1960 'lar dan bugüne ..
Bir çoğu çocuk yaşta mesleğe (Zanaat) çırak olarak giren ayakkabı işçileri İzmir 'de yoğun olarak İkiçeşmelik caddesinden aşağıya inerken sol tarafında Kahramanlar sokağı, Azizler sokağından eski hastane(İzmir Gureba-ı Müslimün Hastanesi) sokağına kadar olan kısıma, caddenin sağ tarafında Agora, Mezarlıkbaşı ve Keçecilere kadar olan kısımlarda, Rumların ve Yahudilerin terk etmek zorunda kaldığı eski tarihi cumbalı evlerde, aile evlerinde ( Kortejo'larda ) derme çatma küçük dükkanlarda dağınık ama özgür bir çalışma ortamına sahiptiler.
Henüz makine üretiminin gelişmediği, daha küçük atölyelerde el ile üretimin egemen olduğu bu dönemde zanaatkar ustaların tecrübeye dayalı iş gücüne duyulan ihtiyaç fazla olduğu için emekçiler ve ürettikleri çok daha değerliydi.
Ayakkabı üretiminde parça başı ücretin egemen olduğu bir dönemdi. Parça başı ücret ödenmesinin kafalarda yarattığı bulanıklık işçi bilinci'nin gelişmesine çok fazla imkan tanımıyordu.
İstediği saatte işbaşı yapan istediği saatte paydos eden, gün içindeki davranışlarını kendileri "özgürce" belirleyen ayakkabı işçileri iş gücüne duyulan ihtiyacın yarattığı "özgürlük ortamının" imkanlarını sonuna kadar kullanıyorlardı. El ile üretimin belli sınırları vardı. Çok üretmek için daha fazla insana ihtiyaç vardı. Sezonluk çalışma her zaman geçerliydi. Sezon açıldığında uzun saatler yoğun emek harcamak ve gün boyu dikkat gerekiyordu. Bir tezgahta Usta, kalfa ve çırak olmak üzere genelde üç kişi çalışıyordu.
Ayakkabı işçileri ayakkabının hangi kısmını yapıyorsa kendileri o adla anılıyordu.
Ana işlerin Kesim , Saya, Montaj olarak adlandırdığı bu dönemde ayakkabı işçisinin haftalığı (Kesici, Tıraşçı, Sayacı ,Kalfa, Foracı, Frezeci Temizlemeci) oldukça tatminkardı.
Neredeyse bir memurun aylık ücreti ayakkabı işçisinin 1 haftalığına denk geliyordu. Rumlardan devralınan ayakkabı üretimi kültürünün bir parçası olan, yani "BROSTANCA" (günlük ihtiyaçların karşılanması için alınan para) alınması geleneksel tartışılmaz bir haktı.
Ayakkabı işçileri bu dönemde her sezonda tatmin edici zamlar talep ediyor ve istediklerini alıyorlardı. Ayakkabı işçilerinin yaşam düzeyi bu günden bakıldığında oldukça iyi sayılırdı. Kazançlarıyla kendileri ev sahibi olabiliyor, rahat bir yaşam sürdürebiliyorlardı.
Bağımsız çalışma ortamlarının rahatlığı ve bir kültürün uzantısı olarak akşam üzeri güneşin batmasına yakın saatlerde, ustalar çırakları ellerinde torbalarla Bira, Rakı, Şarap vb. her türden içki almaya yollardı.Çıraklar yakın meyhanelerden dükkanlara meze taşır, zanaatkar ustalar günün yorgunluğunu demlenerek üzerilerinden atmaya biraz olsun rahatlamaya çalışırlardı.
İçki sadece zorlu çalışma koşullarının bir sonucu değil, geçmişten bu güne uzanan bir kültür olarak'da tarihten bu güne taşınmış geleneksel hale gelmişti. Yazın güneş batıp akşama evrilirken ayakkabı ustalarında bir kıpırdanma başlar, çekiç seslerinin arasında ne içileceği üzerine keyifli cümleler kurulmaya başlanırdı. Kim kimle ortak ne içecek hangi mezeler alınacak kısa sürede karar verilir çıraklar siparişi alır yollara koyulurdu. İçmeden durulmazdı. İlk tekler atıldı mı bir rahatlama başlar teyplere kasetler konur eski Yahudi ve Rum evlerinden bozma atölyelerde kah kederli kah neşeli şarkılar yükselirdi. Sohbetler karşı tezgahlardakilerin duyması için daha yüksek sesle yapılır, yüzleri gülümseten hayaller, derin kederlere boğan yaşanmamışlıklar ortaya serilirdi.
Ünlü tarihçi Eric Hobsbawm'ın "Sıradışı İnsan" adlı kitabının "Siyasi Ayakkabıcılar" bölümünde aktardığı bir anekdota göre yüzyıllarca önce söylenen
"Ayakkabıcılar nerede içiyorsa en iyi bira oradadır" aktarımı da büyük ölçüde bu durumu doğrular niteliktedir. Ayakkabıcıların içkiye ve konuşmaya düşkünlüğü, isyancı kimlikleri bu günden geriye doğru izi sürüldüğünde başka örneklerle de desteklenen tarihsel bir gerçekliktir.
Emeğin ve emekçinin, günümüzdeki duruma bakıldığında görece değerli olduğu yıllarda daha çok keyif için içilirdi diyebiliriz. Ayakkabı üretimi yoğun kol emeği gerektirdiğinden iş oldukça yorucuydu.Gün boyu çekiç sallamak, sayısız kere makinenin pedalına basmaktan yorulan ayaklar, yoğun gürültü, kullanılan kimyasalların kokusu ve çok ürettirmek için patronun baskısı sonucu oluşan gerginliğin bir şekilde rahatlamaya dönüştüğü zamanlara ihtiyaç vardı.
Bu da ancak iş yoğunluğunun azaldığı çalışanların yorulduğu akşam saatlerinde mümkün oluyordu. O yılları yaşayan, daha yaşlı zanaatkar ustalar şimdi sohbetlerinde anılarında kalan güzel o özgür günleri ah edip anıyorlar.
1980 lerden sonra başlayan alt üst oluş. Makineleşme, seri üretim, nitelik gerektirmeyen ve değersizleşen emek sürecine yol alırken işçilerin durumu..
1980 li yıllarda uygulamaya konan 24 Ocak kararlarıyla sermaye merkezileşirken, emekçiler üzerindeki baskılar arttı sömürü derinleşti. Bütün işçi örgütlülükleri dağıtıldı. Bu durum sermaye için dikensiz gül bahçesine işçiler için hapishaneye çevrilen ülkede, sistemli bir şekilde emeğin ucuzlatılmasına, değersizleştirilmesine giden yolu açtı.
Ayakkabı üretiminde küçükleri de yutarak farklı oranlarda büyüyebilen sermaye sahipleri, ilkel birikim dönemini aşarak, biriken sermayelerine uygun üretim aşamalarına geçiş hazırlıklarına başladı. Herkes sermayesi oranında bir yol tuttu, büyüyen sermaye rekabet edemeyecek dükkanlarda küçük üretim yapan bir çok "zanaatkar usta"yı değersizleştirerek üretimin dışına çıkardı.
Küçük, bağımsız, dağınık ve "daha özgür" çalışılan dükkanlardan, herkesin bir arada, kurallara bağlı çalıştığı, atölyelere ve fabrikalar geçiş dönemi başladı. Sermayesini büyütenler üretimi hızlandıracak makinelere yatırım yaparak üretimi ve karlarının artırdılar. Bu yatırımlar sermaye birikimini hızlandırdı, artan teknoloji kullanımıyla belli kentlerde daha büyük fabrikalar ortaya çıktı.
Ancak yinede ayakkabı sektöründe, yapısal olarak dünya ölçeğinde rekabet edebilecek bir üretimi gerçekleştirebilecek sermaye birikimi oluşamadı.
Daha çok yabancı ülkelerdeki pazarlama üssü durumundaki firmalara üretim yapan taşeron bir konumu aşamayan bir yapı oluştu. Ayakkabı üretimi sermaye için azami kar elde edebileceği bir alan olma koşullarına sahip olmadığından az sayıda belli başlı büyük firma ayakkabı üretiminden kazandıkları sermayeyi inşaat, enerji, otomotiv vb. daha karlı alanlara yatırdılar.
1980 li yıllarda uygulamaya konan 24 Ocak kararlarıyla sermaye merkezileşirken, emekçiler üzerindeki baskılar arttı sömürü derinleşti. Bütün işçi örgütlülükleri dağıtıldı. Bu durum sermaye için dikensiz gül bahçesine işçiler için hapishaneye çevrilen ülkede, sistemli bir şekilde emeğin ucuzlatılmasına, değersizleştirilmesine giden yolu açtı.
Ayakkabı üretiminde küçükleri de yutarak farklı oranlarda büyüyebilen sermaye sahipleri, ilkel birikim dönemini aşarak, biriken sermayelerine uygun üretim aşamalarına geçiş hazırlıklarına başladı. Herkes sermayesi oranında bir yol tuttu, büyüyen sermaye rekabet edemeyecek dükkanlarda küçük üretim yapan bir çok "zanaatkar usta"yı değersizleştirerek üretimin dışına çıkardı.
Küçük, bağımsız, dağınık ve "daha özgür" çalışılan dükkanlardan, herkesin bir arada, kurallara bağlı çalıştığı, atölyelere ve fabrikalar geçiş dönemi başladı. Sermayesini büyütenler üretimi hızlandıracak makinelere yatırım yaparak üretimi ve karlarının artırdılar. Bu yatırımlar sermaye birikimini hızlandırdı, artan teknoloji kullanımıyla belli kentlerde daha büyük fabrikalar ortaya çıktı.
Ancak yinede ayakkabı sektöründe, yapısal olarak dünya ölçeğinde rekabet edebilecek bir üretimi gerçekleştirebilecek sermaye birikimi oluşamadı.
Daha çok yabancı ülkelerdeki pazarlama üssü durumundaki firmalara üretim yapan taşeron bir konumu aşamayan bir yapı oluştu. Ayakkabı üretimi sermaye için azami kar elde edebileceği bir alan olma koşullarına sahip olmadığından az sayıda belli başlı büyük firma ayakkabı üretiminden kazandıkları sermayeyi inşaat, enerji, otomotiv vb. daha karlı alanlara yatırdılar.
Ayakkabı Üretimine makinelerin giderek daha fazla girmesi nitelikli iş gücüne duyulan ihtiyacı belli oranda azalttı. Diğer yandan kentlere aşırı göç (özellikle Suriyeli mülteciler) nedeniyle yığılan ucuz işgücü de emeğin ucuzlamasında önemli bir neden olarak ortaya çıktı.
Patronlar biriken sermayeleriyle yeni inşa edilen, üretimin merkezileştiği ve yoğunlaştığı, üretim aşamasında işçilerin daha iyi denetlendiği, giriş çıkışın kurala bağlandığı, çalışma ortamlarının denetim altına alındığı, mekanlara yöneldiler. İstanbul da yurt dışına üretim yapan büyük sermaye Anadolu dan daha hızlı gelişti ve gidilecek yolu gösterdi. Bu yol uluslararası rekabete dayalı bir çalışma sistemiydi yani" daha ucuz emekle ve daha kaliteli, daha çok ayakkabı üretimi". Bu yeni durum kundura işçilerinin daha ucuza, daha uzun süreler, daha kötü koşullarda çalışması demekti. İstanbul dışında ayakkabı üretilen diğer illerde de onu takip eden benzer bir süreç yaşanmaya başladı. İzmir'de de üretim Sanayi sitelerine (Işıkkent ya da Karabağlar tarafındaki )büyük alanlara taşınarak hem kalite hem de kapasite olarak bir gelişme gösterdi. Sermaye giderek büyüyor, özgür zanaatkar kunduracılar yavaş yavaş kapitalist sömürünün kurallarına uygun biçimde işçileşiyordu. İlk başlarda fabrika çalışma sistemine geçişte birtakım sıkıntılar yaşandı.
Sabah belli bir saatte işbaşı yapmak yemek ve iş bırakma saatleri ya da mesai saatlerinin, en önemlisi ücretlerin tek taraflı olarak patron tarafından belirlenmesi gibi uygulamalar ciddi hak kayıplarına yol açtı. Başlarda işçiler alışmakta zorluk çektilerse de zaman içinde kurallara uymak zorunda kaldılar.
Bu durum ayakkabı işçilerinin özgürlüklerini büyük oranda yitirmesine yol açarken diğer yandan işçileşme bilincinin doğması ve yerleşmesine yol açacak bir sürecin yolunu da açtı.Üretime makinelerin girmesi işçileri rahatlatmak yerine daha fazla sömürülmelerine yol açan bir işlev gördü.
İşçiler, makinelerin hızına yetişmek için ara vermeksizin çalışmak zorunda kalırken, sürekli aynı hareketleri tekrarlayarak, işe yaramazlık duygusu içine girdiler. Makinenin bir parçası olarak kendini değersiz hisseden işçiler ruhsal çöküntüye yol açan bir duruma sürüklendiler. İşçiler, artık eskisinden çok daha fazla yoruldukları ve emeklerinin çok daha ucuzladığı bu yeni dönemle baş edebilecek bir donanıma ve örgütlülüğe sahip değildi.
Kölelik zinciri her gün biraz daha sıkıldı , parça başı ücretler düşürüldü, zaten esnek olan çalışma koşulları daha da esnetildi, çalışma süreleri uzadı, modeller zorlaştı, ücretlerin ödenmesi tam bir keyfiliğe dönüştü bir çok atölye ve fabrikada günlük BROSTANCA kalktı haftalıktan aylığa geçildi aylıklarda zamanında ödenmemeye parça parça ödenmeye başladı.
Uluslararası rekabetin yeni biçimleri olan Atölyeden, Fabrika disiplinine geçişte bir çok alışkanlık değişime uğradı yerine yeni davranış biçimleri oluşmaya başladı..Atölyelerde ve fabrikalarda üretim zamanlarında arkadaş ziyareti,içki içmeyi bırakın zamansız çay içmek ,çoğu yerde sigara içmek,izinsiz dışarı çıkmak bile yasaklanmış durumda.
Ama mescit yapılan fabrikalar, cuma günü çorba dağıtılan, ortak dua edilen, cumaya birlikte gidilen Atölyeler olduğu da yeni durumun açıklayıcı bir başka yüzünü oluşturuyor.
Derin sömürünün dinin yükselişiyle ve şükürcü anlayışla el ele yürüdüğü bir başka gerçeklik.
Ancak düşülen durumu değiştirmeye pek yaradığı söylenemez.
Bu anlayış ayakkabı işçileri arasında çok fazla egemen olmasa da içine düşülen bu kötü durumun bir yansıması bir başka rahatlama alanı olarak görülebilir.Büyük bir kesimin Üretim zamanı dışında Atölye yada fabrikaların yakınında sokaklarda yada boş alanlarda kalabalık gruplar halinde, içki tüketmeye artarak devam ettiği de büyük bir kesimin gerçeğini yansıtmaktadır.
Bir yandan at yarışlarıyla iddia'yla gelecek arayan ayakkabı işçileri, bir yandan içinde bulundukları ekonomik çöküntünün yarattığı tahribatı unutmak o durumdan kaçmak, rahatlamak için içmeye devam ediyor. Bu durum insan psikolojisinin doğrusal kültürel bir sonucu olsa gerek.
Bu ve benzeri durumlar ayakkabı işçilerinin hem bedensel hem ruhsal sağlığını derinden tahrip ediyor olsa da, daha gelişkin başka bir çözümün üretilemediği durumda o tarihsel ve kültürel durumunda etkisiyle çürümeye dönüşen bir kendini tekrar etme durumu devam ediyor. Kendini toplumsal yapıdan dışlanmış, değersizleşmiş olarak algılayan ayakkabı işçileri kuytularda bireysel çürümeyi ( sınıfsal sosyal intiharı) yalnızlığın karanlığını yaşamayı sürdürüyor.
Ayakkabı işçisi için ona ışık olacak toplumsal bir çözümün birlikte üretilemediği koşullarda başka bir çıkış yolu görünmüyor.
Ayakkabı işçilerinin aileleri de bu durumdan çok fazla etkileniyor çoğu ayakkabıcı eşlerinden boşanmak zorunda kalıyor aileler dağılıyor, bir çok ayakkabı işçisi bunalıma girerek eşlerine çocuklarına şiddet uyguluyor hatta öldürenler bile oluyor. Bu tam bir toplumsal çürümedir.
Kendisine basınç uygulayan ezen ruhunu tahrip eden sisteme başkaldıramayan, altındakileri eziyor, şiddetini kendi içine döndürüyor.
Ayakkabı işçilerinin bir çoğunun hem beden hem ruh sağlığı bozulmuş durumda, aynı koşullarda çalışan bir çok işçi için durum farklı değil elbette.
Kendisine basınç uygulayan ezen ruhunu tahrip eden sisteme başkaldıramayan, altındakileri eziyor, şiddetini kendi içine döndürüyor.
Ayakkabı işçilerinin bir çoğunun hem beden hem ruh sağlığı bozulmuş durumda, aynı koşullarda çalışan bir çok işçi için durum farklı değil elbette.
Bir çok arkadaşımız yaşadığı yoğun stres nedeniyle kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.
Zorlaşan yaşam koşulları ücret gelirinin düşmesi nedeniyle beslenme kötüleşirken, özellikle kaçak ve ucuz içki kullanımı yaygınlaşarak daha da arttı, buna uyuşturucu kullanımı da eklendi.
Zorlaşan yaşam koşulları ücret gelirinin düşmesi nedeniyle beslenme kötüleşirken, özellikle kaçak ve ucuz içki kullanımı yaygınlaşarak daha da arttı, buna uyuşturucu kullanımı da eklendi.
Bir çok genç ayakkabı işçisi ne yazık ki içinde bulunduğu koşulları aşamayıp, bir kaçış olarak uyuşturucuya bulaştı .
Gün boyu ölçüsüzce, hiç bir koruma önlemi ve havalandırma düzeneği olmadan kullanılan kimyasallar akciğer kanseri başta olmak üzere nöropatik hastalıkların ortaya çıkma riskini büyük oranda artırdı.
Gün boyu ölçüsüzce, hiç bir koruma önlemi ve havalandırma düzeneği olmadan kullanılan kimyasallar akciğer kanseri başta olmak üzere nöropatik hastalıkların ortaya çıkma riskini büyük oranda artırdı.
Tarih boyu süreklilik içeren, güçlü bir örgütlü mücadele geleneği olmayan iş kolunun bu durumu Kunduracıların bütün toplum kesimlerinden daha fazla tahribata uğramasına yol açtı.
İstanbul'da daha büyük çaplı üretim yapan fabrikalarda sendikalaşma mücadelesi daha yeni yeni başlıyor, DE-SA da Emine ASLAN ın direnişi, Adana BÜYÜK SAAT 'da, İZMİR IŞIKKENT'te ayakkabı işçilerinin kölelik koşullarına isyanı, TOGO Ayakkabı da başlayan sendikalaşma mücadelesi sonucu atılan işçilerin direnişi, büyük bir uyanışın ilk kıvılcımlarıdır.
Sınıf bilincinden yoksun yüz binlerce işçinin çalıştığı tarihsel kökleri oldukça eskilere dayanan bu zanaatin geçirdiği dönüşüm fabrikalaşma süreçleri ve yeni yeni gelişen ayakkabı işçisi kimliğinin oluşmasının zemin hazırlamaktadır.
2017 Eylül isyanında tarihinin ülkenin her yanında en yaygın ve kitlesel çıkışıyla ülke gündemine oturan kundura işçilerinin bu eylemselliği bundan sonra oluşacak mücadele pratiklerinin ve gelişen işçi sınıfı bilincinin ve örgütlenme gerekliliğinin kavrandığı ve hayata geçirilebildiği oranda diğer sınıf kardeşlerinin yanındaki onurlu yerini hak ettikleri biçimde alacağına işaret ediyor.
Dünyanın bir çok ülkesine yapılan ihracat, yapılan fuarların hacmi etki alanı, bu alanda oluşan sermaye birikimi ve yatırımlar bu iş kolundaki üretimin karakterini açıklamak için yeterli veri oluşturmaktadır.
Parça başı üretim ve iş kolundaki esneklik üzerinden bakılarak Ayakkabı işçilerine esnaf diyen onları bu kimlikle örgütlemeye, iş gücünü sattığı patronla eşit göstermeye çalışan, işçi kimliğini bozulmaya uğratan geri bir söylem ve bilinçle açıklanamaz.
Ücret biçimi ne olursa olsun -ister haftalık, ister aylık, ister Parça başı-, İster kendi tuttuğu dükkanda, ister evinde, ister atölye yada fabrikada çalışsın bu değişik durumlar onun ücret karşılığı çalışan işçi kimliğini değiştirmez. Koşulları farklı gibi görünse de;
Ayakkabı üretiminin her hangi bir aşamasında çalışan, bir iş üreten herkes, ortaya çıkan ayakkabıdaki toplam kolektif emeğin kattığı kadar bir parçası olan emeğin sahibi işçidir.
AYAKKABIYA BAKTIĞIMIZDA ONUN İÇİNDE
HEPİMİZ KENDİ EMEĞİMİZİ GÖRÜRÜZ.
BU EMEK KOLEKTİF EMEĞİN AYRILMAZ BİR PARÇASIDIR.
ESNAF DEĞİL İŞÇİDİR,
BU YANILSAMALI BİLİNÇ TERK EDİLMELİDİR.
AYAKKABI İŞÇİLERİ İŞÇİ SINIFININ AYRILMAZ BİR PARÇASIDIR.