8 Mayıs 2021 Cumartesi

1 Mayıs üzerine /Devrimci Kamu çalışanları

SENDİKA ORG'TAN ALINTILANMIŞTIR

Devrimci Kamu Çalışanları, 1 Mayıs öncesi tartışmalarda 1 Mayıs’ın tarihsel anlamının yaşatılması gerektiğini savunmuş, KESK’in kuruluşundan bugüne dek taşıdığı fiili, meşru, militan mücadele çizgisine uygun biçimde 1 Mayıs’ın gününde kutlanması gerektiği yönünde kendi içinde ve bulundukları yerlerde tartışarak bir tutum belirlemiştir. Bu tutumunu da KESK MYK’de yazılı muhalefet şerhi ile kayıt altına alarak tarihe not düşmüştür. Devrimci Kamu Çalışanları eleştirisini ortaya koyduğu gibi sorumluluğunu da kabul edecek, KESK’i sınıf hareketinin önemli bir dinamiği olarak sahiplenip birleşik bir sınıf hareketinin kurulması için mücadele edecektir

1 Mayıs üzerine

Bu 1 Mayıs’ı pandeminin gölgesinde bir yandan işçilerin, emekçilerin, yoksulların aç kalmamak, yaşamını sürdürmek için hastalığa yakalanmayı hatta ölüm riskini göze alarak çalışmaya devam ettiği, öte taraftan sermaye kesiminin salgını fırsata çevirerek işçilerin çalışma ve yaşam hakkına doğrultulmuş bir silah olarak kullandığı, sınıfsal çelişkilerin tüm çıplaklığıyla öne çıktığı bir ortamda karşıladık.

Tarihsel olarak işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak bilinen 1 Mayıs, aynı zamanda sınıf mücadelesinin seyrinin, örgütlülük düzeyinin, sosyalistlerin emekçi sınıflarla kurduğu bağın meydanlardan okunabileceği bir gün olma özelliğini de taşır.

Yerküremizin her kıtasında halk isyanları yaşanırken kapitalizmin yarattığı felaketlerden biri olan COVID-19 salgını ile birlikte işçi sınıfı açlık ve hastalık arasında tercih yapmaya zorlanırken, bir bütün olarak toplumsal muhalefet de pandeminin kitlelerde tetiklediği özgürlüklerden gönüllü feragat eğilimiyle hak ve özgürlüklerin gaspına karşı mücadele gerekliliği arasına sıkışarak sermayenin yeni saldırı biçimleriyle karşı karşıya kaldı. Faşizmin salgın yönetimi kılığına girmesi geri çekilmeyi daha da kolaylaştırdı. Virüslere yaşam alanı yaratırcasına kalabalık geçen AKP kongreleri ile tarikat şeyhlerinin cenaze törenlerine, kontrolsüz açılıp-kapanma salınımına, aşı temininin önemsenmemesine bakıldığında ülkemizde bir salgın yönetiminden bahsetmenin mümkün olmadığı zaten görülmekteydi. İktidar için salgın yönetiminin anlamı hak arama mücadelesinin bastırılmasıydı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek, Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atayarak, HDP’ye kapatma davası açarak, Gezi Parkı’nı olmayan bir vakfa devrederek, İkizdere’de yeni bir doğa katliamına girişerek saldırılarını yoğunlaştıran iktidar, Kod-29 bahanesiyle işten atılanların, intihar edenlerin, çöplükten ekmek arayanların feryadının duyulmasından çekiniyordu.

Salgın yönetimi maskesinin ardına gizlenen faşizmin görülememesi muhalefet içerisinde de evde kalanlar/kalmayanlar ayrışmasına yol açtı. Kendi binasına “128 milyar dolar nerede” pankartı asmasına bile izin verilmeyen ana muhalefet partisi seçim gününü beklerken, sosyalist solun bir kesiminin otokontrol mekanizmalarını oluşturarak salgın döneminin geçmesini beklemeyi tercih ettiği görüldü.

Toplumsal muhalefetin öncülüğünü yapan emek ve meslek örgütleri de bu otokontrol mekanizmasının dışında kalamamıştır. Bunun başta gelen nedeni sosyalist parti ve örgütlerin güçsüzlüğü nedeniyle toplumsal muhalefet adına inisiyatif kullanma ve politik müdahalede bulunma görevinin bütün yapısal kısıt ve sorunlarının öne çıktığı bir dönemde emek ve meslek örgütlerine havale edilmesidir. Bu bağlamda 1 Mayıs’ta ortaya çıkan tablodan devrimciler de sorumludur.

Fiili, meşru, militan mücadele çizgisine uygun hareket edilmeliydi

2021 1 Mayıs’ına giderken iktidarın kendi eseri olan salgının üçüncü dalgasına karşı Mart ayının son haftasında uygulamaya koyduğu göstermelik tedbirler arasında (sendika kongreleri de dâhil) her türlü toplu eylem ve etkinlik yasağı ile birlikte hafta sonu yasakları da yer alıyordu. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, Nisan ayının başından itibaren gerçekleştirdiği toplantılar dizisi sonucunda oluşturduğu ve kamuoyuna duyurduğu program ile emek hareketi ve muhalefete bir yol haritası çizmeye çalıştı.

1 Mayıs’a henüz bir ay gibi bir süre olmasına rağmen emek örgütlerinin 1 Mayıs’ı gününde değil sokağa çıkma yasağına takılmama, kitlesel kutlamalar yapma adına 30 Nisan’a almasının yanı sıra Taksim Anıtı’na çelenk bırakma etkinliğine katılım biçimi sosyalist hareketin tepkisi ve eleştirisi ile karşılaştı. 1 Mayıs anma ve kutlamalarının sokağa çıkma yasağına rast gelmesi nedeniyle 30 Nisan tarihine alan otokontrolcü yaklaşım, iktidarın tam kapanmaya geçişi 30 Nisan’da başlatacağını ilan etmesiyle bir kez daha geri adım atarak kitlesel eylem yapma gerekçesiyle programı 29 Nisan’a çekti. Özgüven yoksunluğuna dayalı bu yaklaşım, bırakın 1 Mayıs gününde gayet haklı ve meşru olan sokağa çıkmayı, 1 Mayıs’a bir ay gibi bir süre varken iktidarın yasakçı mantığını deşifre etmeyi de içeren hukuksal girişimlerde bulunmayı dahi aklına getiremedi.

DİSK, TTB ve TMMOB ile gerçekleştirdiği 1 Mayıs gündemli toplantının hemen ardından KESK MYK’nin, bir karşı oya rağmen oy çokluğu ile kararlaştırdığı, hafta sonu yasağına rast gelmesi nedeniyle 1 Mayıs anma ve kutlama programının 30 Nisan’a alındığına ilişkin kararını içeren program yazısı konfederasyona bağlı sendika genel merkezleri aracılığı ile şubelere iletildiğinde ciddi tartışmalara yol açtı. Devrimci Kamu Çalışanları (DKÇ) bu tartışmalarda 1 Mayıs’ın tarihsel anlamının yaşatılması gerektiğini savunmuş, KESK’in kuruluşundan bugüne dek taşıdığı fiili, meşru, militan mücadele çizgisine uygun biçimde 1 Mayıs’ın gününde kutlanması gerektiği yönünde kendi içinde ve bulundukları yerlerde tartışarak bir tutum belirlemiştir. DKÇ bu tutumunu KESK MYK’de bulunan temsiliyeti üzerinden yazılı muhalefet şerhi ile kayıt altına alarak tarihe not düşmüştür. İktidarın yasakçı zihniyetine uyumlu otokontrolcü eğilim ise tam kapanma tarihinin 29 Nisan akşamı başlaması ilanıyla 30 Nisan’da yapılması kararlaştırılan eylemi bir kez daha erkene almak zorunda hissetmiş, toplumsal muhalefetin ne kadar geri adım atabileceği iktidar tarafından test edilmiştir.

Neden ortak hareket edilemedi?

2021 1 Mayıs programının oluşturulmasında DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, muhalefeti birleştiren çağrı merkezi olma misyonunu bir kenara bırakarak, uzunca bir süredir kendisine başrol oyunculuğu, muhalefetin diğer bileşenlerine figüranlık rolü veren yaklaşımını sürdürdü ve tüm süreci kendi kontrolü altında ilerletti. Muhalefet bileşenleriyle bir araya gelme çabasını gösteren KESK’in bu konuda yalnız kaldığı dörtlü yapı içerisinde, özellikle DİSK’in otokontrolcü yaklaşımı sosyalist yapılara bariyer oluşturmaya kadar varan güven bunalımına yol açtı. Burada yazının ana konusu olmamakla birlikte DİSK’in kendi beyanlarıyla da kamuoyuna yansıyan, ciddi sonuçlara yol açan ikircikli tutumunu da not etmek gerekir. 1 Mayıs programının ilan edilmesinin ardından çalışmalara dahil olmak isteyen sosyalist örgütlerin bu girişimi 11 Nisan’da muhalefetin ortak toplantısının DİSK tarafından ertelenmesiyle havada kalmış, ortak toplantının sürüncemede bırakılması ertelemenin bir oyalama olduğunu ortaya çıkarmış, tüm bileşenlerle sürecin ortaklaşa yürütülmesi beklentisinin son haftaya kadar sürmesi sosyalist solun kendi özgün 1 Mayıs programını oluşturmasında önemli handikap ve açmaz oluşturmuştur. Dörtlü yapı ile ortak toplantı gerçekleşmeyince bazı sosyalist grupların 1 Mayıs’a günler kala yeterli çalışma yapma fırsatı bulamamalarına rağmen kendi programlarını oluşturmaları (bazı yerlerde ortaklık yakalanmaya çalışılsa da) bir başka çizgiye işaret etmesi açısından anlamlı olmakla birlikte taşıdığı iddia ile vardığı sonuç arasında açı oluşmasına engel olamadı.

TMMOB ve TTB meslek birlikleri olmaları gerekçesiyle DİSK ve KESK’e inisiyatifi bırakma eğiliminde oldular. TTB salgın dönemi boyunca hekimlerin haklarına daralmış, diğer sağlık çalışanlarını yedek unsur olarak gören bir anlayışla hareket ederken, iktidarın barolardan sonra meslek odalarının yapısını değiştireceği beklentisi de TMMOB’nin fazla sivrilmemeyi tercih etmesine yol açtı. Bu nedenle gerek TMMOB gerekse TTB 1 Mayıs sürecinde vaziyeti idare etme yolunu seçtiler.

Taksim’in anlamı

Bu dönemde bir diğer tartışma konusu İstanbul’daki 1 Mayıs anma ve Taksim Anıtı’na çelenk bırakma töreni ile törene katılım biçimi üzerine oldu. Önceki yıllarda sarı sendikalar anıta sadece çelenk bırakmayla yetinirken, DİSK sabah saatlerinde çelenk bırakıp sonra emekçilerle birlikte 1 Mayıs’ı kutlayacağı alana geçerek diğer emek ve demokrasi güçleriyle programı yürütürdü. Salgının başlarına denk gelen 2020 1 Mayıs’ının kapanma ve sokağa çıkma yasağına rastlaması ile önceleri sadece usulen işletilen Taksim Cumhuriyet Anıtı’na çelenk bırakma işi birden esas haline gelmeye başladı. 

Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs alanı olarak görme ısrarı, yerini Taksim Anıtı’na çelenk koymaya evrildi. Çelenk koyma etkinliği “kitlesel-temsili”, “makul sayı” gibi tartışmaları öne çıkarmaya başladı. Oysa esas olan Taksim’in 1 Mayıs’ın tarihsel anlamına uygun olarak 1 Mayıs Alanı olarak ele alınmasıdır. Çünkü Taksim tarihsel anlamıyla işçi sınıfının yüreğinde özel bir yere sahiptir. Ayrıca tüm dünyada olduğu gibi 1 Mayıs mitinglerinin hayatı yaratan işçi sınıfının kendini olanca görkemiyle sergileyebileceği kent merkezlerinde kutlanması mitingin etkisini katlayacağı gibi, psikolojik ve moral üstünlüğün işçi sınıfa geçmesine de yol açar. İşçi sınıfının çıplak gücünü, kitleselliğini ve kararlılığını, en çok görünür olabileceği ve toplumu etkileyebileceği mekânlarda açığa çıkartması her zaman sınıfın hanesine yazılır. Ve kapitalist barbarlık sisteminde emekçilerin en küçük kazanımlarını dahi ancak örgütlü mücadeleleriyle elde edip koruyabileceklerini tarih pek çok kez göstermiştir. Taksim ısrarı basit bir alan tartışması olmaktan çoktan çıkmıştır; bu ısrar, sınıf mücadelesinin tarihsel bir sembolüne, mücadele geleneğine sahip çıkmaktır.

1 Mayıs günü dörtlü yapının öncülüğünde konfederasyon, sendika, meslek odaları, sosyalist solun bazı gruplarının temsilcileri Taksim Meydanı’na çıkıp çelenk bırakma ritüelini gerçekleştirirken aynı saatlerde diğer sosyalist yapılar ve az sayıda sendika Taksim’e çıkma çabasında, polisin vahşice saldırısıyla engellenmeye çalışılıyordu. Taksim Meydanı ve çevresinde bu tezat yaşanıyordu. Ancak asıl tezat, her iki kümenin dışında Taksim etrafındaki inşaatlarda, fabrikalarda, atölyelerde kölelik koşullarında pandemiye rağmen milyonlarca işçinin, 1 Mayıs gününde alanda değil ama yığınlar halinde işyerlerine hapsolarak çalışıyor olmasıydı.

Sonuç yerine

Özcesi 2021 1 Mayıs’ından çıkarılması gereken ders; işçi sınıfının sesi olma misyonunu üstlenen sosyalistlerin sadece sınıf adına değil ama aynı zamanda sınıfı seferber ederek onunla birlikte hareket edebilen öncü olmayı önüne koyması gerektiğidir. Bunu yaparken kendiliğindencilik ya da kendinden menkul bir öncülük gibi uçlara savrulmadan sınıf mücadelesinin içinde kurulacak bir ilişkiye dayanması zorunludur. Yürünecek yol, somut ve güncel talepler etrafında bir araya gelen emekçilerin başka bir dünya kurmak üzere harekete geçtiği, bu yolculuk esnasında hareketin kadro ve öncüsünün çıkacağı devrimci bir yoldur.

Devrimci Kamu Çalışanları, bu 1 Mayıs’ta yaşanan olumsuzluklardaki sorumluluk payını kabul etmekle birlikte, KESK’in kuruluşundan bu yana taşıdığı yapısal sorunlara çözüm olabilecek örnek pratikleri yaratmayı önüne koyar. 1 Mayıs sürecinde KESK’te ortaya çıkan hatalı yaklaşımların emek hareketinin tamamını etkilediğini görülmektedir. Bu durum KESK’in emek hareketinin hala önemli bir bileşeni olmasındandır. DKÇ, kamu emekçileri başta olmak üzere tüm emekçilerin hakkını aldığı, barışın egemen olduğu, toplumsal eşitliğin sağlandığı, laik, özgür bir ülkeyi kurmak için mücadele edecektir. Bunun için hiç zaman kaybetmeden sınıf hareketinin önemli bir bileşeni olan KESK’in, emek hareketinin diğer bileşenleri ile birlikte harekete geçmesini sağlama görevi ile karşı karşıyadır.

DKÇ, bu görevin yerine getirilmesinin; TÖS, TÖB DER, TÜM DER ve TÜS DER’den bugüne mücadele birikimi ve değerlerine de sahip çıkarak, önümüzdeki süreçte kamu çalışanları hareketinin yeniden inşa edilmesinden geçtiğinin bilinciyle hareket ederek, KESK’i sınıf hareketinin önemli bir dinamiği olarak sahiplenip, birleşik bir sınıf hareketinin kurulması için mücadele edecektir. DKÇ geçmişten bugüne getirdiği mücadele deneyimi ve bilgi birikimi ile bu güce sahiptir.

4 Mayıs 2021 Salı

1 MAYIS’A SAHİP ÇIK PATRONLARA, LİBERAL TASFİYECİ SOL’A VE SERMAYE AJANI SENDİKAL ÇETELERE BOYUN EĞMEDEN YÜRÜ!

 


Bütün dünyada salgın koşullarında çalışmayı yasaklamayanlar geçen yıl olduğu gibi bu yılda 1 Mayıs’ ı yasaklıyor.

İşçi sınıfı ve tüm ezilenler salgın koşullarında açlık ve sefalet koşullarında yaşama tutunmaya çalışırken güçlü yığınsal bir karşı çıkışı örgütleyemiyor.

Örgütlü ve güçlü bir çıkışın önünde birçok engel var. Bu engelleri fark etmeden doğru bir siyasi tutum ve mücadele hattı örmekte mümkün olmuyor.

Sınıf siyasetinden kopuk liberal tasfiyeci akımların ve İşçi sınıfının üzerine çöreklenmiş kan emici sendikal çetelerle hesaplaşmadan bu kuşatma kırılamayacak.

 

Başta DİSK, KESK, TÜRK İŞ ve HAK İŞ olmak üzere sınıf içinde uzun yıllardır sınıfın en kalabalık, kamu işletmelerinde örgütlü sendikaları uzun zamandır büyük bir yozlaşmaya uğramış durumda. Sadece ücret sendikacılığıyla bugüne gelmiş, burjuvaziyle karşılıklı bir anlayış temelinde örülmüş teslimiyet politikalarıyla İşçi sınıfını apolitik, bencil, sadece kendi ekonomik çıkarlarıyla sınırlı, pasifist anlayışı dayatarak yozlaştırarak bu güne taşımayı başardılar. Bu süreç aynı zamanda sınıf kimliğinin de aşındırıldığı bir süreç oldu.

 

Bu süreçlere belli başlı sendikalarda yönetimleri kazanan sözde (tasfiyeci) sol akımların büyük katkısı oldu. Kendi siyasal tasfiyeci savrulmaları işçi sınıfında kimlik deformasyonuna büyük oranda katkı sağladı. Sendikalar sınıfın sınıf kimliğini esas alan birleşik bir mücadele çizgisinden ekonomizme, sendikalizme kaydılar. Siyaseti düzen sınırları içinde burjuva partilerin kayıkçı kavgasına tabi kılan, sınıfın en büyük yığınlarını kapsayan işsiz, sendikasız, sigortasız, güvencesiz, örgütsüz kesimlerini umursamayan görmezden gelen bir anlayış inşa ettiler. Örgütlülüklerini sınıfın ayrıcalıklı kesimleriyle sınırlı tuttular.

Bütün bunlar sermaye devletinin devrimci güçlere yönelik sürekli saldırılarıyla büyük darbeler aldığı, geri çekildiği, birçok sosyalist hareketin düzen sınırlarına çekildiği, güç kaybettiği, tasfiye olduğu koşullarda gerçekleşti.

Sağlam bir ideolojik duruşu, devrimci bir sınıf siyasetini yaratmakta zorlanan bütün sollar sınıftan kaçarak demokratik mücadele gibi yeni arayışlara yönelerek yeniden eski güçlerine kavuşma büyüme arzusuna kapıldılar. Kendi köklerinden beslenmeyen sol CHP nin başını çektiği muhafazakâr ve ırkçı temellerde buluşmuş millet ittifakı kuyrukçuluğuna kadar geriledi. Sapla samanın birbirine karıştığı düzeni besleyen bu tasfiyeci süreçlerde, devrimcilik iddiası taşıyan bazı gruplar mevcut sınırlı güçlerini heba ettikleri ve edilmeye devam edildiği, tarihsel referanslarla bakıldığında tahmin edilmesi mümkün, pratikte engellenmesi zor bir sürecin içine girdiler.

 Sınıf siyaseti de bütün tasfiyeci solların ve sendika bürokratı asalakların çabasıyla düzen içine hapsedilmiş oldu.

Sermaye sendika bürokratı ajanları ve tasfiyeci sollarla el ele arzuladığı kısmen denetim altına alınmış bir işçi sınıfına kavuştular.

İşçi sınıfı geçmişte de TKP’nin, 6 Haziran Ecevit Başbakan diyerek kuyruğuna taktığı CHP’nin oy deposu olarak yeniden sendikalar ve tasfiyeci sollar tarafından konsolide edildi.

Sermayenin müdahalesine gerek kalmadan sınıfın daha devrimci kesimlerini ve kuyruğuna takılmış solları denetim altında tutma görevi CHP nin kuyruğuna takılmış sınıfın içindeki Truva atı görevini üstlenen DİSK e verilmiş oldu.




 Mevcut sendikalarda örgütlü bulunan sınıfın çok küçük ayrıcalıklı bir kesimi, büyük çoğunluğu oluşturan diğer sınıf kardeşlerinin kötü koşullarına sırt çevirmenin, ayrıcalıklı görece daha yüksek ücretler ve konfor düzeyi yüksek çalışma koşullarına (sigortalı çalışma, toplu sözleşme hakkı, ikramiye, servis, yemek vb.) rahatlığına sahip olmayı kendi sınıf kardeşlerine ihanetin ödülü olarak kabul ettiler.

Sendikalarda örgütlü işçiler bu gün sınıfın ayrıcalıklı ve apolitik bir kesimini oluşturuyor.

Bu ayrıcalıklı kesim kendi konfor düzeyini tehlikeye atacak hiçbir eyleme katılmıyor, sınıfa toplumun diğer kesimlerine dönük birçok saldırıya sessiz kalarak sınıf kardeşlerine ihanet ederek sahip olduklarını koruyor.

Sermaye saldırıları karşısında direnişe geçen işçiler kendi arkadaşlarının bile desteğini almakta zorlandılar. Yalnız bırakıldılar.

İşten atılan işçiler genellikle doğal devrimci eğilimleri olan, haklarını arayan, baskılar karşısında örgütlü mücadeleyi seçen, sınıfın doğal öncüsü işçileri önce sendikacılar direnişten vazgeçirmeye çalışarak cezalandırma yoluna gittiler.

CHP belediyelerinde örgütlü sendikalar işçilerden daha çok patronların sözcülüğünü yaparak koltuklarını korudular. Belediye başkanları ve işleri belediye başkanlarının çıkarlarını koruma olan Sendikacılar tarafından Şova dönüştürülen toplu sözleşme imzaları işçiler üzerinde bir baskıya, rızaya zorlandıkları bir kuşatmaya dönüştü.







Sendikacılar hiçbir eyleme işçileri taşımayarak onları dış devrimci etkilerden uzak tutarak politikleşmelerini engellediler.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ortağı Devlet Bahçeli olmak üzere bu yıl 1Mayıs’ın içini boşaltmaya çalışan elimizden almaya çalışan kutlama mesajları yağdıranlar oldu.










Ülkücü hareketten, İslamcı Cemaatlere bütün işçi düşmanları 1 Mayıs'ın üzerinde tepinmeye ve baskı altına almaya içini boşaltmaya çalıştılar. Onlar için en iyi olan alanlarda kutlanmayan 1 Mayıs tı. Bütün işçi sınıfı düşmanları el birliğiyle bunu yapmaya çalıştılar.

 2021 1 Mayıs’ı bu tasfiyeci kuşatma koşulları altında gerçekleşti.

1 Mayıs’ın tam kapanma yalanının piyasaya sürüldüğü bütün işçilerin çalışmaya devam ettirildiği ancak gücünü ve öfkesini meydanlara taşıyacağı 1 Mayıs ta toplanmasına izin verilmeyeceği iddiasının işçi sınıfına ve tüm ezilenlere kabul ettirilmeye çalışıldığı bir süreci yaşadık. Ve bu çok yönlü kuşatmayı parçalayacak güçlerin bu gün birçok açıdan hazır olmadığı gerçeğinin bilincindeyiz.

Devrimcilerin, devrimciliklerini yapmadığı koşullarda işçi sınıfına ve toplumun bütün ezilen kesimlerine yönelik saldırıların daha da artacağını görmek için kâhin olmak gerekmiyor.

Bu koşulları değiştirmek için devrimci komünist bir kopuşa ve süreçlere sınıfın bütününü kapsayan bir bakışla müdahaleye ihtiyaç var.

 Burjuva parlamentosunun ve seçimlerinin çözüm ve kurtuluşun adresi olarak gösterildiği koşullarda HDP’nin bu oyuna gönüllü dahil olması tasfiyeci dalgayı daha da güçlendiriyor.

Kendi varlığını bu kadar değersizleştiren, yok sayan, millet ittifakının onayını almak için sus pus olan hiçbir konuda ses çıkarmayan bir HDP çok ağır bedeller ödeyen kendi tabanına ihanet ederek hareketsizliği suskunluğu seçerek tasfiyeci bir tutum izliyor.

Bağımsız bir siyaset izlemekten vazgeçip millet ittifakını peşine düşen bir HDP bu kokuşmuş düzeni değiştirmek için kendisine yönelen milyonların beklentisini boşa düşürerek giderek bir umut olmaktan çıkıyor.

 HDP' nin kendi tarihi içinde bu girdaptan nasıl çıkılacağına dair ipuçları fazlasıyla mevcut olmasına rağmen bu tasfiyeci savrulmadan vazgeçmiyor.

Kendi özgücüne güvenmeyen, düzen içinde oradan oraya savrulan bir HDP nin ne kendisine ne ona umut bağlayan milyonlara bir faydası olmayacaktır.


Sağlıklı bir beslenmenin bile büyük bir sorun haline geldiği, işsizliğin salgın hastalıktan hızlı yayıldığı, düzenden hoşnutsuzluğun intiharlarla, bireysel öfkeyle sokağa taştığı günümüz koşullarında yoksul ve emekçi kitlelerin kendi sesleri olabilecek bir HDP ye ihtiyaçları var.

Kendine güvenmeyen bir HDP’nin bu toplumun Kürt, Türk bütün halkların ezilenlerine umut olma şansıda olmayacaktır.

 DEVRİMCİ 1 MAYIS’ A SAHİP ÇIKMADAN             KİMSE SINIF SİYASETİ YAPAMAZ! 

 İzmir 1 Mayıs’ı yerine ikame edilmek istenen 29 Nisan’da yapılan basın açıklamaları üzerine birkaç söz etmek durumu anlamamız için yararlı olacaktır.

İşçi sınıfının yolunu kapatmaya devam eden DİSK, KESK, TMMOB ve TTB elitlerinin çağrısıyla yasak savma kabilinden birçok kentte basın açıklaması yapılacağı duyurusu bir iki gün öncesinden yapılmıştı.

Az sayıda insanın katıldığı açıklamalarda mikrofon elbette sınıfı denetim altında tutan tasfiyeci çetedeydi. Sendika yöneticileri sınıfı fabrikalarda bırakıp, kendi tabanlarını temsil etmekten yoksun odaların yöneticileriyle beraber pişkin bir ifadeyle açıklama alanlarında yerlerini aldılar. Devrimci gruplar  “1 Mayıs Yasaklanamaz!” pankartıyla sayısal olarak güçsüz ama doğru bir tutumu öne çıkaran bir anlayışla, tasfiyecilerin belirlediği alana dahil oldular. Bu alanı dönüştürmek için seslerini yükseltmek kolay değildi elbet. 1 Mayısı teslim alan bu çeteye karşı farklı ses çıkaranlarda yeterince kalabalık olmadıklarından devlet güçlerinden payına düşen şiddeti aldılar.

 

Özellikle İzmir’de yapılan basın açıklamasında yaşananlar 1 Mayıs günü yaşanacakların habercisi niteliğindeydi.

Saat 11.00 den çok önce sayısız polis çok geniş bir alanı tutmuş adeta kuş uçurtmuyordu.

Açıklama saati yaklaşınca alana ilk önce bir avuç denebilecek eski tüfek EMEKLİ SEN üyesi gelip Kemeraltı girişinde bulunan çınar ağacının altında “BİRLİK, DAYANIŞMA, MÜCADELE yazlı pankartlarını açtılar. Pankartı gören polislerde bir kıpırdanma oldu sıralarını düzeltip mesafeyi biraz daha daraltarak Kemeraltı girişini kapatacak biçimde konumlandılar.

Herkesin neredeyse birbirini yıllardır tanığı simalar tek tek toplaşmaya ayaküstü sohbete başladılar. Her açıklamanın baş aktörü DİSK Ege Bölge sekreteri, Birleşik Metal İş sendikasını değişmez Başkanı, kendilerine sohbet edecek birkaç kişi bulup bir an önce bitsin de gidelim yüz ifadesiyle sıkıntılı bir görüntü sundular.

Vapur iskelesi tarafında toplanan Devrimci yapıların oluşturduğu “1 Mayıs Yasaklanamaz”

Platformu açıklamanın yapılacağı alana pankart ve bayraklarıyla güçlü sloganlar eşliğinde yürürken önleri kalabalık bir polis grubu tarafından kesildi etrafları kuşatıldı.

Açıklamanın yapılacağı yere neredeyse yüz metre gibi bir mesafede pankartı kapatın bayraklarınızı indirin ve slogan atmadan alana girin çağrısı daha güçlü sloganlarla karşılık buldu bu arada öndeki arkadaşlara dönük taciz ve saldırılar sonucu arbede yaşandı ve televizyonlara da yansıyan görüntüler eşliğinde öndeki arkadaşlardan üç kişi zor kullanılarak gözaltına alındı. Bu saldırı on beş yirmi dakika kadar sürmesine rağmen saldırıyı gören EMEP, KESK yöneticilerinin de içinde olduğu grup yerinden kıpırdamayarak uzaktan izledi.

HDP milletvekili Murat Çepni ve beraberindeki HDP'liler uzun süre polis şefleriyle sert tartışmalar yaşarken DİSK ege bölge sekreteri Memiş SARI yıllardır tanıdığı polis şefleriyle kendi meşrebince bir diyalog geliştirerek grubun slogan atmadan yürümesi yönünde anlaşmaya vardılar.

1 Mayıs Yasaklanamaz! Pankartının arkasındaki grup sloganlar atarak ve Memiş Sarı’nın önden yürüyerek adeta ben kurtardım havası vererek alana girdi. İşçi sınıfını devrimcilerden koruyan ve kurtaran sendikacılar devrimcileri de polisin elinden kurtararak (kurtarma görüntüsü vererek) aşınmış kimliklerini onarma gösterisi yapmış oldular.

 1 Mayıs sendikal bürokrasi ve devlet güçlerinin birlikte oynamaya çalıştığı, sınıfı teslim alma oyununun deşifre edildiği bir daha ki yıl için daha umutlu hayallerin kurulmasına kapı aralayan bir temel atmış oldu. İstanbul başta olmak üzere birçok kentte sokaklara çıkan devrimci işçilerin, devrimci öğrencilerin işsizlerin, örgütlü kadınların bu kuşatmayı parçalamak için attıkları adım işçi sınıfının kazanımları için sokakları bırakmaması gerektiğini bir kez daha göstermiş oluyor. 

1 Mayıs 2021 Sendikaların öncülüğünde sınıfın biriken öfkesinin kısmen denetim altına alındığı bir yıl olarak kayıtlara geçecek olsa bile devrimci iradenin varlığı daha büyük daha kitlesel başkaldırıların gün saydığı gerçeği egemenlerin ve işbirlikçilerinin korkulu rüyası olmaya devam edecek.

DEVRİMCİ 1 MAYIS'I YARATMAK İÇİN 

SENDİKAL ÇETELERDEN, REFORMİST SİYASETLERDEN, EKONOMİK VE SENDİKALİST BAKIŞ AÇISINDAN KOPMAK GEREKİYOR.