KUNDURA İŞÇİLERİNİN SESİ. . . Anlatılan Senin Hikayendir! / Haber-Yorum-Belge
31 Mayıs 2013 Cuma
24 Mayıs 2013 Cuma
BASINDAN EYLEM HABERLERİ
Sigorta İsteyen İşçiler Eylem Yaptı
23 Mayıs 2013 Perşembe
İzmir Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesinde sigortasız çalıştıklarını iddia eden işçiler, site içerisinde yürüyüş yaptı, yönetimi istifaya çağırdı.
Sigortasız ve sağlıksız şartlarda çalıştıklarını iddia eden işçiler, sağlığa zararlı kimyevi maddelerle çalıştıklarını, ayrıca özellikle Suriyeli işçilerin ucuza çalışarak kendilerine zarar verdiğini ifade etti. Öğle saatlerinde yönetim binası önünde toplanan grup uzun süre “yönetim istifa”, “sigortasız çalışmak istemiyoruz” şeklinde slogan atarak, diğer işçileri de yürüyüşe davet etti. Bir ara ana caddeye çıkmak isteyen grup, polis ile kısa süreli arbede yaşadı. Çevik Kuvvet ve Toma ile site çıkışında barikat oluşturan polis, yürüyüş yapan işçilerin site dışına çıkmasına izin vermedi. Daha sonra işçiler yönetim binası önünde slogan atmaya devam etti. Başkan Tahsin Güzel, grubun yanına gelerek kendilerini dinleyeceklerini, içlerinden 5 kişinin temsilci seçilerek konuşmaya gelmelerini istedi. Bunun üzerine işçiler aralarından 5 kişi seçti ve yönetim binasında toplantıya girildi. Toplantıda Başkan Güzel, “bu problemin kanunlara aykırı bir şekilde izinsiz yürüyüş yaparak ve yol kapatarak çözülmeyeceğini, karşılıklı konuşarak çözüme gidilebileceğini” söyledi. Zaman zaman gerginliklerin yaşandığı eylem olaysız sona erdi. İşçiler bir sonraki gün aynı saatte tekrar yürüyeceklerini söyleyerek dağıldı.
Kaynak: IHA
İHA nın patron yanlısı tutumunu da araya sıkıştırması gözden kaçmıyor.
"Sigortasız ve sağlıksız şartlarda çalıştıklarını iddia eden işçiler, sağlığa zararlı kimyevi maddelerle çalıştıklarını, ayrıca özellikle Suriyeli işçilerin ucuza çalışarak kendilerine zarar verdiğini ifade etti." iddia etmişler yani ...
İHA nın patron yanlısı tutumunu da araya sıkıştırması gözden kaçmıyor.
"Sigortasız ve sağlıksız şartlarda çalıştıklarını iddia eden işçiler, sağlığa zararlı kimyevi maddelerle çalıştıklarını, ayrıca özellikle Suriyeli işçilerin ucuza çalışarak kendilerine zarar verdiğini ifade etti." iddia etmişler yani ...

IŞIKKENT'TE EYLEM 4. GÜNÜNE GİRDİ PATRONLARDA SES YOK..
Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesinde çalışan ayakkabı işçilerinin eylemleri 4.gününde devam ediyor. Sigortalı ve sağlıklı koşullarda çalışmak isteyen ayakkabı işçileri site içerisinde yürüyüş yaparak seslerini Ayakkabıcılar Odasına duyurmaya çalıştı.
Işıkkent Ayakkabı Sitesi son durakta toplanan işçiler sloganlar atarak site içerisinde yürüyüş gerçekleştirdi. İşçilerin sayısı yürüyüş boyunca işyerlerinden çıkarak eyleme katılan işçilerle arttı. Yürüyüş boyunca attıkları sloganlarla taleplerini haykıran işçiler, Suriyeli mültecilerin, patronlar tarafından ucuz iş gücü kullanılmasına da tepkilerini dile getirdi.
ODADAN İŞÇİLERE TEHDİT
İzmir Ayakkabıcılar Odası da eylemlerle ilgili bildiriyi yayınlayarak eyleme katılanları provokatör olarak ilan etti. Site güvenliği tarafından işyerlerine dağıtılan bildiride işçilerin yaşadığı sorunlar görmezden gelindi. “Hak arama adına provokatörlerin oyunlarına gelerek haksız konumun eşiğine gelindiğini görüyoruz” gibi ifadelerin kullanıldığı bildiride işçiler “Evine ekmek götürmek için çalışanlara da zarar verecektir” denilerek işten atmakla tehdit edildi.
İTİRAF GİBİ BİLDİRİ
Ayakkabıcılar Odasının bildirisine tepki gösteren işçiler, Odayı eylemleri izlemeye çağırdı. Aralarında provokatör veya dışarıdan kimsenin olmadığını dile getiren işçiler, Odanın kendi ağzıyla işçilerin sigortasız çalıştırıldığını itiraf ettiğini söyledi. 3 bin 400 işyeri bilgisinin verildiği bildiride 5 bin 300 sigortalı işçi olduğu belirtilmiş. Bu bilgilere göre bir işyerine iki işçi düşmüyor. Sadece Ayakkabıcılar Sitesinde 20 bine yakın işçi çalıştığını kaydeden işçiler, sigortasız çalışma oranının geldiği noktanın gözler önüne serildiğini söyledi.
BAKANLIK GÖREVE ÇAĞRILDI
Sigortasız ve uzun mesai saatleri boyunca çalıştırıldıklarını belirten bir dilekçe toplayan işçiler, dilekçeleri SGK’ye gönderecek. İşçiler 3 gündür eylem yapmalarına rağmen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından bir müfettişin bile teftişe gelmediğini belirterek Bakanlığı göreve çağırdı. Eylemden dolayı site içine gelen çevik kuvveti de protesto eden işçiler “Polis dışarı” diyerek slogan attı.
Ayakkabıcılar Odası önünde bitirilen yürüyüşte işçiler adına açıklamayı okuyan Mikail Kalkan, sitede yaşanan sorunların temel nedeninin devlet tarafından işyerlerinin denetlenmemesi ve patronlar tarafından suistimal edilmesi olduğunu söyledi. İşveren ve devletin sorumluluklarının işçilerin üzerine yıkılmak istendiğini vurgulayan Kalkan, “Biz işveren muhatapları ile görüştüğümüzde dile getirdik. İşverenlerin bu uyarımızı yerine getirmesini istiyoruz ve peşini bırakmayacağız” dedi.
Eylem işçilerin taleplerinin okunması ile devam etti. İşçilerin talepleri arasında bütün işçilerin sigortalarının ödenmesi, Suriyelilerin ucuz iş gücü olarak görülmemesi, ücretlerde yüzde 40’lık artış ve çalışma koşullarının düzeltilmesi bulunuyor.(İzmir/EVRENSEL)
23 Mayıs 2013 Perşembe
"IŞIKKENT'TE AYAKLANMA"
20-21-22 Mayıs 2013 günü yaşananlar "Işıkkent ayakkabıcılar sitesinde ayaklanma" başlığıyla basına yansıdı.
Işıkkent'te yaşanan gerçek neydi ona biraz yakından bakalım.
Ayakkabı sektörü 80 li yıllardan bu yana kabuk değiştiriyor.Küçük üretim yerini daha büyük fabrikalara parça başı ücret, aylık ücret sistemiyle çalışan işçiliğe evriliyordu.Ancak bu durum ayakkabı üretimi yapan bütün atölyelerin büyüyeceği anlamına gelmiyordu.Küçük üretim yapan bir çok Atölye iflas edip kapanırken onların bıraktığı boşluğu daha da büyüyen yeni sermaye sahipleri alıyordu.Ayakkabıcıların eski çalışma alışkanlıkları yerini daha düzenli çalışmaya, her gün alınan Brostanca haftada bire, daha sonraları çoğu atölyede hiç verilmemeye başlanıyordu.Üretime makinelerin girmesiyle Haftalıklar aylığa dönüşüyor, aylıklar düzenli ödenmiyor, çalıştığın parayı almak işkenceye dönüşüyordu. Ücretler her gün daha da azalıyor çalışma şartları kötüleşiyordu.Monta makinesi olan daha büyük atölyelerde bant sistemine geçiliyor .İşçiler ayakkabının sadece bir kısmını yani sürekli aynı işi yaparak değersizleşiyordu.Bu durum zam istemeyi zorlaştıran bir engel oluşturuyor işçi zam istediğinde "senin yaptığın işi yapacak sokakta bir sürü insan" var cevabını alıyordu.Üretim hızlanmış,ücretler düşmüş,çalışma süreleri uzamıştı.Ayakkabı işçileri daha önceki yıllarda alıştıkları rahat çalışma koşullarını ve bugünden çok daha iyi geçinebildikleri ücretlerini zaman içinde kaybetmiş ve hızla yıpranan psikolojisi bozulan kronik bir sefaletin içine itiliyorlardı.
Onlar yoksullaşırken Fabrikalara yeni makineler alınıyor Atölyeler büyüyor fabrikaya dönüşüyordu.
Patronların Zenginliği arttıkça altlarındaki otomobillerin markaları yükseliyor,çocukları yurt dışında eğitim görüyor mülkleri ve banka hesapları hızla artıyordu.Edinilen zenginlik işçilere hiç yansımıyor ,giderek dahada yoksullaşıyor eve gidebilecek servis parası bazen yemek parası bulamayacak hale geliyordu .
Tekelleşme dedikleri süreç böyle işliyordu sermaye ne kadar büyürse büyüsün sermayenin daha hızlı büyüdüğü ücretlerin daha düşük olduğu coğrafyalar vardı.Büyük patronlar ÇİN'den ayakkabı, hazır saya getirerek daha hızlı,daha çok para biriktirmek istiyorlardı.ÇİN den gelen ayakkabı buradaki üretimi düşürüyor işsizlik artıyordu.Hazır sayaların gelmesi çok daha yoğun işçiliğe rağmen buradan dikilen den hem daha güzel hem daha ucuz olması buradaki parça başı işçilik ücretinin düşmesine yol açıyordu .
Onların derdi daha o zaman bir patronun yüzümüze şakayla karışık Çin'den işçi getireceğim size para yetiştiremiyoruz diyerek asıl özlemini dile getiriyordu.Onlar çok daha ucuza çalışan ses çıkarmayan işçiler istiyordu.Karı arttırmanın tek yolu buydu,dünyanın en ucuza çalışan işçileri bütün dünyada işçilik ücretlerini belirler bu bir kuraldır.Bu kural tekstil sektöründe yıllardan beri işliyor .
Üzerimize giydiğimiz bir çok tekstil ürünü başta Çin,Malezya,Bangladeş ve uzak Asya'daki diğer ülkelerde kölelik koşullarında çalıştırılan kadın çocuk işçiler tarafından üretiliyor.Bütün patronlar dünyadaki en ucuz iş gücü bölgelerine akıyor.Emek ucuzluyor bedavalaşıyor,işçiler ölümüne çalıştırılıyor.Patronlar yinede doymuyorlar daha çok kar güdüsüyle işçilere daha fazla saldırıyorlar.Sitede daha küçük ölçekli üretim yapan Atölyelerin ayakta kalabilmesi için ucuz iş gücüne ihtiyaç duyduğu bir dönemde önce kürt işçiler emek pazarına girdi savaş nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kalan kürtler ucuz işgücü olarak çalıştırılmaya başlandı."Milliyetçi patronlar" sömürü söz konusu olunca bunu önemsemediler.Önce düşen ücretlerin sorumlusu olarak onları gördük düşman belledik ama durum dünyanın her yerinde aynı seyrediyordu.Avrupa ülkelerindeki sermayede Afrikalı göçmenlerden tutun hangi ulustan olduğuna bakmaksızın ucuza çalıştırabileceği her işçiye göz yumuyor.Bakmayın "demokrasi insan hakları" yalanlarına onlarda ucuz iş gücü sömürüsünü temel alıyorlar.İşçi sınıfı hep aynı hikayeyle kandırılıyor.Göçmenler geldi işsiz kaldık ,onlar geldi ücretler düştü,hepsi koca bir yalan.Onlar yokken de bizi daha ucuza çalıştırmak istiyorlardı ama koşulları uygun değildi.Şimdide Suriyelileri bahane ediyorlar.Bütün hükumetlerin değişmeyen ortak amacı işçileri daha ucuza çalıştırmanın yollarını aramaktır.Bu ülkede on yılda 11.000 evet (on bir bin) işçi iş cinayetlerinde göz göre göre patronların kar hırsı uğruna öldürüldü.On binlerce Çocuk ucuz işgücü olarak sömürüye dahil oldu.
*Suriye'de yaşananlar bahane edilerek yaklaşık 1 milyon SURİYE'li mülteci ( ucuz iş gücü) Türkiye sınırlarından içeri alındı.Çadırlarda uzun süre kalamayacakları çok önceden belliydi bu insanların çaresizdiler yaşamak zorundaydılar.Bunun insani yönü sürekli öne çıkarılarak Hükumet , TÜSİAD,TOBB gibi sermaye kurumları kardeşlerimize bakmak insanlık görevimiz diyen Başbakanın ellerini ovuşturarak bu insanların bütün sanayi sitelerinde kölelik koşullarında çalıştırılmak üzere sermayeye hediye edilmek üzere sınırlarımızdan içeri sokulduğunu çok önceden öngörmüş bu bilinçle davranmışlardı.
Işıkkent'te yaşamak için çok kölelik koşullarında bedava denecek ücretlerle çalıştırılan Suriye'li işçiler düşmanımız değildir.Onlar sınıf kardeşimizdir Asıl görmemiz gereken onları bu koşullarda çalıştıran ve karlarını arttırmak için hiç bir insani duygu taşımadan onları iliğine kadar sömüren ayakkabı patronlarıdır.
Onlarında rekabet etmek için çok fazla şansları yoktur,iş gücünü ucuzlatmak her patronun zorunlu yönelimidir.
Sorunu sadece Işıkkent'le sınırlı düşünmek bizi yanlış sonuçlara götürecektir.İşçilere yönelik köleleştirme saldırısı dünya çapında bir saldırıdır. Işıkkent'te başlayan emeğe yönelik saldırıların iyice artmasına karşı direniş ve insanlık dışı koşullara isyan etmek haklıdır ama eksiktir.Kendini Hava meydanlarında direnen Hava iş çalışanı işçilerle,Hey tekstil işçileriyle,TOGO işçileriyle,günlerdir çeşitli eylemler yapan Metal işçileriyle birlikte düşünmeyen işçilerin kurtulması mümkün değildir.Mücadele eden bütün işçiler işçi sınıfını parçasıdır.İşçi sınıfı bir bütündür onun için TÜSİAD,MÜSİAD,gibi patron örgütleri vardır.
Önce sitede çalışan bütün işçiler birlikte davranacak bir örgütlülük düzeyine erişmelidir.Bu kavga kısa vadede sonuç alınacak bir kavga değildir.Bir anlık öfkeyle yapacaklarımız sınırlıdır.Kalıcı kazanımlar için Kundura işçilerinin aralarında hiç bir ayrım gözetmeksizin özellikle Suryeliler dahil bir bütün olarak örgütlenmesi şarttır.Kundura işçileri kendini bir güç olarak sahneye taşıyacak bir sınıf kimliği edinmelidir.
Hazırlıksız kendiliğinden eylemlerin fazla başarı şansı olamaz.Taleplerini netleştiren, bunun arkasında büyük bir güçle ve karalılıkla duran uzun soluklu bir mücadeleyi göğüsleyebilecek bir örgütlenmeye sahip olmak olmazsa olmazımızdır.Örgütsüz işçileri yenmek çok kolaydır kundura işçileri öfkeli olduğu kadar güçsüzdür de
Patronlar yıllardır işçiler konusunda oldukça fazla deney sahibidir.Çok küçük bedellere arkadaşlarını satacak mücadeleden vazgeçebilecek işçiler aramızda mevcuttur.Her zam isteyişimizde bizi birbirimize düşürmek çok kolay olmaktadır ısmarlanan iki biraya geri adım atan çok arkadaşımız olmuştur,yada iki gün biraz kolay model fazla yevmiye arkadaşlarına ihanet için yumuşamaya yetmektedir.Uzun soluklu bir mücadele geniş bakmayı kapsamlı düşünmeyi birlikte ilkeli davranmayı gerektirir.Bu yaşadığımız 3 gün boyunca bu işin kolay çözülebilecek bir mesele olmadığını anladığımız kadar kendi gücümüzün de farkına vardığımız bir deney yaşandı bunu geliştirmek daha ileriye taşımak kalıcı sonuçlara ulaşmak kendi ellerimizde.Altılıya ,Bira içmeye ayırdığımız zamanın bir kısmını kendi sorunlarımızı konuşmaya ayırabilirsek başarmak için bir adım atmış oluruz.Önce çalıştığımız atölyelerde,sonra sitenin bütününde örgütlenmek zorundayız. Bu kendiliğinden eylemler, geleceğe doğru atılmış adımlarımız için istersek sağlam bir zemin oluşturabilir.Kendin için, çocuklarının geleceği için, daha insanca bir yaşam için, örgütlen sınıf kimliği kazan.
Seni çürüten koşullara içkiye şans oyunlarına,patronun yalanlarına değil bilinçli bir mücadeleye zaman ayır.
Örgütlü bir güçle onların karşısına dikilirsen O zaman seni ciddiye alırlar dinlerler,sorunlarını kendi lehine çözme şansın olur, yoksa kölelik koşullarında yaşamını tüketmeye devam edersin.Seçim senin gelecek senin..
ÖRGÜTLÜ İŞÇİLERİ HİÇ BİR KUVVET YENEMEZ.
KÖLELİK KOŞULLARINDA ÇALIŞMAYA,KÖLE GİBİ YAŞAMAYA KARŞI ,
İNSANCA YAŞANABİLİR ÜCRET,İNSANCA ÇALIŞMA KOŞULLARI İÇİN MÜCADELEYE!
IŞIKKENT'TEN BİR KUNDURA İŞÇİSİ ...
12 Mayıs 2013 Pazar
1 MAYIS TUTSAKLIĞI ÜZERİNE KISA DÜŞÜNCELER..
İstanbul valisinin günler öncesinden Taksime izin verilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla başlayan süreç sanki izin verilebilirmiş rahatlığıyla karşılandı.Bu yasaklamanın ciddiye alındığını ve alana her şeye rağmen girme iradesinin gösterileceğini hissettiren bunu duyuran bir söylem ve çalışma yapıldığına dair bir ipucu, beklenti içindeki katılacak kitleye yansımadı.
Alanda 1 Mayıs öncesi DİSK genel sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun ; "yaptığımız incelemeler sonucu kazı alanının sorun yaratmayacağı" ve 1 Mayısın kutlanmasına engel oluşturmadığına dair yaptığı açıklamalar belirsizliği dağıtacak bir içerikten yoksun, alana zorla da olsa girme iradesini çok net açığa çıkaran cinsten açıklamalar olmamıştır.
Belli ki yeni DİSK yönetimi güçlü bir iradeyi ortaya koyabilecek organik bir bütünlük sergileyecek düzeyde kaynaşamamıştır.
Genel iş ten DİSK’in başına geçen Kani Beko’nun mücadeleci bir tutum alacağına dair bir beklentinin oluşmasına neden olacak hiç bir ipucu da geçmiş künyesinden bulunamamıştır..Sınıfa saldırının oldukça derinleştiği bir dönemde sendikaların yıllardır çürüyen yapısı,ve başta sendikalar eliyle işçi sınıfında geliştirilen apolitizm, ve sınıf bilincinin yok edilmesi çabaları sonuç vermiştir.Hiç bir dayanışma grevi yada güçlü bir destek çok uzun zamandır örgütlü bir biçimde hayata geçirilememiştir..
Özelleştirmeler bu rahatlıkla kolayca yapılmıştır.Bütün oldukça yığınsal sendikal örgütlü işçi barındıran kamuya ait devasa üretim alanlarının birer birer önce taşeronlaştırılması sonra tasfiye süreci ve yerli yada yabancı sermayeye devredilmesi sözde göstermelik karşı çıkışlarla açıkça oynan bir oyunla sendikaların desteğiyle hiçbir ciddi karşı çıkış yaşanmadan gerçekleşmiştir.
Uzun süredir içten içe devam eden tasfiye süreci doğru teşhis edilemediği için sınıfın durumu hakkında çok doğru değerlendirmeler yapılamamış ve buna bağlı olarak uygun pratikler üretilememiştir.Sermayenin her düzeyde saldırılarının sonucunda hoşnutsuz kalabalıkların mücadele alanlarında birikmesi sermaye tarafından öngörüldüğü üzere gerekli hazırlıklarda yapılmış burjuva ideolojisinin sınıf üzerindeki belirleyici etkisi ve denetimi güçlendirilmiştir. Sınıfı örgütleme iddiasında olan tüm sol (sosyalist komünist) cenahın bu gerçekliği kavrayışı ve geçmişi sorunlu bir temele dayandığından sınıf ilişkileri ve sınıf siyasetini belirleme gücü oldukça zayıftır.Düzen içi çözüm üretme temelinde yürütülen hak, ücret ve “demokrasi” mücadelesinin peşine takılanlar bugün işçi sınıfı karşısında inandırıcılığını ve sınıf bağlarını yitirmiştir.
Ücret sendikacılığının,şovenizm ve dinsel ideolojinin körelttiği sınıf bilinciyle, sınıf kimliğinden arınmış büyük bir işçi kitlesi sadece kendi iş yerleri yada iş kollarıyla ilgili harekete geçme refleksi dışında hareket edemez hale gelmiş, dayanışma duygusundan yoksun bırakılmıştır.
Sınıfın ve sol’un parçalı yapısıyla ve sınıf dışı bir algıyla farklı gündemlerle karşıladığı bir
1 Mayıs olacakların ipuçlarını çok önceden vermiştir.
Öncesinde kendini yapısal olarak sınıftan uzak bir bakışla tanımlayan yapıların 1 Mayıs’tan
yaralarına medet olmasını ummaları tam bir aymazlıktır.Sorun yapısaldır ve palyatif tedbirlerle günübirlik aktivitelerle çözülemeyecek kadar derindir,karmaşıktır.
SOL VE SENDİKALAR Sınıfa yön vermesi gereken iktidar hedefli bir yapılanmanın(sınıf partisinin) olmadığı tarihsel koşullarda, sınıfın düzen içi örgütleri olan sendikalarında bu olumsuzluğun belirlenimi altında olması doğası gereğidir.Sınıfın motor gücü, sınıf siyasetini üreten sınıfı kendi iktidarı için örgütleyen ,sınıfla birlikte hareket etme yeteneği gücü ve kabiliyeti kazanmış Devrimci Sağlık İş’in mücadeleci bir ruhla taşeron işçilerini örgütlemesi, yol açıcı bir işlev görmüştür ancak ,sınıf siyaseti açısından yetersiz bir arka plana ve algıya sahip (işçi sınıfını “halk”ın bir parçası olarak görmesi) olması gelecek adına umutları zayıflatmaktadır.Bu gün en önemli sorun sınıfın gözünü dikeceği kulak kabartacağı çağrısına uyacağı,sınıfı kucaklayabilecek, etkisi altına alacak bir sınıf partisinin olmamasıdır.Bu tarihsel koşullarda sınıfın gelişen saldırılara gerekli yanıtı vermesinin ,DİSK üzerinden sınıfın yolunun açılması beklentisi boş bir hayaldir.Yeni seçilen DİSK in sınıfın yolunu açabilecek ne bir anlayışı vardır nede niyeti.Çoğu sendikada olduğu gibi Bürokratik sendikacılığın hakim olduğu bir yapılanma söz konusudur.DİSK e bağlı sendikaların hep birlikte yüksek katılımlı bir eylem yaptığına üretimden gelen gücünü hakkını vererek kullandığına şahit olan var mı bilmiyorum. İşçi Sınıfının 1 Mayıs gibi yüz binlerce işçi ve devrimcinin tarihsel anlamı ve geleneği olan bu merkezi eylemi her dönemde herkes açısından çok yönlü bir sınav niteliğindedir. 1 Mayıs sermaye sınıfına karşı iktidar talebinin yükseltilmesi gereken bir gün niteliğinde olması gerekirken burjuva düzeni tamir heveslilerinin egemen olduğu yüzlerce düzen içi talebin ,tepki hareketlerinin farklı biçimlerde alana taşındığı işçi sınıfını ve sosyalizm iddiasını gölgede bıraktığı ,herkesin her şeyi yapabileceği, dejenerasyona uğramış bir alana dönüşmüştür.Bu çürüme ,sermayenin ve sınıfı uyutan sendikacıların rahat nefes almasını sağlayan bir işlevi yerine getirmektedir.Televizyonlarda 1 Mayıs sermaye hizmetindeki en gerici sendikaların arasına serpilen DİSK içindeki sendikacıyla tartışılır hale gelmiştir.Bu kavga gününün gerçek muhatapları sokaklarda barikatları aşmak için yürüttükleri mücadeleyle tarihe not düşmektedir. İşçi sınıfı üzerindeki her türlü kuşatma ağırlaşarak sürmektedir.Siyasallaşmamış bir işçi sınıfından tarihsel rolüne uygun davranmasını beklemek hayal kurmaktır.Ayağı yere basmayan hayallerin de gerçek olma şansı yok denecek kadar azdır. Yıllardır savaş nedeniyle ve sendikalarında çanak tutmasıyla şovenizmle beslenen, İşçi sınıfı başta Kürtlerden ve onların dostu olan devrimcilerden uzak tutulmuştur.Alanlarda neredeyse hiç karşılaştırılmadan İşçiler alandan çıkarılmış sonra devrimciler ve Kürtler alana sokulmuştur.Türk İş kendi örgütlü işçilerine alana girmeden bayrak dağıtarak 1 mayısın Enternasyonalist ruhuna şovenizmin zehrini zerk etmiş Kürt düşmanlığı bizzat sendikacılar eliyle sınıfın ruhuna kazınmıştır.Bu anlayış sadece Hak iş ve Türk İş’e değil DİSK in sendikalarına da nüfuz etmiştir ,neredeyse Birleşik Metal işin tüm yürüyüşlerinde önde cumhuriyet bayramına gider gibi bir Türk bayrağı sallanmaktadır . Dört beş sıra bayrak dizen sendikalarda mevcuttur .Bu bayrak kime karşıdır? Bu sorunun cevabı zor değildir. Sendikalarda solcu geçinen bir çok sendikacı Barış istemi nedeniyle kendi arkadaşlarına saldıracak düzeyde ulusalcı şoven duygulara sahiptir.(Bu 1 mayısta olduğu gibi Eğitim Sen içindeki sözde solcuların “İzmirli Emekçiler Barışı Selamlıyor” pankartını indirmek istemeleri taşıyanları tehdit etmeleri somut bir örnektir.) 1 Mayısa girmeden çok önceden, alana gidecek işçilere soyut ” birlik dayanışma mücadele “ çağrısı yapan sendikalar, işçilerin birliğini bizzat kendi elleriyle zaten parçalamışlardır. Sendikaların illere göre pankartları da istemleri de çok farklıdır,Diyarbakır,Van ve diğer Kürt illerinde Kürt işçilerin talepleriyle, İzmir’de ve diğer işçi sınıfı kimliğinin değil Türklüğün öne çıkarıldığı illerde “Cumhuriyeti korumaya” kadar varan bir tutuma kadar kaymıştır. İşçi sınıfının düşmanı kendileri gibi işçi olan Kürt kardeşleri değil sermaye sınıfıdır. 1 Mayısın tarihsel anlamını bozan, onu zehirleyen bu şovenizm zehri ,politik alanı da ayrıştırmış, kendine “komünist, sosyalist,devrimci” diyenler dahil bir çok siyasi yapıyı bu şoven dalgaya göre konumlandırmıştır.Kimi alanını,kimi bayrağını ayırmış sınıfın birlik duygusunu zedeleyen sınıfsal değil,burjuva ideolojisinden beslenen milliyetçi ulusalcı bir ayrışma yaşanmıştır.Oysa kendine Marksizmi referans alanlar bilir ki ne Marks’ta ne Lenin’de ulusal bir bölünmeyi haklı çıkarabilecek bir satır bile yoktur. “İşçi sınıfının vatanı yoktur” söylemi ulusal bölünmelere karşı geliştirilmiş enternasyonalist kapsayıcılığı esas alan bir temele dayanmaktadır.(Kadıköy'de)Ayrı alanlarda enternasyonali söylerken ” yurdumuz bütün cihandır bizim” cümlesinin hangi ruh haliyle söylediği konuya vakıf olanlar tarafından merak konusudur. 1 Mayıs alanı işçi sınıfına önderlik iddiasında olan komünistler açısından tarih boyu ulusal bayrakların dalgalandığı,burjuva cumhuriyetinin kutsandığı yerler değil, İşçi sınıfının kendisini tutsak eden ulusallık zincirini parçaladığı, gözlerini kör eden şovenizmin göz bağlarından kurtulduğu Bütün ülkelerin işçileriyle birleşme duygusunu taşıdığı ve yükselttiği alanlar olmuştur. Kendi zihnini burjuva ulusçuluğuyla dolduran,sermayenin çizdiği sınırları esas alanlar, kendilerini nasıl adlandırırsa adlandırsınlar katıksız ezen ulus şovenizmiyle maluldürler. Bu tutumun sürdürülmesi halinde Kürt ve Türk işçilerin ayrı sendikalarda örgütlenmesinin yolu açılacak sınıf birliğe değil bölünmeye uğrayacaktır. Sınıf örgütleri için asıl olan işçi sınıfı kimliğidir, bu yüzden sendikalar işçileri bölen bir tutum takınamazlar ulusal bayrakları, ulusal sınırları değil tüm dünya işçilerini kucaklayan,işçi sınıfını bölen tün ayrılıkları ortadan kaldıran birleştirici dayanışmacı ortak mücadeleyi esas alan sermaye karşıtı bir tutum geliştirirler. Taksime çıkma uğruna yıllardır yaşanan çatışmalarda Devletin uyguladığı şiddet karşısında yüzlerce insanın yaralandığı ölümün eşiğine geldiği ve çatışmaların sürdüğü anlarda , DİSK binasının içine kadar giren polisin,hedef gözeterek atılan gaz bombalarıyla yapılan bu vahşice saldırıları karşısında DİSK Genel başkanının İstanbul sokaklarında çatışma istemiyoruz, Esnafa zarar verilmesini istemiyoruz yönündeki beyanı ayrıca değerlendirmeye muhtaçtır.
İZMİRDE 1 MAYIS
İzmir özelinde ayrı bir değerlendirme yapmak gerekirse yukarıda ki saptamalara ek olarak bu yıl katılım son yıllara oranla oldukça fazlaydı başta Türk İş ve sonrada DİSK olmak üzere Sendikaların alana sabahtan girmeye başladığı Konak yönünden gelen KESK ve diğer sosyalist parti ve yapıların her yıl olduğu gibi işçilerin çoğu dağıldıktan sonra alana alınmaya başladığı ve bir bütün olarak kitlenin hiçbir zaman bir arada olmadığı organize bir alan vardı. Her yıl arabaların ve kürsünün üzerinde görmeye alıştığımız Sendikacıların içeriksiz apolitik Taksim’deki çatışmayı laf olsun diye duyuran geçiştirici söylemleri .Bolca davul Zurnacının alana salındığı binlerce düdük satıldığı ve öttürülmesinin önemli bir iş sayıldığı, neredeyse kimsenin slogan atamadığı sınıf kimliğini ve mücadele vurgusunun bir türlü merkezileşemediği, her kafadan ayrı seslerin çıktığı kürsünün sendikacılar tarafından korunup hiçbir işçinin sokulmadığı .Sanatçı diye sahneye çıkan Süavi’nin “ bu memleket bizim” diyerek şoven duygularıyla ve kendi reklamını yapan, sonrada gelecek konser tekliflerinin önünü açmak hesabıyla Mehmet AĞAR’ı Aydın Yenipazar" konukevi'nde ziyaret eden, dostu Konak belediye Başkanı Hakan TARTAN’ı kürsüden saygı ve sevgiyle anons eden,İşçi partisi ve diğer grupların ayrı alanda kutlama yapmasının sınıfı böldüğünü düşünen ve buna üzüldüğünü belirten bir adamı sahneye çıkarıp dinletenlerin egemenliğinde bir organizasyondu.Sahte içi boş Barış çağrıları yapanların egemen olduğu alan, bizzat 1 Mayısı organize eden Sendikalar eliyle Apolitizmin ve Şovenizm zehrine bulanmıştır. Konak belediye Başkanı Hakan TARTAN’ın işten attığı işçilerin günlerce soğuk ayaz demeden Belediyenin kapısında yattığı her türlü şiddete maruz kaldığı ve geri alınmadığı günler,işçilerin,devrimcilerin, sınıf dostlarının hafızalarında hala çok tazedir.Devrimcileri aptal yerine koyan, onları bir geçim aracına indirgeyen bu çürümüş sanatçı bozuntuları CHP’ li belediyelerin yağcılığını yaparak geçinmeyi iş edinmişlerdir.Bu türden insanların 1 mayıs alanlarında boy göstermesi bütün devrimcilerin utancıdır.Sınıf mücadelesini kirleten bu anlayışta insanlara izin verilmemesi onun o kürsüden indirilmesi tüm işçilerin ,devrimcilerin görevidir. İşçi sınıfı ve devrimci sosyalist güçler ,yıllardır sınıf kimliğini çürüten, Sendikacı,CHP’li Belediye Başkanı ve Şoven sanatçı bozuntularıyla ve tüm liberal tasfiyeci anlayışların kuşatmasını kırmak zorundadır. İşçi sınıfı devrimcileri çok güçlü bir hafızaya sahip olmalıdır,unuttuğumuz her saldırı büyüyerek tekrar bizi daha güçlü bir biçimde vuracaktır. Malatya’yı ,Maraş’ı ,Çorum’u unutanlara, Sivas’ı yaşatırlar. 77 katliamını,Tariş’i, 80 askeri cuntasını,sonrasında başbakanın elini öpmek için kuyruğa giren geçmişin “solcu” sanatçı,aydın,yazar,çizer,gazeteci takımını unutmayacaksın. Unutursan kaybedersin seni içinden çökertirler. Hafızan güçlü olacak hem de çok güçlü,ihaneti hoş görmeyeceksin,dürüst namuslu mücadeleci insanları kaybedersin.Onlar içine sızar seni mücadeleni çürütür. Dostunu düşmanını ayıracaksın,bir şey olmamış gibi yanında yörende dolaşamayacaklar,senin olduğun yerde onları barındırmayacaksın yüzlerine tüküreceksin. Şarkılarını dinlemeyeceksin,Kitaplarını,gazetelerini okumayacaksın,filmlerini izlemeyeceksin 1 mayıs alanlarında şov yapıp sermayenin reklamlarına çıkarak banka işçilerini işsiz bırakmak için bankamatik reklamı yapanları hafızana kazıyacaksın, onları o alanlardan atacaksın.THY den işten atılan yüzlerce işçi günlerdir direnirken Grup yorum konserinde şiirler okuyup “Amerika’ya kafa tutan” sonra gidip THY’nin reklamlarını seslendirerek ,gidip Osmanlı’yı öven dizide Ebu Suud efendiyi oynayarak (aklayacak),Sen onu hiçbir şey olmamış gibi alkışlamayacaksın. Kuşatma çok büyük çok uyanık olacaksın Sermaye zehrini cilalı ambalajlı paketlerinde gülümseyen yüzlü işbirlikçileriyle sunuyor. Kanmayacaksın…. 1 Mayısı bu soysuzların elinden kurtarmadıkça o alan işçilere değil sermayeye ait olacaktır. Kürsüde ne zaman işten atılanlar konuşacak,ne zaman günlerce gecelerce direnen işçiler konuşacak,ne zaman Kürt işçileri anadillerinde Sosyalizmi ,
Asıl taleplerini iktidarı almayı sınıfsız bir toplumu dünyayı haykıracaklar o zaman o alan bizim olacak.Geri kazanacağız bütün alanları..Sadece işçi sınıfının kızıl bayrağı dalgalanacak, o zaman hep bir ağızdan kentlerin meydanlarında enternasyonali haykıracağız.İkiyüzlülük ,ihanet,çıkar,şovenizm kovulacak alanlardan,hep birlikte hiçbir ayrım kalmadan tek bir sıkılı yumruk olup vuracağız hançerimizi sermayenin kalbine, keseceğiz nefesini ..işte o zaman bizim olacak alanlar,fabrikalar okullar,hastaneler bizim olduğumuz emek ürettiğimiz her yer gerçek anlamda bizim olacak..Gerçek özgürlük rüzgarı o zaman esecek bütün coğrafyalarda….
1 Mayıs 2013
SOL VE SENDİKALAR Sınıfa yön vermesi gereken iktidar hedefli bir yapılanmanın(sınıf partisinin) olmadığı tarihsel koşullarda, sınıfın düzen içi örgütleri olan sendikalarında bu olumsuzluğun belirlenimi altında olması doğası gereğidir.Sınıfın motor gücü, sınıf siyasetini üreten sınıfı kendi iktidarı için örgütleyen ,sınıfla birlikte hareket etme yeteneği gücü ve kabiliyeti kazanmış Devrimci Sağlık İş’in mücadeleci bir ruhla taşeron işçilerini örgütlemesi, yol açıcı bir işlev görmüştür ancak ,sınıf siyaseti açısından yetersiz bir arka plana ve algıya sahip (işçi sınıfını “halk”ın bir parçası olarak görmesi) olması gelecek adına umutları zayıflatmaktadır.Bu gün en önemli sorun sınıfın gözünü dikeceği kulak kabartacağı çağrısına uyacağı,sınıfı kucaklayabilecek, etkisi altına alacak bir sınıf partisinin olmamasıdır.Bu tarihsel koşullarda sınıfın gelişen saldırılara gerekli yanıtı vermesinin ,DİSK üzerinden sınıfın yolunun açılması beklentisi boş bir hayaldir.Yeni seçilen DİSK in sınıfın yolunu açabilecek ne bir anlayışı vardır nede niyeti.Çoğu sendikada olduğu gibi Bürokratik sendikacılığın hakim olduğu bir yapılanma söz konusudur.DİSK e bağlı sendikaların hep birlikte yüksek katılımlı bir eylem yaptığına üretimden gelen gücünü hakkını vererek kullandığına şahit olan var mı bilmiyorum. İşçi Sınıfının 1 Mayıs gibi yüz binlerce işçi ve devrimcinin tarihsel anlamı ve geleneği olan bu merkezi eylemi her dönemde herkes açısından çok yönlü bir sınav niteliğindedir. 1 Mayıs sermaye sınıfına karşı iktidar talebinin yükseltilmesi gereken bir gün niteliğinde olması gerekirken burjuva düzeni tamir heveslilerinin egemen olduğu yüzlerce düzen içi talebin ,tepki hareketlerinin farklı biçimlerde alana taşındığı işçi sınıfını ve sosyalizm iddiasını gölgede bıraktığı ,herkesin her şeyi yapabileceği, dejenerasyona uğramış bir alana dönüşmüştür.Bu çürüme ,sermayenin ve sınıfı uyutan sendikacıların rahat nefes almasını sağlayan bir işlevi yerine getirmektedir.Televizyonlarda 1 Mayıs sermaye hizmetindeki en gerici sendikaların arasına serpilen DİSK içindeki sendikacıyla tartışılır hale gelmiştir.Bu kavga gününün gerçek muhatapları sokaklarda barikatları aşmak için yürüttükleri mücadeleyle tarihe not düşmektedir. İşçi sınıfı üzerindeki her türlü kuşatma ağırlaşarak sürmektedir.Siyasallaşmamış bir işçi sınıfından tarihsel rolüne uygun davranmasını beklemek hayal kurmaktır.Ayağı yere basmayan hayallerin de gerçek olma şansı yok denecek kadar azdır. Yıllardır savaş nedeniyle ve sendikalarında çanak tutmasıyla şovenizmle beslenen, İşçi sınıfı başta Kürtlerden ve onların dostu olan devrimcilerden uzak tutulmuştur.Alanlarda neredeyse hiç karşılaştırılmadan İşçiler alandan çıkarılmış sonra devrimciler ve Kürtler alana sokulmuştur.Türk İş kendi örgütlü işçilerine alana girmeden bayrak dağıtarak 1 mayısın Enternasyonalist ruhuna şovenizmin zehrini zerk etmiş Kürt düşmanlığı bizzat sendikacılar eliyle sınıfın ruhuna kazınmıştır.Bu anlayış sadece Hak iş ve Türk İş’e değil DİSK in sendikalarına da nüfuz etmiştir ,neredeyse Birleşik Metal işin tüm yürüyüşlerinde önde cumhuriyet bayramına gider gibi bir Türk bayrağı sallanmaktadır . Dört beş sıra bayrak dizen sendikalarda mevcuttur .Bu bayrak kime karşıdır? Bu sorunun cevabı zor değildir. Sendikalarda solcu geçinen bir çok sendikacı Barış istemi nedeniyle kendi arkadaşlarına saldıracak düzeyde ulusalcı şoven duygulara sahiptir.(Bu 1 mayısta olduğu gibi Eğitim Sen içindeki sözde solcuların “İzmirli Emekçiler Barışı Selamlıyor” pankartını indirmek istemeleri taşıyanları tehdit etmeleri somut bir örnektir.) 1 Mayısa girmeden çok önceden, alana gidecek işçilere soyut ” birlik dayanışma mücadele “ çağrısı yapan sendikalar, işçilerin birliğini bizzat kendi elleriyle zaten parçalamışlardır. Sendikaların illere göre pankartları da istemleri de çok farklıdır,Diyarbakır,Van ve diğer Kürt illerinde Kürt işçilerin talepleriyle, İzmir’de ve diğer işçi sınıfı kimliğinin değil Türklüğün öne çıkarıldığı illerde “Cumhuriyeti korumaya” kadar varan bir tutuma kadar kaymıştır. İşçi sınıfının düşmanı kendileri gibi işçi olan Kürt kardeşleri değil sermaye sınıfıdır. 1 Mayısın tarihsel anlamını bozan, onu zehirleyen bu şovenizm zehri ,politik alanı da ayrıştırmış, kendine “komünist, sosyalist,devrimci” diyenler dahil bir çok siyasi yapıyı bu şoven dalgaya göre konumlandırmıştır.Kimi alanını,kimi bayrağını ayırmış sınıfın birlik duygusunu zedeleyen sınıfsal değil,burjuva ideolojisinden beslenen milliyetçi ulusalcı bir ayrışma yaşanmıştır.Oysa kendine Marksizmi referans alanlar bilir ki ne Marks’ta ne Lenin’de ulusal bir bölünmeyi haklı çıkarabilecek bir satır bile yoktur. “İşçi sınıfının vatanı yoktur” söylemi ulusal bölünmelere karşı geliştirilmiş enternasyonalist kapsayıcılığı esas alan bir temele dayanmaktadır.(Kadıköy'de)Ayrı alanlarda enternasyonali söylerken ” yurdumuz bütün cihandır bizim” cümlesinin hangi ruh haliyle söylediği konuya vakıf olanlar tarafından merak konusudur. 1 Mayıs alanı işçi sınıfına önderlik iddiasında olan komünistler açısından tarih boyu ulusal bayrakların dalgalandığı,burjuva cumhuriyetinin kutsandığı yerler değil, İşçi sınıfının kendisini tutsak eden ulusallık zincirini parçaladığı, gözlerini kör eden şovenizmin göz bağlarından kurtulduğu Bütün ülkelerin işçileriyle birleşme duygusunu taşıdığı ve yükselttiği alanlar olmuştur. Kendi zihnini burjuva ulusçuluğuyla dolduran,sermayenin çizdiği sınırları esas alanlar, kendilerini nasıl adlandırırsa adlandırsınlar katıksız ezen ulus şovenizmiyle maluldürler. Bu tutumun sürdürülmesi halinde Kürt ve Türk işçilerin ayrı sendikalarda örgütlenmesinin yolu açılacak sınıf birliğe değil bölünmeye uğrayacaktır. Sınıf örgütleri için asıl olan işçi sınıfı kimliğidir, bu yüzden sendikalar işçileri bölen bir tutum takınamazlar ulusal bayrakları, ulusal sınırları değil tüm dünya işçilerini kucaklayan,işçi sınıfını bölen tün ayrılıkları ortadan kaldıran birleştirici dayanışmacı ortak mücadeleyi esas alan sermaye karşıtı bir tutum geliştirirler. Taksime çıkma uğruna yıllardır yaşanan çatışmalarda Devletin uyguladığı şiddet karşısında yüzlerce insanın yaralandığı ölümün eşiğine geldiği ve çatışmaların sürdüğü anlarda , DİSK binasının içine kadar giren polisin,hedef gözeterek atılan gaz bombalarıyla yapılan bu vahşice saldırıları karşısında DİSK Genel başkanının İstanbul sokaklarında çatışma istemiyoruz, Esnafa zarar verilmesini istemiyoruz yönündeki beyanı ayrıca değerlendirmeye muhtaçtır.
İZMİRDE 1 MAYIS
İzmir özelinde ayrı bir değerlendirme yapmak gerekirse yukarıda ki saptamalara ek olarak bu yıl katılım son yıllara oranla oldukça fazlaydı başta Türk İş ve sonrada DİSK olmak üzere Sendikaların alana sabahtan girmeye başladığı Konak yönünden gelen KESK ve diğer sosyalist parti ve yapıların her yıl olduğu gibi işçilerin çoğu dağıldıktan sonra alana alınmaya başladığı ve bir bütün olarak kitlenin hiçbir zaman bir arada olmadığı organize bir alan vardı. Her yıl arabaların ve kürsünün üzerinde görmeye alıştığımız Sendikacıların içeriksiz apolitik Taksim’deki çatışmayı laf olsun diye duyuran geçiştirici söylemleri .Bolca davul Zurnacının alana salındığı binlerce düdük satıldığı ve öttürülmesinin önemli bir iş sayıldığı, neredeyse kimsenin slogan atamadığı sınıf kimliğini ve mücadele vurgusunun bir türlü merkezileşemediği, her kafadan ayrı seslerin çıktığı kürsünün sendikacılar tarafından korunup hiçbir işçinin sokulmadığı .Sanatçı diye sahneye çıkan Süavi’nin “ bu memleket bizim” diyerek şoven duygularıyla ve kendi reklamını yapan, sonrada gelecek konser tekliflerinin önünü açmak hesabıyla Mehmet AĞAR’ı Aydın Yenipazar" konukevi'nde ziyaret eden, dostu Konak belediye Başkanı Hakan TARTAN’ı kürsüden saygı ve sevgiyle anons eden,İşçi partisi ve diğer grupların ayrı alanda kutlama yapmasının sınıfı böldüğünü düşünen ve buna üzüldüğünü belirten bir adamı sahneye çıkarıp dinletenlerin egemenliğinde bir organizasyondu.Sahte içi boş Barış çağrıları yapanların egemen olduğu alan, bizzat 1 Mayısı organize eden Sendikalar eliyle Apolitizmin ve Şovenizm zehrine bulanmıştır. Konak belediye Başkanı Hakan TARTAN’ın işten attığı işçilerin günlerce soğuk ayaz demeden Belediyenin kapısında yattığı her türlü şiddete maruz kaldığı ve geri alınmadığı günler,işçilerin,devrimcilerin, sınıf dostlarının hafızalarında hala çok tazedir.Devrimcileri aptal yerine koyan, onları bir geçim aracına indirgeyen bu çürümüş sanatçı bozuntuları CHP’ li belediyelerin yağcılığını yaparak geçinmeyi iş edinmişlerdir.Bu türden insanların 1 mayıs alanlarında boy göstermesi bütün devrimcilerin utancıdır.Sınıf mücadelesini kirleten bu anlayışta insanlara izin verilmemesi onun o kürsüden indirilmesi tüm işçilerin ,devrimcilerin görevidir. İşçi sınıfı ve devrimci sosyalist güçler ,yıllardır sınıf kimliğini çürüten, Sendikacı,CHP’li Belediye Başkanı ve Şoven sanatçı bozuntularıyla ve tüm liberal tasfiyeci anlayışların kuşatmasını kırmak zorundadır. İşçi sınıfı devrimcileri çok güçlü bir hafızaya sahip olmalıdır,unuttuğumuz her saldırı büyüyerek tekrar bizi daha güçlü bir biçimde vuracaktır. Malatya’yı ,Maraş’ı ,Çorum’u unutanlara, Sivas’ı yaşatırlar. 77 katliamını,Tariş’i, 80 askeri cuntasını,sonrasında başbakanın elini öpmek için kuyruğa giren geçmişin “solcu” sanatçı,aydın,yazar,çizer,gazeteci takımını unutmayacaksın. Unutursan kaybedersin seni içinden çökertirler. Hafızan güçlü olacak hem de çok güçlü,ihaneti hoş görmeyeceksin,dürüst namuslu mücadeleci insanları kaybedersin.Onlar içine sızar seni mücadeleni çürütür. Dostunu düşmanını ayıracaksın,bir şey olmamış gibi yanında yörende dolaşamayacaklar,senin olduğun yerde onları barındırmayacaksın yüzlerine tüküreceksin. Şarkılarını dinlemeyeceksin,Kitaplarını,gazetelerini okumayacaksın,filmlerini izlemeyeceksin 1 mayıs alanlarında şov yapıp sermayenin reklamlarına çıkarak banka işçilerini işsiz bırakmak için bankamatik reklamı yapanları hafızana kazıyacaksın, onları o alanlardan atacaksın.THY den işten atılan yüzlerce işçi günlerdir direnirken Grup yorum konserinde şiirler okuyup “Amerika’ya kafa tutan” sonra gidip THY’nin reklamlarını seslendirerek ,gidip Osmanlı’yı öven dizide Ebu Suud efendiyi oynayarak (aklayacak),Sen onu hiçbir şey olmamış gibi alkışlamayacaksın. Kuşatma çok büyük çok uyanık olacaksın Sermaye zehrini cilalı ambalajlı paketlerinde gülümseyen yüzlü işbirlikçileriyle sunuyor. Kanmayacaksın…. 1 Mayısı bu soysuzların elinden kurtarmadıkça o alan işçilere değil sermayeye ait olacaktır. Kürsüde ne zaman işten atılanlar konuşacak,ne zaman günlerce gecelerce direnen işçiler konuşacak,ne zaman Kürt işçileri anadillerinde Sosyalizmi ,
Asıl taleplerini iktidarı almayı sınıfsız bir toplumu dünyayı haykıracaklar o zaman o alan bizim olacak.Geri kazanacağız bütün alanları..Sadece işçi sınıfının kızıl bayrağı dalgalanacak, o zaman hep bir ağızdan kentlerin meydanlarında enternasyonali haykıracağız.İkiyüzlülük ,ihanet,çıkar,şovenizm kovulacak alanlardan,hep birlikte hiçbir ayrım kalmadan tek bir sıkılı yumruk olup vuracağız hançerimizi sermayenin kalbine, keseceğiz nefesini ..işte o zaman bizim olacak alanlar,fabrikalar okullar,hastaneler bizim olduğumuz emek ürettiğimiz her yer gerçek anlamda bizim olacak..Gerçek özgürlük rüzgarı o zaman esecek bütün coğrafyalarda….
1 Mayıs 2013
10 Mayıs 2013 Cuma
Zorunlu Göç ve Türkiye’de Neoliberalizm
Formel proleteryanın direnişi kırarak Türkiye'de neoliberalizme hoşgeldin diyen sermaye ve devlet, şimdi de Kürtleşmiş enformel proleteryanın yaklaşan uğultusuyla karşı karşıyadır: Türkiye varoşlarından tehlikeli bir ses yükselmektedir, ve bu ses de büyük ölçüde Kürtçe'dir.
Baltimore - BİA Haber Merkezi
21 Kasım 2009, Cumartesi
Bu yazıda temel olarak şunu iddia ediyorum: Kürtlerin zorunlu göçü, Türkiye'de neoliberalizmin hem inşasını, hem de başarısını mümkün kılmıştır. Türkiye'de neo-liberalizmin inşası derken, sermaye birikiminin uluslararası üretim, ticaret ve finans ağlarına eklemlenmesi ve devletin de bunu kolaylaştırıcı önlemler alması süreçlerini kastediyorum.
Söz konusu süreçlerin, üretim ve ticarette uluslarası şirketler arasındaki rekabetin, akışkan finans sermayesine erişimde de devletlerarası rekabetin arttığı dünya çapındaki yeniden yapılanmanın bir yansıması olduğu çokça kabul ediliyor. Küreselleşme denilen bu "esnek sermaye birikimi" döneminde Türkiye'de üretim yapan sermaye grupları üretimlerini giderek daha çok taşeron ağları üzerinden gerçekleştirirken, kayıtdışı, ucuz ve örgütsüz emek gücünü kullanarak dünya piyasalarında rakiplerine karşı avantaj yakalamaya çalışıyorlar. Devlet de özelleştirme uygulamaları ile ekonomiyi planlı bir strateji çerçevesinde sermaye gruplarına terk etmeyi seçiyor.
1980 sonrasına ilişkin temel süreçlerden biri bu neoliberal politikalar olsa da aynı dönemde Kürt hareketi bize başka bir tarih hazırlamaktadır. 1980'lerin sonundan itibaren PKK'nin güç kazanması ile yeniden yükselen Kürt hareketi, 1990'ların ilk yarısında yeniden güçlü bir halk hareketine dönüşmüştür.
Hareketin Serhıldan (Başkaldırı) ilan ettiği 1989 ve 1993 yılları arasında, bölgenin hemen hemen tamamı halk ayaklanmaları ve şiddetli çatışmalara sahne olmuştur. Bu dönemde devlet, PKK'ye yönelik halk desteğini engellemek amacıyla tarihteki en kapsamlı yerinden etme uygulamalarından birisini hayata geçirmiş, köy yakmaları ve sürekli artan siyasi baskı sonucu sayıları milyonları aşan Kürt nüfusunu önce doğudaki büyük şehirlere sonra da batı illerine zorunlu göç ettirmiştir.
Pek çoğumuz hatırlamasa da, Kürt hareketinin yükseldiği bu dört yıl aynı zamanda Türkiye tarihindeki en şiddetli grev dalgasının da yaşandığı dönemdi. 1989 bahar eylemleri ile başlayan, Zonguldak grevi ve yürüyüşü ile ivme kazanan bu işçi militanlığı sürecinde, büyük sanayide çalışan 1.5 milyondan fazla kamu ve özel sektör işçisi greve çıkmış, 1980 darbesiyle budanan haklarını geri almak ve ücretlerini arttırmak için kitlesel ve radikal eylemler gerçekleştirmişlerdi.
Bu eylem ve grev dalgasının Kürt illerindeki ayaklanma ile aynı zamanda yükselmesi, her iki cephede de mücadele etmek zorunda kalan dönemin hükümetlerini oldukça zora sokmuştu. Kürt bölgesinin kontrolünde zorlanan devlet, en azından grev dalgasını frenleyebilmek için ücretleri yüzde ikiyüze varan oranlarda arttırmış, ama işçileri durdurmakta bu da yeterli olmayınca bu sefer Körfez savaşı ve ulusal çıkarlar gerekçesiyle bir çok grevi durdurmuş ya da sendika bürokrasisi ile anlaşmaya giderek grev dalgasını sona erdirmişti.
1990'larda Türkiye'de neo-liberal özelleştirme dalgasının önünün açılması bu eylemlerin bastırılması ile mümkün olmuştu. 1989-1993 yılları arasında, kamuda ertelenen ya da sona erdirilen çoğu grevin hemen arkasından, önce çoğunluğu grevde öne çıkanlardan olan çok sayıda işçi işten çıkarılmış, arkasından da bu kurumlar özelleştirilmişti. Aslında, 1980 müdahalesi ile sol ve devrimci kadrolar ile sendikaların üst kademeleri büyük darbe almis olsa da, 1990'lara kadar formel işçi sınıfının üretimden kaynaklanan gücü, pazarlık kapasitesi ve direniş olanakları, neoliberal projenin gerektirdiği ölçüde yok edilememişti. Dolayısıyla, neo-liberal projenin tam anlamıyla inşası 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesi sonrasında gerçekleşememiş, 1980'li yıllar bir hazırlık dönemi olarak kalmış ve ancak 1990'ların ortalarından itibaren proje tam anlamıyla uygulamaya konabilmişti.
Bu bağlamda, esnek sermaye birikiminin, taşeronlaşma ağlarınının, enformal ekonominin ve özelleştirme hamlelerinin hızlı yükselişi ile Kürtlerin zorunlu göçü ve örgütlü işçi eylemlerinin bastırılması arasında çok belirleyici bir ilişki bulunmaktadır. Zira, ekonomik ve siyasi gücü neoliberal sermaye birikimine engel teşkil eden formal işçi sınıfı, esnek sermaye birikimine olanak sağlayacak Kürt enformel işçi sınıfı ile ikame edilmiştir. Zorunlu göç, devletin Kürt illerindeki hareketi kontrol etmek için uygulamaya koyduğu askeri-siyasi bir tedbir olsa da, aynı zamanda Türkiye tarihindeki en kapsamlı ve en hızlı mülksüzleştirme ve proleterleştirme süreci olmuştur. Batıdaki şehirlere ve özellikle İstanbul ve İzmir gibi metropollere, Denizli, Manisa, İzmit, Tekirdağ gibi sanayi merkezlerine göç ettirilen Kürtler, bu kentlerde çok düşük ücretlerle, güvencesiz koşulların yaygın olduğu iş kollarında çalışmaya başlamışlardır. Bugün batı illerindeki inşaatlarda, konfeksiyon atölyelerinde, yazları tarlalarda çalışan işçilerin; sokaklardaki hamalların, seyyar satıcıların, temizliğe giden kadınların büyük bir kesimini Kürtler oluşturmakta, bu insanlar kayıtdışı ekonominin yükünü omuzlamaktadırlar. Zorunlu göç ile kentlere getirilen Kürtler, esnek sermaye birikiminin ihtiyaç duyacağı pazarlık gücünden yoksun, her işte çalışmaya hazır, mülksüzleşmiş işçi arzını büyük oranda artırmıştır.
Bu işçi arzı olmadan Türkiye'de esnek sermaye birikimi ve neo-liberalizmin inşası çok daha farklı bir seyir izlemek zorunda kalacaktı demek tarihsel bir spekülasyon olmaz. Türkiye, kendi klasmanındaki diğer ülkelere kıyasla neo-liberal küreselleşme sürecinde çok daha yüksek bir performans sergiliyorsa, 2008 yılında inşaat sektöründe dünya üçüncüsü, konfeksiyonda dünya dördüncüsü olabiliyorsa, bunu zorunlu göçün sağladığı ucuz maliyetli emek arzını düşünmeden açıklamak çok zordur. Neo-liberalizmin Türkiye'deki başarılı uygulamasını uygun ekonomik program ve stratejilerin çizilmesi ile, niyet ile, amaç ile, IMF'nin ve Dünya Bankasının ilkelerinin benimsenmesi ile açıklamak yeterli değildir. Bu "uygun akıllara" riayet eden başka birçok ülke Türkiye'ye kıyasla "başarısız" olmuştur. Ancak Kürtlerin zorunlu göçü, Türkiye'de sermayeye taşeron ağlarını doldurup taşıracak kadar yoğun, güvencesiz ve ucuz emek arzı hediye etmiş ve dolayısıyla, neoliberal stratejinin maddi koşulları inşaa etmiştir.
Dolayısıyla, zorunlu göçün sonuçlarından bahsederken Kürtlerin kentlerin çeperlerinde yoksul ve muzdarip bir hayata itildiklerini vurgulamak yeterli değildir. Kentin reel ekonomisinin büyük bir kısmı enformel sektörde ve taşeron ağlarında dönerken, ve de Kürtlerin büyük kısmı da bu ekonomi içinde düzensiz ve kayıtdışı emek süreçlerinde yer alırken, zorunlu göçün neticelerini sınıfsal parametrelere başvurmadan anlamak imkansız olacaktır. Gerçekte zorunlu göç Türkiye'nin sınıfsal yapısını kökünden değiştirmiştir: Kürtler işçileşmiş, işçi sınıfı da Kürtleşmiştir.
1990'lara kadar yapısal gücünü hala koruyan formal işçi sınıfının direnişinin kırılması ve zorunlu göçün Kürtleşmiş bir enformal proletarya yaratması, Türkiye'de neoliberal sermaye birikimi sürecinin inşasını ve başarısını mümkün kılmıştır. Fernand Braudel'in dediği gibi, kapitalizme can veren en önemli özelliği onun esnekliği, yani değişen siyasi ve yapısal koşullara adapte olabilme ve bu koşulları avantaja çevirebilme kapasitesidir. Türkiye'de de sermaye bu esnekliği gösterebilmiş, devlet eliyle yepyeni ve upucuz bir işçi sınıfı yaratmıştır.
Ancak, hikaye böyle bitmiyor: Varoşlarda mekan bulan bu yeni işçi sınıfı, yine 1990'lardan itibaren siyasi bir aktör olarak, devlet için bir tehlike olarak kendini ortaya koymaya başlamıştır. Gazi Mahallasi, 1996 Kadıköy 1 Mayısı, İstanbul'da yüzbinlerin katıldığı Newroz'lar, ara ara yakılan arabalar ve İstanbul'un birçok varoşunun girişinde her gün polis panzerlerinin nöbet tutması bu tehditin emareleridir.
Bugün, Meksiko, Karaçi, Bombay, Manila, Cakarta gibi birçok üçüncü dünya metropolüne benzer şekilde, İstanbul'da da varoşlar etnik ve sınıfsal gerilimlerin, Mike Davis'in deyimiyle, ne zaman ve nerede patlayacağı tahmin edilemeyen birer volkana dönüşmeye başladığı mekanlar olmaktadırlar. Formel proleteryanın direnişi kırarak Türkiye'de neoliberalizme hoşgeldin diyen sermaye ve devlet, şimdi de Kürtleşmiş enformel proleteryanın yaklaşan uğultusuyla karşı karşıyadır: Türkiye varoşlarından tehlikeli bir ses yükselmektedir, ve bu ses de büyük ölçüde Kürtçe'dir.(EY/EÜ)
* Erdem Yörük, Johns Hopkins Üniversitesi, Sosyoloji.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)