7 Eylül 2022 Çarşamba

Birleşik İşçi Kurultayı üzerine saptama ve düşünceler

 

Kaldıraç dergisinin düzenlediği iki günlük Birleşik İşçi Kurultayı buluşmasında farklı düşüncelere sahip, farklı yaşlardan ve iş kollarından işçiler ya da işçi sınıfı mücadelesine ilgi duyan emekçiler davete uyarak katılım gösterdi.

İşçi sınıfının nihai kurtuluşu mücadelesine inanan bizlerde bu buluşmaya aktif olarak katılıp deneyim ve düşüncelerimizi orada ifade etme olanağı bulduk.

Sınıf mücadelesi yürütenler adına heyecan verici, ufuk açıcı tartışmalara hem dinleyici hem de düşüncelerimizi ileterek aktif katılım gösterdik.

İlk günün programı iki panel olarak planlanmıştı.

İşçi sınıfının durumu başlıklı ilk panel bir arkadaşın genel çerçeveyi çizdiği sunumla başladı. Farklı deneyimlere sahip işçilerin katkı, eleştiri ve önerileriyle zenginleşen, daha dinamik bir yapı kazanan çok kapsamlı konu başlığı, büyük bir heyecan ve katılımla uzun saatler sürdü.

Birkaç saatte değerlendirilemeyeceğini hepimizin tahmin edebildiği bu iddialı ve kapsamlı başlığın can yakıcı noktaları, çok derinlemesine analizler yapmaya imkân vermeyen bir biçimde, yüzeyselde olsa saptanmış oldu.

Yakın zamanda yaşanan işçi eylemlilikleri, fiili grevler, iş bırakmalar, işyeri işgalleri, sermaye saldırılarılarına karşı gelişen direnişlerin, kazanım ve kayıpların, kısa da olsa öneminin vurgulanması ve belirginleştirilmesi çerçeve içine alınarak öne çıkarılmış oldu.

Dinamik bir şekilde süren, neredeyse bütün arkadaşların katılım gösterdiği interaktif tartışmalar zihinsel süreçlerimizde şekillenen, yer tutan, parça parça düşüncelerin kendiliğindenliğin akışı içerisinde ortak bir mecraya akarak bir zenginlik oluşturmasıyla sonuçlandı.

Katılan her öncü işçinin düşünsel ve pratik süreçlerinde ufuk açabilecek, sıçrama yaratacak bir deneyim zenginliğinin, somut bir mücadele silahına dönüştürülebilmesi için, işlenmesi ve kullanışlı hale getirilmesi gerektiği ortaya çıkmış oldu.

Bütün konu başlıklarında tümüyle ortaklaşılan sonuçlar ortaya çıkmasa da, nerelerde yoğunlaşılması ve nasıl bir perspektife sahip olmamız gerektiği konusunda Marksizmin temel tarihsel referanslarına bağlı kalarak daha fazla sabır, emek ve zaman harcamamızın ertelenemez bir sorumluluk olduğu konuşmaların içerisinde dile getirildi.

İnşaat, Madencilik ve Enerji iş kollarında, Soma Maden iş, Dev Yapı iş, Enerji Sen örgütlenmesinde aktif görev almış deneyimli iki arkadaşımızın, iki ayrı panelde yaptığı sunumlarda ortaya koydukları örnekler, mücadelenin kafamızda daha somut bir yerlere oturması ve somut örgütlenme deneyimlerden çıkarılacak dersler ışığında pratik sorunların çözümünde katkı sunacak biçimde aktarıldı.

Sade, anlaşılır, besleyici aktarımlar İşçi sınıfı mücadelesinin ekonomizm, sendikalizm vb. akımların uzağında Marks ve Engels’in kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosunda temellendirildiği haliyle iktidar mücadelesine bağlanması gerektiği konusunda yaptıkları vurgular, tartışılan konu başlıklarının yerli yerine oturması açısından çok önemli oldu.

Bütün oturumlarda, üzerinde durulan önemli tartışma başlıklardan biri sendikaların durumu oldu.

Sendikalardaki yapısal, tarihsel dönüşümü nasıl okumak gerektiği ve sendikaların sınıfın önünde bir engele dönüştüğü günümüzde sınıf devrimcilerinin nasıl bir tutum alması gerektiği üzerine çeşitli düşünce ve öneriler ortaya konuldu. Kafalarımızda belli net sonuçlara ulaşacak düzeyde tartışmayı derinleştirme imkanımızın olmayışı tartışmanın  ve bu kuşatmadan pratik bir çıkış arayışının süreceğinin yaşamsal olduğunu gösterdi.

Genel eğilim, tohumları 80 askeri darbesi sonrası dönemde atılan egemen bürokratik, mafyatik yapının ve sermaye devletinin burjuva sol düzen partileri vb. çeşitli araçlarıyla sınıfın içine sızarak düzen içinde  kontrol altında tutmaya çalışan, bloke eden, tutumuna dönük saptamalar tartışmaların özellikle sendikalar üzerine yoğunlaşmasına neden oldu.

Sendikaların örgütsel sayısal gücüyle, sınıfın görece daha yüksek ücret alan, çok küçük ayrıcalıklı bir kesimini temsil gücüne sahip olmasına rağmen, sınıfın bütününü ideolojik ve politik olarak kontrol altında tutma görevini yüklenmiş olmasının sonuçları uzun süre tartışıldı.

Proleter devrimin nesnel olarak olgunlaştığı, derinleşen ekonomik, siyasi ve insani kriz koşullarında çelişkilerin bu derece keskinleştiği bir coğrafyada, ipuçlarını görünür kılan, olası kendiliğinden toplumsal patlama ve ayaklanmalara engel olmak için devlet ve düzen partisi CHP'nin ve diğer muhalif, sahte Sol'ları aktif rol almaya zorlayan ve safları ayrıştıran bir sürecin içine girildiğinin net olarak görünmeye başladığı saptandı.

BİK nedir ne yapmak istiyor başlığında yapılan sunumda sendikalara sınıf bilinçli işçilerin devrimcilerin müdahalesiyle işçi sınıfından yana mücadele örgütlerine dönüştürülmesi ve işyeri örgütlenmeleri üzerine duruldu.

DİSK ve Türk İş içerisinde hala sınıf mücadelesinde ısrar eden çeşitli işkolu sendikalarının var olduğu, sermayeye hizmet eden diğer işkollarında örgütlü sendikalarda bu mafyatik yapıların örgütlü bir mücadeleyle yıkılabileceği düşüncesi ağır bastı. BİK olarak sendikalarda çalışmanın önemli olduğu vurgusu yapıldı.

İşçi sınıfını örgütlemenin tek bir araca bağlı kalmaksızın kesintisizce sürdürülmesi, işyeri ve işçi komiteleri gibi sınıfın öz gücüne dayalı örgütlenmelerin her koşulda asıl güvence olduğu güçlü biçimde vurgulandı.

İşyerlerinden, Fabrikalardan farklı deneyim aktarımlarının yapıldığı bölümlerde işçi sınıfının gelişen teknolojik yenilikler, taşeronlaştırma, pandemi süreci vb. etkenlere bağlı olarak değişen parçalı dinamik yapısının klasik işçi sınıfı tanımına uymayan, evde çalışma, esnaf kurye vb. gibi ortaya çıkan yeni modellerin anlaşılması ve çeşitli işkollarının kendi özgün koşullarından kaynaklanan yapısının örgütlenmede yarattığı engellerin nasıl aşılabileceği ve pratik deneylerle nasıl aşılabildiği yönündeki aktarımlar çok besleyici oldu. 

Çok üzerinde durulmayan önemli başlıklarda vardı.

 SINIFIN EN DEVRİMCİ EN DİNAMİK KESİMİ: 

SENDİKASIZ, SİGORTASIZ, GÜVENCESİZ, YARI ZAMANLI, BELİRLİ SÜRELİ ÇALIŞAN, İŞSİZ, İŞÇİLER

Klasik sendikaların örgütleyemeyeceği ve örgütlemek istemediği sendikasız, sigortasız, güvencesiz, geçici süreli çalışan, işsiz işçilerin, sınıfın potansiyel olarak en devrimci, en dinamik kesimini oluşturan çok geniş bir alanı ve sayısal çoğunluğu oluşturmasına rağmen bu alanlarda sınıfın bu kesimini örgütleyeceğimiz, fiili, işlevsel araçların henüz tam olarak oluşmadığı ve her koşula uyan bir model öneremediğimiz, BAĞIMSIZ MADEN İŞ, DGD SEN, KATAŞ SEN, vb. çıkışların, belli arayışların, girişimlerin, denendiği saptaması üzerinde konuşuldu.

Bu alana ilişkin örgütlülüğün geliştirilmesinin gerekliliği, sahipsiz kendi haline bırakılamayacağı, Ayakkabı işçilerinin geçmiş yıllarda, ücret artışı, sosyal güvence ve insanca çalışma koşulları talepleri üzerinden başlayan ve kısa sürede birçok şehirde bir alev topuna dönüşen eylemleri bu alanın önemini hatırlatması açısından değerliydi. Sadece Dernekler ya da doğal işçi önderlerinin yönlendirdiği, sözcülüğünü üstlendiği, birikim sonucu açığa çıkan, kendiliğinden anlık patlamaların sonuç almada yeterince başarılı olamadığı bu alanların sınıf bilinçli devrimci işçilerin örgütlü müdahalesiyle kalıcı kazanımlar elde edeceği üzerine düşünceler paylaşıldı.                                                                    

Üretimin alt taşeronlara bölünmesi, işin parçalanması, evde çalışma, mülteci ve göçmen işçilerin yaygın olarak üretime dahil olması vb. nedenlerle güvencesizliğin giderek arttığı ücretlerin düştüğü, kölece çalıştırmanın yaygınlık kazandığı bu alanlarda, işçi sınıfının bu devrimci öfkeli kesimlerini örgütleyecek araçların yaratılması üzerine düşünmek, ortaya çıkan örnekleri değerlendirmek ve tıkanma noktalarının aşılması üzerine hep birlikte kafa yormak gerektiği yakıcı bir saptama olarak önümüzde duran önemli bir başlık oldu.

Üzerinde önemle durulması ve sağlam bir bakış açısı oluşturmamız gereken ve sermayenin bütün kliklerinin kitlelerin duygularını okşamak, şovenizmi kışkırtmak ve kendi taraflarına çekmek amaçlı kullandığı sınıfın en alttakileri olan Göçmen ve Mülteci İşçiler önemli bir başlık olarak konuşulmayı hak eden bir konu olmasına rağmen hiç değinilmedi.                                          Bu hepimizin eksikliğidir. Burjuva kliklerin, Irkçı şoven kışkırtmaların konusu olmaktan çıkarıp sınıf temelli bir bakışı güçlü bir şekilde sınıfın gündemine taşımamız ve sınıfın bir parçası olarak gördüğümüz bu kesimleri sınıf kavgasına kazanmamız üzerine mutlaka bir başlık açmak ve konuşmak gerekiyor. 

 İŞÇİ SINIFININ YENİ BÖLÜKLERİ. ÜNİVERSİTE EĞİTİMLİ İŞÇİLER!

Sosyalizmin bir tehdit olmaktan çıktığı SSCB deki sosyalizm deneyinin çözülmesiyle birlikte Kapitalist ülkelerde sosyal devlet anlayışının hızla terk edilmesi ve başta Eğitim, Sağlık gibi alanların Kapitalistlerin kar alanlarına dahil edilmesiyle birlikte Devlet güvencesi altında çalışan devlet memuru olarak tanımlanan kesimlerin sınıfsal konumu daha net tarif edilir hale gelmeye başlamış oldu. İşçi sınıfından farklı olarak görülen memurlar İşçi sınıfına yakınlaşarak Kamu çalışanı kavramı kullanılmaya başlandı. KESK in kurulmasıyla birlikte örgütlü bir kimlik kazanılmış oldu. Devlete ait bütün kurumlarda Kamu çalışanları örgütlendi işçi sınıfının içinde bir konuma sahip oldukları tescillenmiş oldu.                                                                                                                     

Devlet okulunda kamusal hizmet veren, devletin yasal koruması altında çalışan öğretmen, doktor kamusal alanın özelleştirilmesiyle özel okul veya Hastane sahibinin ücretini belirlediği bir işçiye dönüşmüştür. Özelleştirme uygulaması burjuvazinin ortak mülkiyeti olan kamusal alanın (KİT lerin) yeterli birikime ulaşmış sermayelerin tekeline geçmesine yol açmıştı

Bu uygulamalar sonucu güvenceleri parça parça elinden alınan ve piyasanın kurallarına göre çalışmak zorunda bırakılan bütün kesimler işçi sınıfının ortalama ücret uygulaması alanına dahil edilmiş oldu. Ücretlerin düşürülmesi, asgari ücretin ortalama ücret olarak tüm işçi sınıfına dayatılması, sermayenin daha fazla kar için devreye sokulmuş bir uygulaması olarak gündeme geldi. Kapitalist devletin kamusal hizmet alanları sermayenin egemenliğine geçti. Her gün açılan Özel Hastane ve Okullarda binlerce Doktor ve Öğretmenin işçileşmesini hızlandırdı ücretli işçiler haline geitirdi. Hukuk alanının sermayeye açılmasıyla aynı süreç Sermaye sahibi avukatların yanında çalıştırdığı binlerce avukatın hukuk fabrikaları'nın işçi avukatları olmasına yol açtı. Sermayenin artık her alanda söz sahibi olduğu, kamusal alanın sermayeye devredildiği bir dönem başlamış oldu. Üniversite mezunlarının ayrıcalıklarının hızla budanarak İşçileşmesinin birçok sektörde yaygınlaştığı ve eğitimli işçilerin katılımıyla sınıfın genişlediğini ve bilgi bilinç düzeyinin yükseldiğini görmek zorundayız. Artık İşçi Doktorlar, İşçi Öğretmenler, İşçi Mühendisler, İşçi Avukatlar ve diğerleri hızla sınıfa dahil olacaklardır. Bilgi işçileri işçi sınıfının önemli bir parçasıdır. 

Sermayenin yeterince güçlü olmadığı dönemlerde Kapitalistlerin ortak mülkiyetindeki devletin yaptığı KİT diye anılan fabrika ve işletmeler artık güçlenen sermaye devredilmiştir. Devletin çalışanları da artık birçok alanda sermayenin ücretli işçilerine dönüşmektedir.

Emperyalist Kapitalist sistemin doğası gereği toplumun farklı kesimlerini eski sınıfsal konumlarından kopararak ücretli işçilere dönüştürme eğilimi işliyor. Geçmişte kendilerini küçük burjuva olarak gören, belli ayrıcalıkları olan, bağımsız çalışan, daha yüksek ücret alan, aldığı üniversite eğitimi nedeniyle kendisinin işçi sınıfının üstünde bir konumda gören bu kesimin, hızla işçi sınıfına doğru itildiği, sınıfa öfke, bilgi ve enerjisini taşıyacağı yeni bir dönemi işaret ediyor.  Sermaye sahibi bir patronun belirlediği ücret karşılığı çalışmak zorunda kalan, işçi sınıfının bu eğitimli işçileri, yeni sınıfsal konumlarına direnç göstererek henüz tam bir uyum sağlayamamış olsalar bile belirli bir zaman sonra yeni kimliklerine uygun bir pozisyon almaları kaçınılmaz olacaktır. 

İşçi sınıfının muazzam ölçüde büyüyen, genişleyen yapısı nedeniyle hızla işçi sınıfına katılan, ideolojik olarak kendilerini küçük burjuva, orta sınıf gibi işçi sınıfının dışında tanımlayan, bağımsız çalışan, daha yüksek ücret alan ayrıcalıklı kesimleri Avukat, Doktor, Mühendis, Öğretmen vb. kesimlerin hızla işçileşerek, işçi sınıfına dahil olması, sınıfın dinamik değişken yapısını değerlendirirken dikkate almamız gereken bir başka önemli kesimi oluşturuyor. Bütün güvencelerinden arındırılmış, ayrıcalıkları elinden alınmış, yaşam ve konfor düzeyi aşağıya çekilmiş, sınıfsal kimlik tarifi noktasında ciddi bir ideolojik sarsıntı yaşayan bu kesimlerin işçi sınıfının yapısını olumlu anlamda etkileyebilecek özelliklere sahip olduğunu saptamak gerekiyor.                                                       

Mesleki unvanlarının başına işçi kavramı eklenen, Üniversite eğitimi almış bu kesimler, İşçi sınıfının bilgi ve eğitim düzeyini yükselterek örgütlenme ve harekete geçme kabiliyetini artırması noktasında daha yetenekli hale getiriyor. 

Bu kesimlerin sınıf kimliğini benimsemeleri zaman alacak olsa da bir süre sonra bu alanda biriken işgücünün artmasıyla değersizleşen emekle eşdeğer, sömürünün artmasıyla beraber bir örgütlenme ihtiyacının ortaya çıkacağı açıktır. İşçi sınıfına yeni katılan bu eğitimli işçilerin sınıf içinde nasıl bir etki yaratacağı dikkatle değerlendirilmesi gereken önemli bir başka başlık olarak üzerinde düşünülmeyi sonuçlar çıkarılmayı bekleyen dikkatlerimizi yöneltmemiz gereken bir başka alandır. 


İki gün boyunca saatler süren aktarım ve tartışmalar sınıf mücadelesinin önemini, yakıcılığını ve önümüzdeki tarihsel görevlerin, muazzam ölçüde büyüyen, genişleyen ve gençleşen işçi sınıfının örgütlenmesi ve tarihsel rolünün oynaması için sorumluluğumuzun giderek arttığını gösteriyor.

Bir başka güncel ve önemli bir başlık seçimlerdi. Bu konuda sorulan sorular böyle bir başlık olmaması nedeniyle yanıtlanamadı. Seçimlerde devrimcilerin işçi sınıfına çağrısı ne olmalı başlığı tartışılamadı.

Kürtlerin işçileşmesi, işçilerin Kürtleşmesinin, sınıfa kattığı devrimci dinamizm, ortaya çıkardığı pratik ve fiili mücadele örnek ve deneyimlerinde görünür olmaları konuşulmadı. 

Sınıfın içinde ötekinin ötekisi konumunda olan Mülteci ve göçmen işçilerin sınıfın bir parçası olarak örgütlenmesi, tüm kesimlere dair daha özele inen ve sınıfa ulaşma ve örgütlenme çabamızın daha kapsamlı ve derinlere nüfuz etmesi için ne yapmalı sorusu hiç gündeme gelmedi ve üzerine konuşulmadı.

İşçi sınıfı mücadelesi alt başlıklarda tanımlanmış alanlara dair derinleştirilmiş net sonuç ve saptamalara ulaştığımız uzun soluklu bir çabayı gerekli kılıyor. Bu iki gün belki de bundan sonrasında nerelere eğilmek gerektiğine dair ipuçlarını ortaya çıkarması açısından önemliydi.

Öncü işçilerin siyasallaşması ve sürekli eğitimi, örgütlenmenin işyeri ve sektörel bazda özgün yöntem ve modellerin oluşturulmasıyla mümkün olabileceği saptamaları farklı işkolları ve çalışma biçimlerinin bizzat o işkollarındaki işçi arkadaşların verileri ışığında değerlendirilerek mücadele perspektifi oluşturulması ayrıca üzerinde durulması gereken bir alan olarak öne çıktı.

İki güne sığmamış olsa da değinilmeyen birçok konu başlığının yapılacak çalışmalarla konuşulması yönünde irade beyanı ortaya çıktı. Sorumlu arkadaşların belli bir program dahilinde çalışmaları planlaması ve çağrı yapması istendi ve kabul gördü.

 YA BARBARLIK YA SOSYALİZM!

15 Ocak 1919’da Alman Komünist Hareketi’nin öncü isimlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, FeeCorps. birlikleri tarafından katledildiler. Rosa’nın Ya Barbarlık Ya sosyalizm kehaneti onların öldürülmelerinden bugüne gerçekliğini yüzümüze vurmaya devam ediyor.

İşçi sınıfı devrimcileri geçmişin derslerini özümseyip mücadeleyi büyüterek bir silaha dönüştürüp namlusunu Emperyalist Kapitalist barbarlara çevirebilir.

İşçi sınıfının nihai kurtuluş mücadelesi, ancak tarihsel referanslardan beslenen, bütünsel, tutarlı bir zeminde kurulabilir. Bu zemin ortak bir çabayla her gün yıkıp yeniden yaparak inşa edilebilir. Devrimci sınıf çalışması, krizin derinleşip yıkıcı ve kıyıcılaştığı tarihsel koşullarda reformist sınıf uzlaşmacı tutumlarla hesaplaşarak kendi mücadele hattını kalın çizgilerle ayırmalıdır.                                                                                                                                            

Sınıf ve siyaset ilişkisi konuşulamayan bir diğer önemli başlıktı.

İnsanlık dışı koşullarda çalıştırılmaya zorlanan, hiçleştirilen, onuru çiğnenen ve doğasına aykırı bir sürecin etkin olmayan parçası olma duygusunu yaşayan, sınıf kimliği tahrip edilmiş veya henüz oluşmamış yeni kuşak genç eğitimli işçilerin üniversite sonrası yıkılan hayallerinin yarattığı öfke, geleceğin yıkıcı isyanına birikiyor. Sayısı giderek artan işsiz işçilerin, düşük ücretli, yaşamını sürdürebilecek gelire sahip olmayan, tüketim hakları elinden alınmış milyonların atık insana dönüştürülerek gündelik yaşamın dışına itilmesi, derin bir sessizliğin içinde patlamaya ayarlı bir saatli bomba gibi hızla, kurulduğu saate koşuyor.

Çocukların, gençlerin ev kadınlarının tarihte hiç görülmediği kadar politikleştiği bu koşullar Kapitalist düzen için tehlike çanlarının çoktan çalmaya başladığını haber veriyor.

Çok katmanlı bir yapıya sahip bu öfke, kadın cinayetlerinden, LGBTİ+ lara, Kürt halkına, Zindanlardaki devrimci tutsaklara, tekçi erkek egemen Sünni devlet yapısının dışında kalan bütün ötekileri içine alarak çürüyen varlığını ayakta tutmaya çalışıyor.

Derinliği, kapsamı ve şiddeti her geçen gün genişleyen bu toplumsal çürümenin her an gözümüze sokulan sonuçlarıyla sermaye düzeni için rıza üretmenin neredeyse imkânsız hale geldiği, baskı ve şiddetin yaygın, sistematik ve meşru kalıcı hale getirildiği, tepki ve dışa vurumların bastırılarak, bu susturulmanın içten içe yoğunluğunu ve basıncını artırdığı çaresizlik hali isyan duygusunu canlı tutuyor ve yıkıcılığını daha geniş kesimlere ve alanlara yayıyor.

İşçi sınıfı ve çıkarı işçi sınıfından yana olan öfkeli milyonlar gözlerini ve kulaklarını açmış kendilerine ulaşacak doğru bir seslenişe, güven veren bir örgütlülüğün çağrısına ihtiyaç duyuyor. Bugünkü mevcut güçlerle bu öfkeli yığınlara güven verebilmemiz mümkün görünmüyor.

Sınıf mücadelesini bu politik ve ideolojik değerlendirmeler temelinde doğru bir zemine oturtmadan gündelik ekonomik kazanımlar için enerjimizi tüketen, apolitizmden beslenen tutumlar, düzeni beslemenin dışında sınıfı âtıl hale getirerek öfkesini söndürmeye hizmet edecektir.

BİK’in iki günlük yoğunlaştırılmış kampı bize, hep birlikte ve bu bileşimin dışındaki sınıf mücadelesini ve proleter devrimi dert edinen bütün kesimlerle ortaklaştırılarak güçlendirilen bir çalışmanın zemininin oluşturulması üzerinde düşünmeye, irade koymaya ve adım atmaya zorluyor.

İşçi sınıfının siyasallaşması, kendisi için sınıf haline gelmesi, sürekliliği içinde büyüyen, güçlenen ve sınıf mücadelesinde ağırlığını giderek daha fazla hissettiren bir konum edinmesi bizim bilinçli, örgütlü, iradi siyasal mücadelemizin eseri olabilir.

Kendiliğindenliğe kapılmadan, siyasal hedefleri netleşmiş, devrimci bir kadro olma vasfına kavuşan örgütlü öncü işçiler sınıfa yön verebilir. Siyasallaşmış işçilerden oluşan bir örgütsel yapı devrimci dinamizmini bütün topluma yayabilir. Çıkarı işçi sınıfından yana olan bütün kesimleri kendi iktidar yürüyüşüne katabilir. Bütün mücadele alanları İşçi sınıfının bütünsel, tarihsel, sınıfsal çıkarlarına, iktidar perspektifine dayanan bir mücadeleye tabi olmak zorundadır. Devlet yapısı ne kadar merkezi bir gücü temsil ediyorsa proletaryanın da o kadar merkezi bir kurmay güce ihtiyacı vardır. Ancak bu siyasal kurmay merkezi güç onu iktidara taşıyabilir. Bu da yukarıdan aşağıya örgütlenmiş İşçi sınıfının Devrimci Partisidir. Kendiliğindenliğin bizi götüreceği yer burjuva düzenin onarılmasına hizmet etmek olacaktır.

TASFİYECİLİK; BURJUVA DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞLARIN DEVRİMCİ HAREKETE SIZMASIDIR.

Tasfiyeciliğin yaygınlık kazandığı derinleştiği ve bütün sosyalist devrimci yapılara sızarak etkilediği günümüz gericilik koşullarında, kendimize karşı daha sert eleştiriler yöneltebilmeli, düzenden kopuşu zorlamalı, konfor alanlarını hızla terk etmeli ve amaç disiplini temelinde bir kadrolaşmayı hayata geçirmeliyiz. İktidar perspektifinin yitirmiş, devrim fikrini rafa kaldırmış yapıların kültürel faaliyete dönüşmüş pratikleri yeni bir tasfiyecilik örneğidir. Devrimcilik bir boş zaman uğraşı değildir. Devrimi yaşamın merkezine koymak ve gerekleri için örgütlü, planlı bir çaba içinde olmaktır. Sınıfla ilişkimiz ancak bu perspektifle bir anlam kazanabilir.

İşçi sınıfı mücadelesi içinde örnek oluşturacak sayısız işçi önderi tarihte layık oldukları yeri almıştır. Bu önderlerin pratiği yol göstericidir. Oluşturacağımız formasyonun temelleri ancak bu pratiklerden çıkardığımız derslerle inşa edilebilir. Bireycilik, sorumsuzluk, tembellik, erteleme ve rahat düşkünlüğü yani konfor sınıf mücadelesinin ve devrimci faaliyetin düşmanıdır.

Bir diğer önemli nokta mücadeleyi dağıtma ve odaklanamama sorunudur. Hedefi net, görevleri öncelikleriyle belirlenmiş, gücünü dağıtmadan, önemli bulduğu yaşamsal noktalara vuran ve sonuç alan, kazanımlarıyla özgüveni tazelenen ve sınıfa güven veren bir örgütlü çalışma bizi daha ileri bir noktaya taşıyabilir.

Devrimci bir sınıf çalışması çok yoğun emek gerektiren, zorlu, yorucu, sabır isteyen bir çalışmadır. Ve mücadele fabrikalarda, sanayi sitelerinde, işçi mahallelerinde, işçilerin olduğu her yerde süreklilik içinde yürütülür. Yani hiç konforlu bir alan değildir. Bu nedenle uzun zamandır sınıftan kaçışın teorileri yaygınlık kazanmış ve burjuva demokrasisi proletarya devriminin yerine ikame edilmiştir. Sınıf dışı söylemlerle siyaset yürüten bu oportünist, reformist, konfor düşkünü solcuları sınıf devrimcilerinden ayırmak ve teşhir etmek ideolojik bir birikimi pratik müdahaleyi zorunlu kılmaktadır.


İŞÇİ SINIFININ KURTULUŞU KENDİ ESERİ OLACAKTIR! 

Birinci Enternasyonal tüzüğünün dibacesi, olarak kabul gören, neredeyse 150 yıldır Marksizm'i kılavuz, edinen komünistlerin tereddütsüz tekrarladığı bu sözler, işçi sınıfının sadece kendini değil bütün sınıflı toplum tarihine son vererek bütün sınıfların ortadan kaldırılacağı bir süreci ifade eder.

Burada kast edilen elbette sınıfın öncü partisi etrafında kenetlenmiş bilinçli, örgütlü ve siyasallaşmış bir işçi sınıfının iradesidir. Ekim devriminin öğrettiği gibi sınıf mücadelesinin sürekliliğini sağlayacak tek güç yine işçi sınıfının öncüleri komünistler ve sınıfa yön veren devrimci işçilerdir.

Güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yönetilmediği sürece proletaryanın kendiliğinden mücadelesinin hiçbir zaman onun gerçek sınıf mücadelesi haline gelemeyeceği unutulmamalıdır

Bu yüzden bu çalışma o alanlarda bizzat muhatapları tarafından verilen mücadeleyle kazanıma dönüşebilir. Ancak sınıfın öncülerini kazanmak ve eğitmek dışarıdan verilen siyasal bilinçle olur.

Özgürlüğe, insanca yaşamaya susamış milyonlarca işçinin içinde, muazzam yeteneklere sahip, zeki, çalışkan, insani niteliği yüksek, güvenilir, öfkeli işçiler, siyasallaşmış sınıf devrimcileri tarafından kazanılmayı bekliyor.

İşçi sınıfı mücadelesini tarihsel bağlamından koparmadan ve bütünsel bir bakışla ele alarak meseleye yaklaşmalıyız.

İşçi sınıfını iktidara taşıyacak örgüt, mücadele içinde sınanmış, küçük burjuva alışkanlıklardan arınmış ve kendini işçi sınıfı davasına adamış, ideolojik formasyonu sağlam, konfor alanlarını terk edebilen, devrime inanmış kadrolardan oluşabilir. Bunun dışındaki bütün uğraşlar ancak düzenle barışık bir kültürel faaliyet olarak anılabilir.

Düzenden kopmanın temel koşulu küçük burjuva konfor alanlarımızdan kopmaktır.

İşçi sınıfı devrimcilerinin mücadeleye zarar verebilecek küçük burjuva tutum ve davranışları, bağımlılıkları, hoş görü sınırları içinde değerlendirilemez. Sınıf mücadelesi sadece sayısal bir gücü değil bir niteliği temsil eder.

Sınıf devrimcileri tarihsel bir doğruyu haklı bir davayı ve ilkelerini her şeyin üstünde tutarlar. Ve savundukları bu gerçeği bütün zorlu koşullarda savunurlar.

İktidarı alma iradesi göstererek örgütlü mücadeleyi seçen kadroların, yakınlarında mücadelelerine zarar verebilecek, tutarsız, ilkesiz, devrimci saflara burjuva davranışları taşıyacak unsurlar varsa bu tür olumsuz davranışlara sahip kişilere müsamaha gösterilmesi kendilerini de mücadelelerini de çürütür.

Bugün solun neredeyse büyük çoğunluğuna sirayet etmiş bu konformist, çoğalmacı tutum sınıfın güveninin kazanmayı başarabilecek kadroların oluşmasını engelliyor. Bir çürük elma bütün sepetteki sağlam elmaları çürütüyor. Onca emek onca zaman heba ediliyor. Devrimin zamanı daha uzaklara taşınıyor. İhtiyacımız olan niteliksiz çokluk değil nitelikli azınlık olmalıdır.    Niteliksiz çoğalma hızla çürümeyi getiriyor, işçi sınıfının devrimcilere duyduğu güveni azaltıyor ve saygınlığımızı zedeliyor.

İki günlük kamp sürecinde çok nitelikli düşünceler üreten, sorgulayan, olgun mütevazı davranışlar gösteren, başkalarının yaptıkları olumsuz davranışlar adına mahcup olan genç işçiler güven duyabilecekleri niteliği yüksek alanlar arıyor. Devrimciler saflarında küçük burjuva unsurlara hoş görü gösteremez. Devrimci bir kültür ancak nitelikli davranışların çoğalması ve bir model haline gelmesiyle oluşur. Bugün hala Mustafa SUPHİ, Deniz GEZMİŞ, Mahir ÇAYAN, İbrahim KAYPAKKAYA, Che Guevara gibi birçok devrimcinin anıları, mücadeleleri sahipleniliyorsa bu onların devrime adanmış yaşamlarının örnek kişiliklerinin, kararlı tutumlarının sonucudur.

Sınıf çalışmamızı temellendireceğimiz ilkelerimizi devrimci işçi arkadaşların gözlem ve eleştirilerinden beslenerek birlikte değişerek, değiştirerek güçlendirebiliriz.

Düşüncemize, mücadele birikimine, ödenen bedellerle oluşan devrimci mirasımıza zarar verecek davranışlar içinde olanlar, örmeye çalıştığımız mücadeleye yarar sağlamadığı gibi ciddi zararlar verir.

Tarihin bu kötücül döneminde, çürümenin içinden yeşeren filizler küçük burjuva bireyciliğimizden çıkıp kendimizden vazgeçmeyi başarabilirsek, hızla büyüyerek her yana yayılan sarmaşıklar gibi dünyamızı saracak bir potansiyel devrimci enerjiye ve güce sahip.

Kendimizden başlayarak, birlikte yıkıp yeniden yapmayı göze alarak, ilkesel bir tutum geliştirerek, devrimci iradeyi açığa çıkarabiliriz.

Konfor alanlarını terk etmenin zor olduğunu tespit ederek, bütün olumsuzluklarla daha güçlü bir savaşımın zorunluluğunu kavrayarak yol almak gerekiyor.

                       *                   *                      *

Karda, ellerinizi, ayaklarınızı hissetmediğiniz kadar soğukta ağır bir uyku bastırır. Dayanması çok güç bir uyku isteği. Kovmak için var gücünüzle direnirsiniz ama o bir türlü gitmez. Uyursanız öleceğinizi bilirsiniz. Bir savaş sürer bütün varlığınız ve organlarınızla. Düşen göz kapağınızı kaldırarak gözünüzü açmayı başarmak dünyanın en zor işidir. Hareketsiz kılar soğuk kıpırdamak istemezsiniz. Kıpırdamazsanız ölüm sizi yakalar ve bırakmaz. Kurtulmak için ayak parmaklarınızı oynatmak istersiniz. Beyniniz emir verir sinirler kaslar aldırış etmez. Ne yapsanız harekete geçmez bir türlü. Daha güçlü emir vermeniz gerekir. Yoksa asla kıpırdatamazsınız. O anlar insanın normal yaşamında oluşturduğu ölçülerle tanımlanamaz, kıyaslanamaz, anlamlandırılamaz. Bambaşka, çok bilinmez bir halidir insanın. Tanımlanması için yeterli sözcük ve kavram bulmakta zorlanırsınız dağarcığınızda. Yapışmıştır etinize, içinize işler ağır ağır, sarar her yanınızı kanserli bir ur gibi.                                     

Ya hareketsizlik, yani ölüm kazanacaktır, ya da büyük bir dirençle yaşam. 

Ortası olmayan, başka seçenek bırakmayan keskin bir çizgidir.

İnsanlık hız, haz ve gündelik bilinç bataklığında, anlam üretememenin, hiçleşmenin zavallılaştırdığı, çok özel koşullardan geçiyor. Fark edenlerin fark edemeyenleri sarsarak uyandırmaya çalıştığı bu ölümcül uyku, çok tatlı geliyor insana. Bırakıp çıkamıyor bir türlü hayata. Ölümüne razı eden bir haz çılgınlığı bu ve herkesi yokluyor en zayıf yanından, biraz boşluk bıraktığınızda o boşluktan sızıyor, teslim alıyor ve bırakmıyor.

Biraz uyuyup uyanırım diyenler ölüyor. Bu zehirli öldüren uyku. İçinde düşürüldüğü çaresizliğe karşı kendini her gün, her an kutsayarak var olmaya çalışan narsist bireyin, hiçliğe karşı, düzenin ürettiği sahte savaş silahlarıyla verdiği mücadelesi. Uzatılan tırnaklar, abartılı takılar, vücudu kaplayan dövmeler, yırtılan pantolonlar, burnuna, ağzına, göbeğine, takılan metaller, her yerde sayısız çekilen fotoğrafların anlık paylaşılmasıyla varlığın ispatlanma çabası. İnsanlık tarihi boyunca belki bu kadar yoğun yaşanmayan kimliksizleştirme bir tahribatı.                                                                                   

Ve içi boşaltılan insanın, düzen tarafından, düzen içi yeniden kimlik inşasıyla düzene bağlanması. 

Sermayenin, şeffaf hapishane duvarlarını fark edemeyenlerin, bütün sefaletine rağmen hala çıkabilme inancını canlı tutma çabasının yorgunluğuna rağmen, tüketim mabetlerinin renkli dünyasında sahte özgürlük hisleriyle tutulmaya çalışıldığı zavallı bir insan dayatması.

Hepimiz ya uyanacağız ya da uyandıramadıklarımızın uykusu bizi de öldürecek.

Kaybedecek zaman yok. Ne yapacaksak ertelemeden hemen işe koyulacağız yani.                

Bizi ancak yıkıcı, tahripkâr, sarsıcı bir devrim kurtarabilir. Uyuyanımız çok ve uyumanın hazzını mutluluğunu güzelliğini anlatarak daha fazla insanı uykuya dalmaya, uykuda kalmaya ikna ediyorlar.

Ey uyumayanlar, kurtulmak isteyenler! 

İnsanlığın geleceğini, ya aptallaştırılmış uyanamayanlar belirleyecek                              

Ya da ne yapıp edip onları uyandırıp ayağa kaldıranlar...


Anlamsızlığa karşı, ANLAM

Savrulmaya karşı, KÖKLERE TUTUNMA

Hiçleştirmeye karşı, VARLIĞIMIZI GÖSTERME

Yalnızlaştırmaya karşı, BİRLİK VE DAYANIŞMA

Teslimiyete karşı,  ÖRGÜTLÜ MÜCADELE

Umudu büyütmek için, işçi sınıfına!

İşçi sınıfıyla, hayata yön vermeye!

06.09.2022