ve tamircilerin sayısının artmasına
yol açmak ve bunların yoksullaşması sonucu geniş bir yarı proleter dışarlıklı
işçi kitlesi yaratarak ayakkabıcı köktenciliğinin tabanını genişletmekti. Pek
çok eğitimli usta işçi zanaatkârın toplu eylemlerin geleneksel çerçeve ve
beklentilerinden zorla uzaklaştırılarak vasıflı işçilerin sendikal
militanlığına yönelmesi sağlandı.
Hepsinin ötesinde, bu dönemin yaptığı, siyasal
köktenciliğin hem alet kutusunu hem de düşünceler, talepler ve programlar
dağarcığını genişletmekti. Seküler demokratik, jakoben, cumhuriyetçi, kilise
karşıtı, kooperatif sosyalist, komünist, anarşist ideolojiler gibi toplumsal ve
siyasal eleştiriler, çoğalarak ya daha önceleri popüler düşüncenin temel
dağarcığını sağlayan heteredoks din ideolojilerine eklendi ya da bunların
yerine geçti.
Bu ideolojilerin bazıları diğerlerinden daha çok yandaş
topladı. Ancak tümü de ayakkabıcının eski ya da yeni deneyimlerine
sesleniyordu. Ayrıca popüler ajitasyon ve tartışmaya yönelik medya da
genişledi. Emekçi aydının yazdıklarına daha geniş bir ufuk sağlayan gazeteler
ve bildiriler ayakkabıcının dükkânında okunup tartışılıyordu. Felsefeye
eğilimli, toplumsal ya da dinsel inançlara karşıt ayakkabıcı, köktenci bir
siyasal ayakkabıcıya dönüştü.
Protesto ve toplumsal kurtuluş hareketlerinin
belirmesi, dünyanın girişilen, başarılan ve beklenen büyük devrimlerle alt üst
olması, köylerde ve kentlerde onu dinlemeye belki de ardı sıra gelmeye hazır
hızla büyüyen bir kitle sağladı. Amerikan devrimi ile başlayan yüzyılın;
ayakkabıcı köktenciliğinin altın çağı olduğuna kuşku yoktur.
Not ve Kaynak: W.H Schröder “Die Sozialstruktur der
sozialdemokratischen Reichstagskandidaten, 1898-1912”, için bakınız Herkunft
und Mandat: Beiträge zur Fuhrungsproblematik in der arbeitterbewegung Frakfurt
und Cologne, (1976) s. 72-76.
IV
Uzun süren bu dönem boyunca ayakkabıcılar gerçek
anlamda bütün toplumsal protesto hareketleri ile ilişkiliydiler. Onlar, dinsel
sekteryenler ve vaizler arasında, cumhuriyetçi, köktenci, Jakoben ve
sansculotte hareketlerde, kooperatif, sosyalist ve komünist zanaatkâr
gruplarında, tanrıtanımaz kilise karşıtları ve anarşistler arasında ön
sıralarda yer aldılar. Peki, yeniçağın sosyalist hareketlerinde de aynı
derecede önemli bir rol oynadılar mı?
Buna verilecek yanıt “hayır”dır. Aslında, Almanya'da
1914 öncesindeki Reichstag seçimlerinde sosyal demokrat işçi adayların en az
üçte ikisini çıkaran altı vasıflı işçi grubu arasında ağaç işçileri,
matbaacılar, puro yapımcıları ve sonradan katılan yapı işçileri ile birlikte
ayakkabıcılar da yer alıyordu. Buna karşın 1912'de seçilmiş üye bakımından
inşaat işçileri dışında) tüm bu grupların oldukça gerisinde kaldılar. Aday
çıkarma açısından ise kendilerinden daha küçük bir grup olan tütün sarıcıların
önünde, yine daha küçük bir grup olan matbaacılar ile aynı düzeyde yer
almalarına karşın metal, inşaat ve ağaç işçilerinin çok gerisinde kalmışlardı
(Tabloya bakınız.) Örgütlenme açısından umulduğu gibi çabuk davranmasına
karşın, Ayakkabıcılar Sendikası 1892 tarihinde büyüklük bakımından sekizinci
sıradan dokuzuncu sıraya ve 1905-1912 arasında on ikinci sıraya düştü.
Ayakkabıcılar 1918' den sonra Alman Komünist Partisi'nde önemli bir konuma da
sahip değillerdi çünkü önde gelen beşyüzdört üyeden yalnızca yedisi vasıflı
ayakkabı üreticisiydi. Ezici bir üstünlüğe sahip olan metal sanayisini
çıkarırsak; 107 vasıflı sanayii arasında terziler (7); duvarcılar (7) ve
tesisatçılar (8) ile aynı düzeyde olmalarına karşın matbaacıların (17) ve ağaç
işçilerinin (29) çok gerisinde kaldılar.
Alman Komünist Partisi'nde vasıfsız fabrika işçisi ve
büyük propagandacı Willi Münzenberg dışında hayranlık uyandıran bir ayakkabıcı
yoktu.
Fransa'da, 1890'ların Fransa Cumhuriyetçi Parti'sinde
ayakkabıcıların parti içindeki sayılarına oranla (yüzde 3,6) belirgin biçimde
fazla temsilcileri vardı. 1894-97 arasında parti üyelerinin yüzde 5,3'ü ve
parti adaylarının yüzde 7,7'si ayakkabıcıydı. Ancak, yerel veriler, onların
birkaç yerleşim alanı dışında sıra dışı bir önem taşıdığını
göstermemektedir.
Bunun için anarşistleri seçmek daha akla yakındı.
Aslında en önde gelen sol kanat ayakkabıcılar anarşist Jean Grave ile devrimci
sendikalist Victor Griffuelhes idi ve doğal olarak her ikisi de mesleklerinin
özelliği olan siyasi yazı yazma alışkanlığına sahipti.
Hareketin ağırlık merkezi geniş ölçekli sanayilerle
kamu sektörüne kaydıkça ayakkabıcının rolünün azaldığına ilişki bir şüphe
yoktur. 1945'te ağırlık merkezini metal ve demiryolu işçilerinin oluşturduğu en
göze çarpan komünistler arasında eskiden doğramacılık yapmış iki, hamur işi
aşçılığı yapmış bir kişi bulunmasına karşın ayakkabıcı yoktu. 1951'de Fransa'da
meclise seçilmiş elli bir eski zanaatkâr arasında yalnızca bir ayakkabıcı
(sosyalist) vardı.
Avusturya Sosyalist Partisinin kendine has eylemcilerin
mesleği çilingirlik, makine ustalığı ya da matbaacılık idi.'' Bu partide ünlü
bir ayakkabıcıya rastlamak güçtür. İspanya Sosyalist Partisi'nde, bir zamanlar
sekreterlik yapan ve sonunda (özelliği gereği) partinin tarihçisi haline gelen
Fransisco Mara daha önce ayakkabıcıydı ancak zanaatkâr kitlesi içinde başat
durumda olan meslek matbaacılıktı.
Hiç kuşku yok ki, iki ayakkabıcının, (tahmin edileceği
gibi, parti gazetenin editörlüğünü üstlendiği) Macaristan Sosyalist Partisi ile
ayakkabıcıların "tarihi boyunca en güçlü destekçisi” olarak kaldığı
Polonya ve Litvanya Krallığı Sosyal Demokrasisi (komünist) gibi küçük sosyalist
partilerde birkaç başarılı ayakkabıcı bulabiliriz.
" Ancak köktenci ayakkabıcının gerçekten sahip
olduğu önemli tek yer, modern sosyalizmin ve komünizmin kitle partisi ya da
sanayi proletaryasının kendine özgü partisi olmayı beceremeyen uzantılarıdır.”
Küçücük Avusturya Komünist Partisi'nin hem Korint'in
kırsal bölgesinden gelen genel sekreteri hem de köy yaşamı sürdüren Bohemya'dan
gelen (simgesel) başkan adayı önceden gezgin ayakkabıcılık yapıyordu.
Yirminci yüzyılın en tanınmış ayakkabıcı köktencisi,
şüphesiz, Romanya Başkanı Çavuşesku'dur.
Onun katıldığı günlerde parti olasılıkla yalnızca bir
avuç Romen azınlık barındırıyordu.
Sanayileşen İngiltere'de Londra Haberleşme Derneği
dönemiyle tanrı tanımaz köktenci Charles Bradlaugh’un ayakkabıcı seçmen
bölgesinden 1880'de seçilmesi arasındaki dönemde son derece önemli olan İşçi
Partisi döneminde kendi sendikaları dışında belirgin bir rol oynamadılar. İşçi
Partisi milletvekilleri arasında hemen hiç ayakkabıcı yoktu, öbür yönelimlerde
de göze çarpmıyorlardı. Dalgalı meslek yaşamının başlarında biraz ayakkabıcılık
deneyimi (vasıfsız) olan tek kişi ulaştırma işçileri lideri Ben Tillettir.
Bütünüyle ele alındığında kitlesel sosyalist işçi
hareketleri döneminde köktenci ayakkabıcının eski öneminin kalmadığı açıkça
görünür. Bu durum kısmen, sayıca kalabalık usta ya da yarı ustaların
oluşturduğu bir zanaat olan ayakkabıcılığın ürünlerini dükkânlar aracılığıyla
dağıtan çok küçük bir sanayiye dönüşmesine bağlıdır.
Aralarında anarşistlerin çok sayıda taraftar bulduğu
“insana bir yandan işini yaparken öte yandan ‘felsefe yapma' olanağı tanıyan o
oturarak yapılan zanaatların” artık öyle çok üyesi yoktu. Ayakkabı üreten erkek
ve kadından çoğu giderek fabrika işçisinin alt türüne ya da gelişkin
sanayileşmenin fabrika işçisine dönüştü. Ayakkabıları satanların çoğunun üretim
ile bağlantısı yoktu. Tür olarak köktenci ayakkabıcı daha erken döneme aittir.
Kökten ayakkabıcıların şanlı dönemi, Amerikan Devrimi
ile kitlesel sosyalist işçi sınıfı partilerinin, herhangi bir ülkede yükselişe
geçtikleri zaman arasındadır.
Bu döneme kadar demokratik ve öz güvenli düşünce,
konuşma ve vaaz esas olarak dinsel heterodoksi ve köktencilik yoluyla ifade
ediliyordu ve kuramsal formülasyonlarını seküler eşitlikçi devrimci
ideolojilerde pratikteki militanlığını ise kitlesel toplumsal protesto
hareketlerinde ve umut da buluyorlardı.
Köktenciliğin böylesine belirli siyasal ideolojilerle
bağlantısı “filozof ayakkabıcıyı" "köktenci ayakkabıcıya",
yoksul köy aydınını köy sansculotte’ine, cumhuriyetçiyi anarşiste dönüştürdü.
Dört bir yana dağılmış olmaları ve yarı proleterleşmiş zanaatkârların
ara sıra ortaya çıkan geniş yoğunluklarının bileşimi ayakkabıcıya yoksul
insanın avukatı, sözcüsü ve lideri olarak evrensel ve önemli bir rol verdi.
Kuramcı ve ideolog olarak ünlenmiş el işçileri arasında bile, korse yapımcısı
Tom Paine, terzi Weitling, matbaacı Proudhon ve Bray, tornacı Bebel, sepici
Dietzgen gibi insanlar herhangi bir ayakkabıcıdan daha çok anımsanmaktaktır.
Onun gücü sıradan insanlarda yatıyordu.
Her Thomas Hardy, Mora ya da Griffuelhes'e karşılık
gelen yüzlerce adları bilinmeyen yerel militan vardır. Köktenci ve emekçi
hareket tarihi uzmanlar bile yaşadıkları bölgedeki diğer yoksullar adına
konuşup onlar adına savaşmaları dışında haklarında pek bir şey bilmedikleri bu
kişileri adsızlıktan kurtarmakta güçlük çekmektedirler:
1830 tarım işçileri isyanlarındaki Maidstone'lu
ayakkabı tamircisi John Adams; azmi ve becerisi Nantwich'li ayakkabıcıları
Dorchester emekçileriyle aynı kaderi paylaşmaktan kurtaran Thomas Dunning; düşüncelerini
Brezilya'da bir taşra kentine taşıyan kimsesiz İtalyan ayakkabıcı anarşist,
Onun toplumsal çevresi Gesellschaft'tan çok Gemeinschafi'a ait yüz yüze siyaset
çevresiydi.
O tarihsel açıdan, fabrika ve metropol çağına değil
atölye, küçük kent, kent çevresi ve hepsinin öte sinde köy dönemine aitti.
Köktenci ayakkabıcı bütünüyle yok olmadı. Elinizdeki
makalenin yazarlarından biri, öğrenciliğinde türün saygı değer bir İskoçyalı
üyesince verilen Marksist dersleri bugün bile anımsamaktadır. Ve ayakkabıcılığın
köktenciliği sorunu ilk kez Calabriyen bir ayakkabı tamircisinin atölyesinde,
1950'lerde, dikkatini çekmiştir. Hiç kuşkusuz onun gençlere özgürlük, eşitlik,
kardeşlik ideallerinin ardından gitmeyi esinlediği, Lloyd George’un ayakkabıcı
amcasının 1880'lerde Gallerin bir köyünde yeğenine köktenci siyasetin öğelerini
öğrettiği gibi yerler hâlâ vardır.
Sıradan insanların ürettiği siyasette önemli bir olgu
olmayı sürdürsün ya da sürdürmesin, onlara iyi hizmet etmiştir. O, kolektif
biçimde ve şaşırtıcı ölçüde çok sayıda birey aracılığıyla tarihe damgasını
vurmuştur.