27 Haziran 2013 Perşembe

GEZİ'YE DESTEK DEĞİL KÖSTEK GREVİ

5 HAZİRAN “KISMİ GREVİ”
VE SENDİKALARIN CHP YANLISI ŞOVEN TUTUMU..
Dün alınan karar gereği sendikalar genel grev ilan etmişler?Bu her defasında işçi sınıfının nasıl bir kuşatma altında olduğunu gösteriyor.Katılımın sınıfın niceliği göz önüne alındığında  ne kadar düşük olduğunu belirtmekte yarar var.Çok uzun zamandır Genel grev kavramının bilinçli olarak içinin  boşaltıldığı, Sendikaların kitlesini bilinçli olarak sınıfın siyasallaşmasını önlemek ve koltuklarını korumak için çok sistemli olarak Kemalizm (CHP) çizgisinde tuttuğu, siyasal gruplardan uzak tuttuğu sosyalist devrimci gruplar alana girmeden hızla boşaltıldığı (bu gün biz girdiğimizde hiçbir sendika yoktu) Sendika bürokrasini ve statükoyu koruduklarını görüyoruz.Bu güne gelirsek sadece Genel iş ve KESK in kortejinde bolca Türk bayrağı vardı,(başka Sendikanın da katılımı göze çarpmıyordu) ve Sendikacıların DİSK Genel iş korteji başta olmak üzere "Mustafa kemalin askerleriyiz" sloganı attırması ciddi olarak değerlendirilecek bir konudur.Bu gün şovenizm sınıf içinde oldukça baskın olarak göze çarpıyordu. Bu da koltuğunu korumak ve CHP çizgisine yakın durarak geleceklerini güven altına almak niyetiyle bu çizgilerini hala koruduklarını hatta daha cüretkar davrandıklarını gösteriyor. Alanda her seferinde tepkiye rağmen belediye başkanlarının reklamının yapılmaya çalışılması, tercihlerini sınıf mücadelesinden değil kişisel çıkarlarından yana kullandıklarını göstermektedir.Bir kaç gündür alanda azda olsa sol grupların basıncıyla bu şoven tutum büyük ölçüde geriletilmiştir.Bu gün alandaki katılımın zayıflığı ve ölgün havası , emek gündeminin dışında içeriksiz söylemleri ,durumu geçiştirme çabası ve sadece AKP karşıtlığı ,tam bir apolitizmdir. Kitle buna mahkum edilmiş ,solun güçsüz kaldığı  başkaldırının şoven cephesinin yedeğine alınmıştır.Bu gidişatın seyrinin en fazla Kürtlerle yürütülen Barış görüşmelerini etkilemesi BDP başta olmak üzere bütün Kürtleri tedirgin etmektedir.Bu Kemalist tekçi anlayış işçi sınıfının ve bütün kesimlerin içine sıkıştırılmaya çalışıldığı tehlikeli çemberdir.AKP karşıtlığı temelinde gelişen "heterojen isyan" bütün sol grupları Kemalizmin kucağına itmiştir.Bu gün Türk bayrağı bütün kortejler de bolca dalgalanmış bu süreçten nemalanacağını düşünen bütün "solların" şovenizme teslim olduğu bir duruma dönüşmüştür.Kürtlere karşı oluşturulan şoven cephe büyümüştür. Son “isyanlarda”  "Ergenekoncu" diye tanımlanan  merkezin kitleleri ciddi bir ajite etme ve yönlendirme  çabası görülmelidir. Bu sürecin içinin ortak olarak değil de her grubun kendine göre doldurması için boş bırakıldığı sorunlu  bir durum mevcuttur.AKP karşıtlığı ortak bir vurgudur ve slogan "Hükumet istifadır "istifa edecek hükumetin  alternatifi noktasında hiçbir ortaklık yoktur.Buda devrim yapamayacağınıza göre bu boşluğu CHP-MHP koalisyonunu doldurma olasılığını güçlendirmektedir. Düşünülmeden güçlü bir şekilde  atılan bu slogan eksiktir,alternatif bir seçeneği içinde barındırmamaktadır. Devletin uyguladığı şiddet azaldığında kısa zamanda sönümlenebilecek özelliktedir.Uzun vadeli yürüyebileceği ortak nesnel taleplere ve bunu sürdürebilecek örgütsel yapılara sahip değildir.Sol'un eylemlerin içinde buluma nedeni ile “Atatürkçü” diye tanımlanan çok geniş bir algıya sahip çok sıradan masum talepleri yada tepkileri olan insanlarla,daha derin hesapları olan çekirdek bir grubun yönlendirmeye çalıştığı iktidar odaklı bir talebi olan grubun dahil olduğu  bu üç ana grubun hiçbir ortaklığı yoktur.Kısa sürede bu kalabalıklar ayrışma potansiyeli taşımaktadır.Ne istiyorsunuz diye sorulduğunda bu isyan ortaklığı dağılacak yada düzenin sınırları içinde eritilecektir.Bu eylemlerde düzen dışı bir içerik ve vurgu çok zayıftır buradan çıkabilecek olan onarılmış restore edilmiş burjuva demokrasisidir.
Bu yaşanan süreçten sol adına potansiyel olarak çok olumlu sonuçlar çıkarmakta mümkündür.
Bu sürecin sosyolojik olarak ciddi bir analizine ihtiyaç vardır herkes kendi adına bir analiz yapacak ve bu süreci doğru anlayabildiği oranda kendi hesabına kazanıma dönüştürme şansı olacaktır.Kendi örmediğimiz belirleyemediğiniz süreçlerin açığa çıkardığı enerji ve heyecan bizi sarhoş etmesin bu topraklar her zaman bu türden patlamalara gebedir.Bunu öngörenlerin daha soğukkanlı ve hazırlıklı olması temel koşuldur "Sol güçsüzdür" ve güçsüzlüğünü bu tür patlamalardan güce dönüştürebilecek bir durumda değildir.Yapısal sorunları vardır ,uzun zamandır  derin bir tasfiye yaşamaktadır.Bunu alanlarda da görmek mümkündür, sol toplumsal süreçlere müdahale edebilecek güce sahip değildir.Bir güç olmadığınız yerde sözünüzü dinletme müdahale etme şansınızda olmamaktadır.Sol Tekel'de olduğu gibi her eylemde orada birikebilmekte ama Ortak bir müdahale refleksi gösterememekte, kendi dışındaki güçlerle iş yapabilme becerisi geliştirememektedir.
Ortak bir değerlendirmeyle bu sürecin artılarını eksilerini ve tutumumuzun ne kadar etkin olduğunu anlamak zorundayız.Sosyalizm düşüncesinin ve örgütlenme alanlarının kültürel bir faaliyete dönüştüğü tasfiye sürecini kavrayamayan, hiperaktif  eylemlerle durumu düzelteceğini sanan anlayışların bu süreçleri anlaması da dönüştürmesi de mümkün olmayacaktır.Son birkaç günde yaşananların gözümüze soktuğu en önemli çıkarsama bu topraklardaki düzenden hoşnut olmayan sokaklara dökülen kalabalık genç nüfusun kendini ifade edeceği politik alan Atatürkçüler ve Cemaatler tarafından tutulmuştur.Oysaki onların derdine kalıcı çözüm üretme yeteneğine sahip tek güç sosyalistlerdir.Bizim müdahil olamadığımız elimizi uzatamadığımız bu gençler birkaç günde  yüz binlerle alanlara taşındı.Devlet şiddetini yaşadı ideolojik yapıları sarsıldı ve özgürleşme pratiğine cüret etti.Bu güç muazzam bir enerjiyle kaynıyor ve devrimci bir potansiyel içeriyor.Bu gençleri anlamak onların algı düzeyine hızına uygun kültürel şekillenmelerini dikkate alarak kapsayıcı bir siyaset üretmek zorundayız.Bu gençleri sosyalist düşünceyle işçi sınıfının siyasetiyle tanıştıracak bir yapının örülmesi tarihsel bir zorunluluktur.



1 MAYIS  DEĞERLENDİRMESİ                                                    2013

İstanbul valisinin günler öncesinden Taksime izin verilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla başlayan süreç sanki izin verilebilirmiş rahatlığıyla karşılandı.Bu yasaklamanın ciddiye alındığını ve alana her şeye rağmen girme iradesinin gösterileceğini hissettiren bunu duyuran bir söylem ve çalışma yapıldığına dair bir ipucu, beklenti içindeki katılacak kitleye yansımadı.
Alanda1 Mayıs öncesi DİSK genel sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun; yaptığımız incelemeler sonucu kazı alanının sorun yaratmayacağı’ ve 1 Mayısın kutlanmasına engel oluşturmadığına  dair  yaptığı açıklamalar belirsizliği dağıtacak bir içerikten yoksun, alana zorlada olsa girme iradesini çok net açığa çıkaran cinsten açıklamalar olmamıştır.
Belli ki yeni DİSK yönetimi güçlü bir iradeyi ortaya koyabilecek organik bir bütünlük sergileyecek düzeyde kaynaşamamıştır.Genel iş ten DİSK’in başına geçen Kani  Beko’nun mücadeleci bir tutum alacağına dair bir  beklentinin oluşmasına neden olacak hiç bir ipucu da geçmiş künyesinden bulunamamıştır..Sınıfa saldırının oldukça derinleştiği bir dönemde sendikaların yıllardır çürüyen yapısı,ve başta sendikalar eliyle işçi sınıfında geliştirilen apolitizm, ve sınıf bilincinin yok edilmesi çabaları sonuç vermiştir.Hiç bir dayanışma grevi yada güçlü bir destek çok uzun zamandır örgütlü bir biçimde hayata geçirilememiştir..
Özelleştirmeler bu rahatlıkla kolayca yapılmıştır.Bütün oldukça yığınsal sendikal örgütlü işçi barındıran kamuya ait devasa üretim alanlarının birer birer önce taşeronlaştırılması sonra tasfiye süreci  ve yerli yada yabancı sermayeye devredilmesi sözde göstermelik karşı çıkışlarla açıkça oynan bir oyunla sendikaların desteğiyle hiçbir ciddi karşı çıkış yaşanmadan gerçekleşmiştir.
Uzun süredir içten içe devam eden tasfiye süreci doğru teşhis edilemediği için sınıfın durumu hakkında çok doğru değerlendirmeler yapılamamış ve buna bağlı olarak uygun pratikler üretilememiştir.Sermayenin her düzeyde saldırılarının sonucunda hoşnutsuz kalabalıkların mücadele alanlarında birikmesi sermaye tarafından öngörüldüğü üzere gerekli hazırlıklarda yapılmış burjuva ideolojisinin sınıf üzerindeki belirleyici etkisi ve denetimi güçlendirilmiştir. Sınıfı örgütleme iddiasında olan tüm sol (sosyalist komünist) cenahın bu gerçekliği kavrayışı ve geçmişi sorunlu bir temele dayandığından sınıf ilişkileri ve sınıf siyasetini belirleme gücü oldukça zayıftır.Düzen içi çözüm üretme temelinde yürütülen hak, ücret ve “demokrasi” mücadelesinin peşine takılanlar bugün işçi sınıfı karşısında inandırıcılığını ve sınıf  bağlarını yitirmiştir.
Ücret sendikacılığının,şovenizm ve dinsel ideolojinin körelttiği sınıf bilinciyle,  sınıf kimliğinden arınmış büyük bir işçi kitlesi sadece kendi işyerleri yada işkollarıyla ilgili harekete geçme refleksi dışında hareket edemez hale gelmiş, dayanışma duygusundan yoksun bırakılmıştır.
Sınıfın  ve sol’un parçalı yapısıyla ve sınıf dışı bir algıyla farklı gündemlerle  karşıladığı bir
1 Mayıs olacakların ipuçlarını çok önceden vermiştir.
Öncesinde kendini yapısal olarak sınıftan uzak bir bakışla tanımlayan yapıların 1 Mayıs’tan
yaralarına medet olmasını ummaları tam bir aymazlıktır.Sorun yapısaldır ve palyatif tedbirlerle günübirlik aktivitelerle çözülemeyecek kadar derindir,karmaşıktır.
SOL VE SENDİKALAR
Sınıfa yön vermesi gereken iktidar hedefli bir yapılanmanın(sınıf partisinin) olmadığı tarihsel koşullarda, sınıfın düzen içi örgütleri olan sendikalarında bu olumsuzluğun belirlenimi altında olması doğası gereğidir.Sınıfın motor gücü, sınıf siyasetini üreten sınıfı kendi iktidarı için örgütleyen ,sınıfla birlikte hareket etme yeteneği gücü ve kabiliyeti kazanmış
Devrimci Sağlık İş’in mücadeleci bir ruhla taşeron işçilerini örgütlemesi, yol açıcı bir işlev görmüştür ancak ,sınıf siyaseti açısından yetersiz bir arka plana ve algıya sahip (işçi sınıfını “halk”ın bir parçası olarak görmesi) olması gelecek adına umutları zayıflatmaktadır.Bu gün  en önemli sorun sınıfın gözünü dikeceği kulak kabartacağı çağrısına uyacağı,sınıfı kucaklayabilecek, etkisi altına alacak bir sınıf partisinin olmamasıdır.Bu tarihsel koşullarda sınıfın gelişen saldırılara gerekli yanıtı vermesinin ,DİSK üzerinden sınıfın yolunun açılması beklentisi boş bir hayaldir.Yeni seçilen DİSK in sınıfın yolunu açabilecek ne bir anlayışı vardır nede niyeti.Çoğu sendikada olduğu gibi Bürokratik sendikacılığın hakim olduğu bir yapılanma söz konusudur.DİSK e bağlı sendikaların hep birlikte yüksek katılımlı bir eylem yaptığına üretimden gelen gücünü hakkını vererek kullandığına şahit olan var mı bilmiyorum.
İşçi Sınıfının 1 Mayıs gibi yüz binlerce işçi ve devrimcinin tarihsel anlamı ve geleneği olan bu merkezi eylemi her dönemde herkes açısından çok yönlü bir sınav niteliğindedir.
1 Mayıs sermaye sınıfına karşı iktidar talebinin yükseltilmesi gereken bir gün niteliğinde olması gerekirken burjuva düzeni tamir heveslilerinin egemen olduğu yüzlerce düzen içi talebin ,tepki hareketlerinin  farklı biçimlerde alana taşındığı işçi sınıfını ve sosyalizm iddiasını gölgede bıraktığı ,herkesin her şeyi yapabileceği, dejenerasyona uğramış bir alana dönüşmüştür.Bu çürüme ,sermayenin ve sınıfı uyutan sendikacıların rahat nefes almasını sağlayan bir işlevi yerine getirmektedir.Televizyonlarda 1 Mayıs sermaye hizmetindeki en gerici sendikaların arasına serpilen  DİSK içindeki sendikacıyla  tartışılır hale gelmiştir.Bu kavga gününün gerçek muhatapları sokaklarda barikatları aşmak için yürüttükleri mücadeleyle tarihe not düşmektedir.
İşçi sınıfı üzerindeki her türlü kuşatma ağırlaşarak sürmektedir.Siyasallaşmamış bir işçi sınıfından tarihsel rolüne uygun davranmasını beklemek  hayal kurmaktır.Ayağı yere basmayan hayallerin de gerçek olma şansı yok denecek kadar azdır.
Yıllardır savaş nedeniyle  ve sendikalarında çanak tutmasıyla şovenizmle beslenen, İşçi sınıfı başta Kürtlerden ve  onların dostu olan devrimcilerden uzak tutulmuştur.Alanlarda neredeyse hiç karşılaştırılmadan İşçiler alandan çıkarılmış sonra devrimciler ve Kürtler alana sokulmuştur.Türk İş kendi örgütlü işçilerine alana girmeden bayrak dağıtarak 1 mayısın Enternasyonalist ruhuna şovenizmin zehrini zerk etmiş Kürt düşmanlığı bizzat sendikacılar eliyle sınıfın ruhuna kazınmıştır.Bu anlayış  sadece Hak iş ve Türk İş’e değil DİSK in sendikalarına da nüfuz etmiştir ,neredeyse Birleşik  Metal işin tüm yürüyüşlerinde önde cumhuriyet bayramına gider gibi bir Türk bayrağı sallanmaktadır . Dört beş sıra bayrak dizen sendikalarda mevcuttur .Bu bayrak kime karşıdır? Bu sorunun cevabı zor değildir. Sendikalarda solcu geçinen bir çok sendikacı Barış istemi nedeniyle kendi arkadaşlarına saldıracak düzeyde ulusalcı şoven duygulara sahiptir.(Bu 1 mayısta olduğu gibi Eğitim Sen içindeki sözde solcuların “İzmirli Emekçiler Barışı Selamlıyor” pankartını indirmek istemeleri taşıyanları tehdit etmeleri somut bir örnektir.)
1 Mayısa girmeden çok önceden, alana gidecek işçilere  soyut ” birlik dayanışma mücadele “ çağrısı yapan sendikalar,  işçilerin birliğini bizzat kendi elleriyle zaten parçalamışlardır.
Sendikaların illere göre pankartları da istemleri de çok farklıdır,Diyarbakır,Van ve diğer Kürt illerinde Kürt işçilerin talepleriyle, İzmir’de ve diğer işçi sınıfı kimliğinin değil Türklüğün öne çıkarıldığı illerde  Cumhuriyeti korumaya” kadar varan bir tutuma kadar kaymıştır.
İşçi sınıfının düşmanı kendileri gibi işçi olan Kürt kardeşleri değil sermaye sınıfıdır.
1 Mayısın tarihsel anlamını bozan, onu zehirleyen bu şovenizm zehri ,politik alanı da ayrıştırmış, kendine “komünist, sosyalist,devrimci” diyenler dahil bir çok siyasi yapıyı bu şoven dalgaya göre konumlandırmıştır.Kimi alanını,kimi bayrağını ayırmış sınıfın birlik duygusunu zedeleyen  sınıfsal değil,burjuva ideolojisinden beslenen  milliyetçi ulusalcı bir ayrışma yaşanmıştır.Oysa kendine Marksizmi referans alanlar bilir ki ne Marks’ta ne Lenin’de ulusal bir bölünmeyi haklı çıkarabilecek bir satır bile yoktur. “İşçi sınıfının vatanı yoktursöylemi ulusal bölünmelere karşı geliştirilmiş enternasyonalist kapsayıcılığı esas alan bir temele dayanmaktadır.(Kadıköyde)Ayrı alanlarda enternasyonali söylerken yurdumuz bütün cihandır bizim” cümlesinin hangi ruh haliyle söylediği konuya vakıf olanlar tarafından merak konusudur.
1 Mayıs alanı işçi sınıfına önderlik iddiasında olan komünistler açısından tarih boyu  ulusal bayrakların dalgalandığı,burjuva cumhuriyetinin kutsandığı yerler değil, İşçi sınıfının kendisini tutsak eden  ulusallık zincirini parçaladığı, gözlerini kör eden şovenizmin gözbağlarından kurtulduğu Bütün ülkelerin işçileriyle birleşme duygusunu taşıdığı ve yükselttiği  alanlar olmuştur.
Kendi zihnini burjuva ulusçuluyla dolduran,sermayenin çizdiği sınırları esas alanlar, kendilerini nasıl adlandırırsa adlandırsınlar katıksız  ezen ulus şovenizmiyle maluldürler.
Bu tutumun sürdürülmesi halinde Kürt ve Türk işçilerin ayrı sendikalarda örgütlenmesinin yolu açılacak sınıf birliğe değil bölünmeye uğrayacaktır.
Sınıf örgütleri için asıl olan işçi sınıfı kimliğidir, bu yüzden sendikalar işçileri bölen bir tutum takınamazlar ulusal bayrakları, ulusal sınırları değil tüm dünya işçilerini kucaklayan,işçi sınıfını bölen tün ayrılıkları ortadan kaldıran birleştirici dayanışmacı ortak mücadeleyi esas alan sermaye karşıtı bir tutum geliştirirler.

Taksime çıkma uğruna yıllardır yaşanan çatışmalarda  Devletin uyguladığı şiddet karşısında yüzlerce insanın yaralandığı ölümün eşiğine geldiği ve çatışmaların sürdüğü anlarda ,
DİSK binasının içine  kadar giren polisin,hedef gözeterek  atılan gaz bombalarıyla yapılan bu vahşice saldırıları karşısında DİSK Genel başkanının İstanbul sokaklarında çatışma istemiyoruz, Esnafa zarar verilmesini istemiyoruz yönündeki beyanı  ayrıca değerlendirmeye muhtaçtır.


İZMİRDE 1 MAYIS

İzmir özelinde ayrı bir değerlendirme yapmak gerekirse yukarıda ki saptamalara ek olarak
Bu yıl katılım son yıllara oranla oldukça fazlaydı  başta Türk İş ve sonrada DİSK  olmak üzere Sendikaların alana sabahtan girmeye başladığı Konak yönünden gelen KESK ve diğer sosyalist  parti ve yapıların her yıl olduğu gibi işçilerin çoğu dağıldıktan sonra alana alınmaya başladığı ve bir bütün olarak kitlenin hiçbir zaman bir arada olmadığı organize bir alan vardı.
Her yıl arabaların ve kürsünün üzerinde görmeye alıştığımız Sendikacıların içeriksiz apolitik Taksim’deki çatışmayı laf olsun diye duyuran geçiştirici söylemleri .Bolca davul Zurnacının alana salındığı binlerce düdük satıldığı ve öttürülmesinin önemli bir iş sayıldığı, neredeyse kimsenin slogan atamadığı sınıf kimliğini ve mücadele vurgusunun bir türlü merkezileşeme diği, her kafadan ayrı seslerin çıktığı kürsünün sendikacılar tarafından korunup hiçbir işçinin sokulmadığı .Sanatçı diye sahneye çıkan Süavi’nin “ bu memleket bizim” diyerek şoven duygularıyla ve kendi reklamını yapan, sonrada gelecek konser tekliflerinin önünü açmak hesabıyla Mehmet AĞAR’ı Aydın Yenipazar  konukevinde ziyaret eden, dostu Konak belediye Başkanı  Hakan TARTAN’ı kürsüden saygı ve sevgiyle anons eden,İşçi partisi ve diğer grupların ayrı alanda kutlama yapmasının sınıfı böldüğünü düşünen ve buna üzüldüğünü belirten  bir adamı sahneye çıkarıp dinletenlerin egemenliğinde bir organizasyondu.Sahte içi boş Barış çağrıları yapanların  egemen olduğu alan, bizzat 1 Mayısı organize eden Sendikalar eliyle  Apolitizmin ve Şovenizm zehrine bulanmıştır.
Konak belediye Başkanı Hakan TARTAN’ın işten attığı  işçilerin günlerce soğuk ayaz demeden  Belediyenin kapısında yattığı her türlü şiddete maruz kaldığı ve geri alınmadığı   günler,işçilerin,devrimcilerin, sınıf dostlarının hafızalarında hala çok tazedir.Devrimcileri aptal yerine koyan, onları bir geçim aracına indirgeyen  bu çürümüş sanatçı bozuntuları
CHP’ li belediyelerin yağcılığını yaparak geçinmeyi iş edinmişlerdir.Bu türden insanların 1 mayıs alanlarında boy göstermesi bütün devrimcilerin utancıdır.Sınıf mücadelesini kirleten bu anlayışta insanlara izin verilmemesi onun o kürsüden indirilmesi tüm işçilerin ,devrimcilerin  görevidir.
İşçi sınıfı ve devrimci sosyalist güçler ,yıllardır sınıf kimliğini çürüten, Sendikacı,CHP’li Belediye Başkanı ve Şoven sanatçı bozuntularıyla ve tüm liberal tasfiyeci anlayışların kuşatmasını kırmak zorundadır.
İşçi sınıfı devrimcileri çok güçlü bir hafızaya sahip olmalıdır,unuttuğumuz her saldırı büyüyerek tekrar bizi daha güçlü  bir biçimde vuracaktır.
Malatya’yı ,Maraş’ı ,Çorum’u unutanlara, Sivas’ı yaşatırlar.
77  katliamını,Tariş’i, 80  askeri cuntasını,sonrasında başbakanın elini öpmek için kuyruğa giren geçmişin “solcu” sanatçı,aydın,yazar,çizer,gazeteci takımını unutmayacaksın.
Unutursan kaybedersin seni içinden çökertirler.
Hafızan güçlü olacak hem de çok güçlü,ihaneti hoş görmeyeceksin,dürüst namuslu mücadeleci insanları kaybedersin.Onlar içine sızar seni mücadeleni çürütür.
Dostunu düşmanını ayıracaksın,bir şey olmamış gibi yanında yörende dolaşamayacaklar,senin olduğun yerde onları barındırmayacaksın yüzlerine tüküreceksin.
Şarkılarını dinlemeyeceksin,Kitaplarını,gazetelerini okumayacaksın,filmlerini izlemeyeceksin 1 mayıs alanlarında şov yapıp sermayenin reklamlarına  çıkarak banka işçilerini işsiz bırakmak için bankamatik reklamı yapanları hafızana kazıyacaksın, onları o alanlardan atacaksın.THY den işten atılan yüzlerce işçi günlerdir direnirken Grup yorum konserinde şiirler okuyup “Amerika’ya kafa tutan” sonra gidip THY’nin reklamlarını seslendirerek ,gidip Osmanlı’yı öven dizide Ebu Suud efendiyi oynayarak (aklayacak),Sen  onu hiçbir şey olmamış gibi alkışlamayacaksın.Kuşatma çok büyük çok uyanık olacaksın Sermaye zehrini cilalı ambalajlı paketlerinde gülümseyen yüzlü işbirlikçileriyle sunuyor.Kanmayacaksın….
1 Mayısı bu soysuzların elinden kurtarmadıkça o alan işçilere değil sermayeye ait olacaktır.
Kürsüde ne zaman işten atılanlar konuşacak,ne zaman günlerce gecelerce direnen işçiler konuşacak,ne zaman Kürt işçileri anadillerinde Sosyalizmi ,Asıl taleplerini iktidarı almayı haykıracaklar o zaman o alan bizim olacak.Geri kazanacağız bütün alanları..Sadece işçi sınıfının kızıl bayrağı dalgalanacak, o zaman hep bir ağızdan kentlerin meydanlarında enternasyonali haykıracağız.İkiyüzlülük ,ihanet,çıkar,şovenizm kovulacak alanlardan,hep birlikte hiçbir ayrım kalmadan tek bir sıkılı yumruk olup vuracağız hançerimizi sermayenin kalbine, keseceğiz nefesini ..işte o zaman bizim olacak alanlar,fabrikalar okullar,hastaneler bizim olduğumuz emek ürettiğimiz her yer gerçek anlamda bizim olacak..Gerçek özgürlük rüzgarı esecek bütün coğrafyalarda….

1 Mayıs 2013


















           GÜNÜMÜZDE  SENDİKALAR VE İŞÇİ SINIFI

İşçi sınıfının sayısal çoğunluğu her geçen gün dahada artarken sendikalarda örgütlü işçi sayısı sınıfın çok küçük bir kısmını kapsamaktadır.Bugün sendikalar sınıfı temsil gücünden yoksundur. Yaklaşık 25 milyon çalışan olduğu,bunların yaklaşık 700-800 bin kadarının sendikalı olduğu tahmin ediliyor.

Sendikalarda örgütlü bulunan işçiler, sınıfın yüksek ücret alan,güvenceli ayrıcalıklı bir kesimini oluşturmaktadır ancak üretimin parçalanması taşeron sistemi,esnek üretim,geçici işçilik ve kamunun tasfiyesiyle birlikte sendikalar büyük oranda güç kaybetmiş ve  halen kaybetmeye devam etmektedir.
Geçmişte büyük devlet işletmelerindeki işçilerin örgütlü olduğu sendikaların
12 Eylülde kapatılması sonucu kayyuma devredilen mal varlıkları ve işçilerin aidatlarından kesilen paralarının yıllarca faizde bekletilmesi sonucu büyük rakamlara ulaşmış,bu biriken paraların  faiz gelirleri ve  mal varlıklarının tasarrufu yıllardır bir avuç sendika bürokratının elinde bulunmaktadır.

12 Eylülden sonra çıkarılan sendikalar yasasıyla birlikte sendikacı olmak bir ayrıcalık olmuştur.Fabrikadaki üretimden kopan işçi,sendikacı olduktan sonra yüksek maaşlarla,bütün harcamaları sendika kasasından ödenen lüks otellerde yapılan toplantılarla,yeni bir hayat  tarzı edinmiş sınıftan kopmuş,yabancılaşmış ve çıkarını sınıfın yanında  değil sermayenin,devletin yanında görmeye başlamıştır.
Sendikalar işçileri sadece aidat ödeyen hiçbir karara katılmayan,sınıf siyasetinin dışında tutulan,apolitik, sendikanın istediği eylemlere istediği biçimde katılan kendi yaşam koşullarına şükreden  bir yığın haline getirmiştir.

Sendikaların görevi sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde sınıfı sakinleştirme, psikolojik savaş yürüterek ölümü gösterip sıtmaya razı etme türünden sermayenin isteklerine razı etmektir.Toplu sözleşme dönemlerinde sermayeyi memnun edebilecek makul zam oranlarını işçilere kabul ettirme  işlevini yerine getirmektir.Bu hizmetlerinin karşılığınıda fazlasıyla almaktadırlar.Sendika konfederasyonlarının başına geçirilen bürokratlar,görev yaptıkları sürede gayri menkul zengini,görev süreleri doluncada sermaye vekili olarak ödüllendirilerek hizmetlerine burjuva parlamentosunda devam etmektedirler. 

İşçi sınıfını sosyal demokrat sağ politikaların kuyruğuna takarak düzen içi iyileşme masalını koşullara göre yeniden üretmekle görevlidirler.Sınıfın bütünün kucaklayacak bir siyasetten uzak dururlar.

Ekonomizm,sendikalizm,popülizm eksenli sendikal anlayış sınıfın sendikalarda örgütlü bu kesimini çürütmüştür,başta DİSK ve KESK in bugün geldiği durumun anlaşılması için biraz gerilere bakmakta yarar vardır.Mühürlenen sendikalarının kapılarını kırarak içeri giren fiili meşru sendikacılkla kendini var eden KESK yasal statüye kavuşup havuzunda ciddi paralar birikmeye başlayınca Grevli Toplu sözleşmeli sendika talebinden, yüzdelik zamların konu edildiği sadece ücret eksenli siyaset yaparak bir bataklığa saplanmıştır.Sınıf ortalamasının üzerinde ücret gelirine sahip olan sendika üyeleri hızla sendikalardan kopmuş sendikalar ciddi oranda güç kaybetmiştir.Bu günde egemenliği devletin kurduğu dinci gerici sendikalara kaptırmışlardır.Sınıf siyasetinden uzak duran sendikalar egemen sınıfın siyasetine yedeklenmişlerdir.
Bugüne kadar süren bu oyun her iki taraf açısından bu haliyle sürdürelemez duruma gelmiştir.                 Enerji Sen ve Devrimci Sağlık İş in taşeron işçilerini örgütleme çaba ve başarısı DİSK hegomonyasını zorlamış sendikal alandaki teslimiyetçi uzlaşmacı anlayışı sarsmıştır.
Bu militan mücadeleci sendikal anlayış bu günün ve geleceğin örgütlenme biçiminin ipuçlarını ortaya çıkarmış yeni bir süreci başlatmıştır.DİSK egemenleri bu sendikaları bünyesine almak zorunda kalmışlardır.Bugünkü süreçte bu mücadeleci sendikaları yalnız bırakarak aralarına mesafe koymaktan çekinmemektedirler.
 Devrimci sağlık İş ve Enerji Sen in militan mücadeleci tutumu uzlaşmacı anlayışa bir tehtid olarak algılanmakta ve DİSK içinde fazla onay görmemektedir.Tüm tis,ve Limter İş gibi  kendi işkollarında fiili mücadele anlayışını sürdüren sendikalar  Sınıf mücadelesi  açısından dayanışma duygusunu güçlendiren, sadaka sendikacılığının yerini  mücadeleyle kopararak alma anlayışının gelişmesi için, sınıf hareketi içindeki sermaye etkinliğini kırabilecek bir öze ve pratiğe sahiptir.
Sınıf tabanında gelişen mücadeleci tutum ve anlayış ekonomist bürokratik sendikal anlayışa ciddi bir tehtid olduğu gibi sınıf mücadelesinin bu anlayışlar tarafından tıkanan yolunu açmanın olanaklarınıda içinde barındırmaktadır.
Son olarak taşeronda örgütlenenen sendikaların üyeliklerinin çalışma bakanlığı tarafından iptaline karar vermesi sınıf savaşının kızışacağı bu alanı işaret etmektedir.
Türk-İş içindeki  kendini bu çizgiden ayırdığını ifade eden sendikaların Tüm tis hariç samimiyeti kuşkuludur.
Oluşan sözde güçbirliğinin,bir güç göstermemesi bunun bir kanıtıdır.Sokaklarda 
İşyerlerinde direnen işçiler sendikaları ve konfederasyonları tarafından yalnız bırakılmaktadır.

Sınıfın büyük çoğunluğu klasik sendikaların örgütlemekten kaçındığı sendikasız    sigortasız güvencesiz kayıt dışı,düşük ücretle çalışan işçilerden oluşmaktadır.İşçi sınıfının bu dinamik, militan kesimi sınıf mücadelesinin geleceğini belirleyebilme potansiyeli taşıyan örgütsüz ana gövdesini oluşturmaktadır.

İş sınıfı içinde ,üniversite mezunu genç hizmet ve bilgi işçileriyle, işsiz işçiler artmıştır,bu eğitimli iş gücünün sınıf kimliğinin yeniden inşasında ve örgütlenmesinde harekete geçirilebilirse olağanüstü bir enerji ve yeteneğe sahip olduğu dikkate alınmalıdır.                                                                             Geçmiş dönemde küçük burjuva diye tarif ettiğimiz Öğretmen, Doktor, Mimar, Mühendis, Avukat, Muhasebeci gibi eğitimli kesimler eğitimin yaygınlaşması ve bilgiye dayalı alanlarda çalışabilecek eğitimli nüfusun artmasıyla konumlarını kaybederek ücretli iş gücüne dönüşmekte  artı değer üretimi içinde sınıfa dahil olmaktadırlar. Bu eğitimli işgücü sınıfın aydın bir kesimini oluşturmaktadır.Süreçleri hızlı kavrayabilme ve hızla örgütlenme yeteneğine sahip dinamik bir kesimi oluşturmakta ve öfke biriktirmektedir bu öfke doğru kanallara akıtıldığında sınıf mücadelesinin dinamizmini arttıracak ileriye sürükleyecek  bir yapıya sahiptir.Eğitimli işsizlerin sayısı ve çeşidi giderek artacak AYÖP gibi iş bulamayan öğretmenlerin örgütlenmesinin  yanına diğerleri de eklenecektir.
Kürt illerinden Anadolu'nun her bölgesine sefalet koşullarında çoluk çocuk çalışmaya giden tarım işçileri,İş cinayetlerinin ara vermeden yaşandığı Tuzla tersaneleri, Zonguldak ve bölgesindeki Kömür ocakları, Davutpaşa, OSTİM, Antep  Gürpınar,da ,büyük kentlerin her yanında yükselen Rezidans ve AVM inşaatlarında, yaşadığımız kenti kuşatan, Manisa , Çiğli,Kemalpaşa'da, Pancar,Torbalı, Gaziemir serbest bölgesi, Işıkkent Ayakkabıcılar sitesi ve mahalle aralarındaki sayısız Tekstil atölyelerinde, kendi evlerinde,sokaklarda çok ağır koşullarda çalışan milyonlarca işçi örgütsüz ancak öfke ve isyan yüklüdür.Sokak işçilerinin sayısı da azımsanamayacak ölçüde artmıştır.

İşçi sınıfın güvencesiz kesiminin büyük bölümünü savaş nedeniyle büyük kentlere göç eden politikleşmiş kürt işçileri oluşturmaktadır.Kürtler işçileşmiş,işçi sınıfı kürtleşmiştir. Daha çok sendikaların dışında kümelenen bu güvencesiz geleceksiz dinamik kesimler muhteşem bir potansiyel enerjiye sahiptir.Sınıfın  bu dinamik kesimlerinin klasik sendikalarda örgütlenmesi mümkün görünmemektedir.İşçi sınıfı toplumsallaşmış her yana dağılmış ve üretim biçiminin ortaya çıkardığı parçalı yapısıyla bu günkü mevcut sendikaların dışında arayışlara yönelecektir burjuva yasalarını parçalayarak hayatın yasaları içinde örgütlenerek yol açıcı bilinç yenileyici bir işlevi yerine getirerek yasalcılığın bataklığından,fiili  meşru mücadele üzerine inşaa edilmiş bir mücadele yolunu açacaklardır.

Teknoloji kullanımının yaygınlaşması sonucu işgücüne duyulan ihtiyacın azalması. Ucuz bedava  emeğin(kadın ve çocuk emeğinin,ev emeğinin) arzındaki artış,
Tarım ve hayvancılıkta yaşanan tasfiye,
Krizin etkisiyle  reel üretimde yaşanan düşüş 
Kamunun tasfiyesi nedeniyle bazı işletmelerin özel sektöre devredilmesi
Emeğin daha  ucuz olduğu ülkelerde üretilen ürünlerin ithalatındaki artış..                                            gibi nedenlerle işsizlikte büyük bir artış yaşanmaktadır, her yıl mezun olan öğrencilerin   üretime katılması önemlidir.
Buna bağlı olarak ücretler düşürülmüş,sigortasız,güvencesiz çalışma artmış,iş saatleri uzamıştır.Sermayenin iş güvenliğini bir maliyet olarak görmesi nedeniyle işgücü korumasız hale gelmiş; iş kazaları ,çalışırken ölümler, meslek hastalıkları ,geçen yıllara oranla ciddi oranda artmıştır.
Rekabet ve üretim maliyetlerini düşürülmesi gibi nedenlerle fabrikaların zehirli atıklarını arıtma tesisine ihtiyaç duymaksızın havaya akarsulara toprağa bırakması doğanın hızla tahrib olmasına insanların sağlıklı yaşam koşullarını hızla yitirmesine yol açmaktadır.Dilovası kanser bölgesi olmuştur işçi ve emekçilerin çocukları küçük yaşlarda kanserle tanışmak zorunda kalmıştır.İşçi sınıfıiçin yaşanabilir bir çevre temel mücadele alanı olmalıdır.
Neoliberal saldırının ideolojik alandaki yansıması bireyci,bencil, yalnızlaştırılmış,örgütlü davranma yeteneğinden ve dayanışma duygusundan yoksun,egemen ideolojiyle beslenmiş bir yığındır.
Aynı işyerinde çalışanların işçi,memur, kadrolu,sözleşmeli,taşeron şirket elemanı,gibi ayrımlarla farklı ücret ve statülerle birbirinden koparılması birleştirici sınıf kimliği yerine alt kimliklere bölünmesi ulusal,dinsel,mezhepsel,memleket temelli,yeni,eski,işin niteliği gibi sonsuz bölünmeye yol açan bir ideolojik saldırının sınıfın ruhuna nüfuz etmesi ve sınıf kimliğinin parçalanması  en temel sorunumuzdur.
İşsiz işçiler sınıfın hiçbir değer üretmeyen, işgücünü satma olanağı bulamayan çaresiz mutsuz çürümeye en açık kesimini oluşturmaktadır.Kendini değersiz işe yaramaz hisseden içinde öfke biriktiren işçi sınıfının her şeye açık kesimidir.Bu kesim kriz koşullarında uzun ve belirsiz sürelerde işsiz kalma gerçekliğini fark ettiği oranda faşizmin potansiyel gücü olma olasılığı taşıyan, burjuvazinin  gerici,ırkçı ,şoven ,militarist  propogandasının etkisine açık en tehlikeli kesimi olduğu gibi,köklü bir toplumsal dönüşümün motor gücü olabilecek özellikleride bünyesinde barındırmaktadır.
İşsiz işçilere yönelik çalışmaları sınıfın kopmaz bir parçası olduğunu bilince çıkararak  ve onların umudunu diri tutacak taleplerle sınıfa  hem ruhen hemde ortak mücadele ekseninde katılmasını sağlayacak yönde gerçekçi taleplerle beslenmiş güçlü bir propoganda yapılmalıdır.
İşçi sınıfı bölgesel ve küresel siyasete dahil olmalıdır.BOP adıyla başlatılan projenin kapsadığı alan dünyadaki enerjinin 3/4  ünü,toplam üretimin % 60 nı barındırmaktadır. Bu proje emekçiler aleyhine  savaş ve acılarla dolu yeni bir hegomanya inşaasını içermektedir. Bölgede giderek artan silahlanma halklar ve işçi sınıfı açısından müdahale edilemezse Irakta ,Libya,da olduğu gibi bir Balkanlaştırma projesi kapsamında mezhep temelli bölünmelerin yaşanacağı başta Şii sünni ekseninde olmak üzere halkların birbirine düşman edildiği bir sürece yol almaktadır.İşçisınıfının kendi savaşı dışında hiçbir savaş ezilenlerin savaşı değildir. Ezilen halkların, işçi sınıfının  kurtuluşu ve özgürleşmesi bölgedeki bütün emekçilerin ortak bir hatta buluşmasına emperyalist güçlere karşı tavır almasına ve örgütlü duruşuna bağlıdır. Eğer bunu başaramazsak bu haksız savaşların bedelini bölgedeki tüm yoksullar ve emekçiler ödeyecektir.
Dünya çapında krizin ve sıkışmanın derinleştiği çözümün şidette dayalı olarak kurgulandığı ve hayata taşındığı bu tarihsel dönemde İşçi sınıfının tüm dünyada yükselen mücadelesini doğru okumak zorundayız.
Krizin ortaya çıktığı 2008 yılından bu yana dünya işçi sınıfı saldırılara karşı muazzam yanıtlar geliştirdi. Bizde gelecek kurgumuzu dünya işçi sınıfının bir parçası olarak görmeli ve buna uygun davranma yeteneğimizi geliştirmeliyiz.İşçi sınıfı  ve ezilen halklar iktidara taliptir ve bu bakışla kendini örgütlemelidir.Sermayenin “Arap baharı” diye adlandırdığı Arap halklarının baskı sömürü ve zulme karşı başkaldırısı kendini örgütlü düzeyde ifade edemediği için bu süreçte ortadoğuda yıpranan diktatörler yerini sadece yüzleri yenilenen iktidarlara bıraktı.Sokakları dolduran hoşnutsuz kitleler yeni diktatörlerinide rahat bırakmıyorlar ancak bu kitlelerin  iktidar alternatifi olamadığı noktada iktidar boşluk tanımıyor ve boşluk sermaye tarafından yenileriyle dolduruluyor.
Mısır ve Tunus diktatörlükleri çöktü ancak restorasyon sürüyor,kitleler kendi taleplerini karşılayacak bir iktidarın uzağında egemenlerin yeni atadığı diktatörlerle vitirinini yenileyerek  bölgede yeni düzeni inşaa etmek istiyor.Bütün coğrafyalarda ezilenler sokakları alanları boş bırakmıyor.Grevler,direnişler,ayaklanmalar,işgaller sürecin her iki taraf içinde zorlu geçeceğini haber veriyor.
Dünya tarihinin sınıfların yeni ve şiddetli çarpışmalarına sahne oluyor. İşçi sınıfı kendisine zindan edilen bu hayatı yaşamak istemiyor .Yıllarca yaprak kıpırdamayan emperyalist kapitalist merkezlerde işçi sınıfı milyonlarla sokağa çıkıyor sermayenin saldırılarına yanıt veriyor.Uluslararası sermaye bu mücadeleyi manipüle etmek çeşitli örgütlenmelerle düzen içine çekmek için çaba harcıyor,ancak işçi sınıfının geri kaçış alanı yok geçmiş dönemlere oranla, eğitim,sağlık, sosyal güvenlik  ve ücretler konusunda çok ciddi boyutlarda hak gaspları yaşandı,kriz nedeniyle işten atmalar işsizliği dayanılmaz hale getirdi bu yüzden avrupa işçi sınıfı krizin ağır yükünü daha fazla üstlenmek istemiyor.
Avrupanın bütün ülkelerinde bu güne kadar görülmemiş kitlesellikte ve çeşitte eylemlilikler yaşanıyor.
Yunanistan’da 18 i Genel Grev olmak üzere 50 den fazla Grev yapıldı.
Fransa’da 2009-2010 da 8 genel grev yaşandı milyonlarca işçi harekete geçti.
İspanyada oranı % 50 yi bulan genç işsizlerin yarattığı  öfkeliler hareketi kitlesel barışçıl gösterilerle kent merkezlerini binlerce çadırla işgal etti. Grevdeki maden işçileri İspanyanın  her yanıdan Madrid kapılarına dayandılar, kente girmelerine izin vermeyen polisle kendi el yapımı roketleriyle çatıştılar.
23 Avrupa ülkesinde eş zamanlı grevler eylemler örgütlendi.
İsrailde tarinin en büyük grevi yaşandı 500 bin işçi greve çıktı.
Afrika’da  Platin madenlerinde çalışan işçilerin 6 hafta süren grevine saldıran ANC hükümeti   34 işçiyi  dünyanın gözü önünde kurşuna dizdi,işçilerin mücadelesi sürüyor.
Hindistanda aşırı zamlar ve Walmart,Carrefour,Tesco nun Hindistanda yatırım yapacağını duyurmasıyla 50 milyon kişi greve çıktı.
Dünyanın her yerinde krizin bedelini ödemek istemeyen işçi sınıfını ve yoksullar ayağa kalkıyor,Dünyanın her yanında isyan gelişiyor büyüyor.Alternatif olmak eskiyi talep etmek değildir,bu günden yeni bir geleceği kurma hazırlığı yapmayanlar kaybetmeye adaydır.
Uluslararası sermaye şiddetini giderek arttırıyor,silahlanmayı dünyanın her yerine hızla yayıyor çatışmaları körüklüyor.Bölgemize yerleştirilen petriotları,füze kalkanlarını,Nato üslerini  olası savaşların hazırlığı olarak görmek yanlış olmayacaktır.Ortadoğuda  mikro devletler kurmanın alt yapısı hazırlanıyor Irakta gerçekleşen ırk ve mezhep temelli bölünmelere ve çatışmalara önce Lübnan,Suriye daha sonra İran ve Türkiye eklenmek istenmektedir.Kürtlerin bölgede giderek güçlenen birleşik devrimci gücü bütün planları bozabilecek Ortadoğuda ezilenlenler lehine yeni  gelişmeleri olgunlaştıracak ateşleyecek  bir özellik taşımaktadır.
 İşçi sınıfının enternasyonalist bir bakışla mücadelenin geleceği açısından en yakınındaki güçlerle bağ kurması gücünü büyütmesi,mücadeleyi yükseltmesi gerekiyor.Yeni bir bakış yeni bir mücadele ortadoğu ve Avruğa işçi sınıfıyla ortak geliştirilecek mücadele olmazsa olmazımızdır.Sistemin krizi dünya çapındadır işçisınıfının mücadeleside bizi enternasyonalist bir hatta mücadeleye çağırıyor.
Hayalleri büyük olanlar; bunun imkanlarını yaratacak, tüm insanlığın kurtuluşu için,
Eşit özgür bir Dünyayı, kazanma yolunda bütün çabaları ortaklaştırarak yürüyecek ve geleceği kazanacaktır.

YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ !

İŞSİZLİĞE KARŞI DÜNYADAKİ BÜTÜN İŞLER
ÇALIŞABİLİR NÜFUSA PAY EDİLSİN !

İNSANLIK İÇİN GEREKSİZ ÜRETİMLER YASAKLANSIN,
ÇEVREYE ZARAR VEREN KİRLETEN BÜTÜN İŞLETMELERİN ÜRETİMİ DURDURULSUN 
BÜTÜN BANKALAR KAPATILSIN !
ASGARİ ÜCRETİ PATRONLAR DEĞİL ONUNLA YAŞAYAN İŞÇİLER BELİRLESİN.
İŞ CİNAYETLERİ GREV SEBEBİ SAYILSIN !





21 Haziran 2013 Cuma

15-16 HAZİRANIN YIL DÖNÜMÜNDE DERİ VE KUNDURA İŞÇİLERİ SİGORTASIZ ÇALIŞMAYA KARŞI YÜRÜDÜ...


İşçi sınıfının aşılamayan eylemi 15-16  Haziran 1971 başkaldırısının 43. yıl dönümünde 
Deri ve Kundura işçileri alanlardaydı.

Deri ve Kundura İşçileri kötü çalışma koşullarını protesto etmek ve sigorta hakkı için Cumhuriyet meydanından Gezi başkaldırısının İzmir'deki merkezi Gündoğdu'ya yürüdü .
SİGORTASIZ ÇALIŞMAK İSTEMİYORUZ !
KUNDURA İŞÇİSİ KÖLE DEĞİLDİR
İŞÇİYİZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ !
HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ !
TAKSİMDE DÜŞENE 
DÖVÜŞENE BİN SELAM ..
Sloganlarıyla Cumhuriyet meydanından Gündoğdu Çadırlarının olduğu alan kadar  yapılan yürüyüş çevredekilerin alkışlarıyla desteklendi.Gezi sürecinde ölen devrimci işçiler için saygı duruşu yapıldı.
Yapılan basın açıklamasının ardından 15-16 Haziran ve Gezi başkaldırısı ve işçilerin yaşadığı sorunlar üzerine söyleşi yapıldı.Sınıfın birleşik mücadelesiyle zorlukların aşılacağı ve kazanımlar elde edileceği konusunda örnekler verildi.




19 Haziran 2013 Çarşamba

DERİ İŞÇİLERİ GEZİ DİRENİŞİ İÇİN İŞ BIRAKTI.


  • Gezi Parkı'nda başlayan ve 20 gündür Türkiye'nin her yerine yayılan eylemlere Tuzla Organize Sanayi'de çalışan deri işçilerinden destek geldi. 2 saat iş bırakan deri işçileri hükümetin baskıcı politikalarını protesto etti.
    Sabah erken saatlerde Yıldız Deri önünde toplanan işçiler buradan 182 gündür direnişte olan ISMACO işçilerinin direniş çadırına yürüdü. Gümrük kapısını trafiğe kapatan işçiler "Her yer Taksim her yer direniş", "Genel grev genel direniş", "Yaşasın halkların kardeşliği", "ISMACO'ya sendika girecek" sloganları attı.
    Burada bir konuşma yapan Deri-İş Genel Başkanı Musa Servi "Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bu eylemler 3-5 ağaç meselesi değil, hükümetin 10 yıldır halkın özgürlük, demokrasi, barış, insanca yaşam, sendikal haklar gibi taleplerini baskılamasına karşı bir isyandır" dedi.
    Deri-İş'in sadece sözleşme ya da ücret meseleleriyle değil demokrasi sorununa da duyarlı olduğunu kaydeden Servi, emekçilerin özgür, demokratik bir yaşam sürmeleri için mücadeleye devam edeceklerini ifade etti.
    "Polis gazı, copuyla bu ülke yönetilmez. Başbakan insanların yaşamlarına saygı göstermeli ve üslubunu düzeltmelidir" diyen Servi eylemlerde ana akım medyanın tutumunu da eleştirdi ve emekten yana gazete ve televizyonlara yapılan baskıları kınadı.
    Deri-İş Tuzla Şube Başkanı Binali Tay da, ISMACO'da 9 işçinin sendikaya üye olduğu için işten atıldığını hatırlattı ve direniş çadırını ziyaret eden Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın sorunun çözümüne dair verdiği sözü tutmadığını  dile getirdi.(İstanbul/EVRENSEL)

18 Haziran 2013 Salı

KÜRESEL FABRİKA, KÜRESEL İŞÇİ CEHENNEMİ !..

Küresel fabrika, küresel işçi cehennemi... 

Volkan Yaraşır

04.06.2013
Çin çalışma rejimi küreselleşiyor!

Dakka’da yaşanan Rana Plaza “olayı” finans kapitalin sınıfa yönelik tahammüden gerçekleştirdiği bir katliam pratiğidir.
Finans kapitalin büyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirdiği katliamlar, dünyanın yeni atölyelerinde bundan sonra daha sık rastlayacağımız görüntüler olacaktır.
Rana Plaza’yla Esenyurt, Davutpaşa ve Mustafakemalpaşa “olayları” arasında diyalektik bir bağ bulunuyor. Finans kapitalin rasyonlarına uygun biçimlenen ve giderek küresel mahiyet taşıyan sınıftan öç alma ve onu tahammüden öldürme operasyonları bugün sömürünün ulaştığı vahim boyutu gösteriyor.
Finans kapital, yarattığı mikro ve makro cehennemlerle varlığını sürdürüyor. Buradaki cehennem tanımı mecazi bir tanım değil, hatta çıplak bir dünyevi gerçekliği ifade ediyor.
Dünyanın, yeni sermaye birikim rejimine bağlı olarak, küresel fabrikaya dönüşmesi Bangladeş gibi birçok ülkeyi bu fabrikanın atölyesi haline getirdi. Küresel atölyelerde kurulan/inşa edilen çalışma rejimleri olağanüstü bir sömürüye, mutlak itaate ve sınıfın köleleştirilmesine dayanıyor.
Dünya çapında işçi sınıfı açısından, yeni ölüm kampları olan bu atölyelerde siklon-B gazı kullanılmıyor ama ölümüne bir çalışma, yok edici çalışma şartları ve alçakça uygulanan çalışma düzeninin siklon-B gazından farkı yok. Yeni krematoryumlar Rana Plaza, Esenyurt ve Davutpaşa olarak modern biçimini alıyor.

Kapitalizmin yeniden yapılanma süreci

Emperyalist-kapitalist sistem, 1970’lerin başında kendi doğasından kaynaklanan, kâr oranlarında düşüş eğilimine bağlı olarak yapısal bir kriz içine girdi.
Bu süreç kapitalizmin yeniden yapılanması olarak biçimlendi. Kapitalizmin her yeniden yapılanma süreci, yeni sermaye birikimi rejimi olarak kendini dışa vurur. Burada es geçmeden belirtmek gerekirse, birikim süreçleri/rejimleri salt iktisadi bir süreç değil, son derece kompleks karakterli ve çok boyutlu bir mahiyete sahiptir. Sermaye birikimi rejimleri, ekonomik boyutu yanında, politik, jeopolitik ve ideolojik içeriklere sahiptir. Bu boyutlar anlaşıldığı ve kavrandığında birikim rejimlerinin mahiyeti ve içeriği kavranabilir.
Emperyalist-kapitalist sistem yeniden yapılanma sürecinde ikili bir amaçla hareket etti. Bir taraftan krizin temel nedeni olan kâr oranlarındaki (1960’ların ortalarında OECD ülkelerinde başlayan) düşüş eğilimine karşı, maksimum kârı hedefleyen stratejik düzenlemelere girişti. Diğer taraftan sınıfın (emeğin) her düzeyde örgütlülüğünü parçalayan karşı devrimci programları devreye soktu.
Bu yönde sistematik bir karşı devrim programı olan neoliberal politikalar küresel düzeyde hayata geçirildi.
Metropollerde sosyal devletin sosyal yönü metalaştırıldı ve özelleştirildi. Devlet “gece bekçisine”, “şirket” devlete dönüştü. Periferide, zor-diyalektiği devreye sokuldu. Açık zor, ekonomik zor ve ideolojik zorla birlikte uygulandı. Bu yönde faşist diktatörlükler kuruldu. 1971 Bolivya, 1972 Uruguay-Honduras, 1973 Şili, 1975 Peru, 1976 Arjantin, 1980 Pakistan, Güney Kore, Türkiye’de karşı devrimler gerçekleşti. Darbeler sonrasında neoliberal karşı devrimci politikalar radikal bir şekilde hayata geçirildi.
Toplumun yeniden dizaynını amaçlayan bu adımlarla, emeğe küresel düzeyde stratejik bir saldırı gerçekleştirildi. İngiltere’de 1984-1985 madenci grevi yenilgisi, aynı tarihlerde ABD’de hava kontrolörlerinin grevinin kırılması, Almanya’da Helmut Kohl iktidarı, emeğe stratejik saldırıların simgeleri oldu. Kohl, Thatcher ve Reagan küresel finans kapitalin en militan, en agresif siyasal aktörleri olarak öne çıktı.
Emeğin küresel düzeyde denetim ve kontrol altına alınmasıyla ve muazzam düzeyde tekno-ideolojik bombardımanlarla neoliberal politikalar, radikal bir şekilde devreye sokuldu. Bu çok boyutlu saldırının somut yansıması; sınıfın atomizasyonu, parçalanması ve örgütsel gücünün dağıtılması oldu. İşte bu noktada maksimum kâr stratejisine uygun taktikler gündeme getirildi.

Post-fordist düzenlemeler

Küresel düzeyde kârın maksimizasyonu yönünde bir dizi etkin düzenlemeler yapıldı. En başta bilginin metalaşması, tekelleşmesi yönünde ciddi adımlar atıldı. Bilgi tekelleşti ve saklandığı ve gizlendiği oranda değer kazandı. Öte yandan “çöp bilgi” bir manipülasyon ve endoktrinasyon aracı olarak yaygınlaştırıldı. Çöp bilgi sistemin gizlenmesini ve saklanmasını kolaylaştıran “virüs” etkisi yarattı. Bu operasyonlar “bilgi çağı” diye kitlelere “yutturuldu”. Öte yandan bilgi en önemli üretim faktörlerinden biri oldu. Denetlenmesi ve kontrol edilmesi stratejik önem taşıdı. Bilgi “modern zamanların” yeni ve yıkıcı bir gücü haline dönüştü. Bilginin biriktirilmesi, işlenmesi ve yaygınlaştırılması maddi bir güce dönüştü.
Üretim sürecinde yeni teknolojiler kullanılmaya başlandı. Biyogenetik, nano-teknoloji, bilişim teknolojisi üretime sokuldu. Otomasyon yaygınlaştırıldı.
Radikal özelleştirmeler gerçekleştirildi. Devlet refah toplumu dönemindeki ekonomik aktör rolünden çıkarıldı. “Gece bekçisine” dönüştürüldü. Eğitim, sağlık, ulaşım ve diğer altyapı sektörleri doğrudan kârlılık esasına göre yeniden düzenlendi.
Stoksuz üretime geçildi. Kitlesel üretim, kitlesel tüketime uygun bir düzenleme olan depo uygulaması ya da mal yığılması/değersizleşmesini engellemek için sipariş üzerine üretim gibi, farklı stoksuz üretim teknikleri uygulanmaya başlandı.
Esnek üretim modelleri yaygınlaştırıldı. Üretim parçalandı. Yeni mekan düzenlemeleri yapıldı. Taşeronlaştırma ve fason üretime geçildi. Taşeronlaştırma temel üretim biçimine dönüşmeye başladı.

Dünyanın fabrikalaşması

Bu adımlar ve düzenlemeler, üretim sürecinde bir dizi değişimi beraberinde getirdi. Bu değişimleri kısaca şöyle özetleyebiliriz: Esnek uzmanlaşmaya dayalı, merkezsiz, küçük üretim yaygınlaştı. Rana Plaza katliamında görüldüğü gibi fason üretim merkezi olan mikro fabrikalarda küresel markalara üretim yapılmaya başlandı. Mikro cehennem işlevi gören bu atölyelerde vahşi bir sömürü sistemi kuruldu. Kadın iç çamaşırında küresel bir marka olan Victoria’s Secret ürünlerinin Ümraniye’de Eko Tekstil’de fason üretilmesi gibi, Rana Plaza’da Zara, H&M, Mango gibi bir dizi uluslararası marka üretiliyordu.
Değişken ve akışkan tüketici talebine dayalı çok hassas ve esnek bir sistem devreye sokuldu. Kitlesel ve standart üretimden özel üretime geçecek düzenlemeler yapıldı.
Tek ürünün baştan sonra üretildiği mega fabrikalar kapanmaya başladı. Kalanları, ağırlıkla periferiye taşındı. Merkez (ana) fabrikaların ihtiyaçlarının karşılandığı, yaygın yan sanayi ya da organize sanayi bölgeleri inşa edildi.
İmalat sektörünün yanında bilgisayar, enformasyon ve iletişim gibi yeni hizmet ve teknoloji alanları açıldı. Özellikle metropoller bu yönde odak oldu ve öne çıktı. Kısaca dünya fabrikalaştı. Bangladeş, Çin, Vietnam, Mısır gibi ülkeler küresel fabrikanın atölyeleri haline geldi.

Çin çalışma rejimi: Mutlak itaat,
kölece çalışma, maksimum sömürü

Finans-kapitalin bu küresel dizayn politikaları ve adımları yeni sermaye birikimi rejiminin sonuçlarıydı ve yeni çalışma rejiminin inşasını beraberinde getirdi.
Özellikle 1980’li yıllarda yeni çalışma rejiminin altyapısı kuruldu. 1990’larda çalışma rejimi küresel boyutta yaygın bir şekilde uygulanmaya başlandı. 1990’ların ikinci yarısından günümüze kadar küresel atölyeler tam anlamıyla işçi cehennemine dönüştü. Bu süreci neoliberal karşı devrim sürecinin evreleri olarak da okuyabiliriz.
Çin/Vietnam çalışma rejimi diye de tanımlayabileceğimiz yeni çalışma rejimi, küresel finans kapitalin agresyonunu ve acımasızlığını gösteren modern kölelik sistemi olarak işlev görmeye başladı.
Çin/Vietnam çalışma rejiminin en başat özelliği; mutlak itaat, kölece çalışma, yoğun ve vahşi sömürüdür.
Sistem muazzam bir tahakküm ve boyun eğdirme üzerine kurulu bir yapıya sahiptir. Bu çalışma kamplarında işçinin ruhu bir nevi paramparça olmakta ve öğütülmektedir. İradenin kırılması, itaatin içselleştirilmesi esastır. Etienne De la Boetie’nin Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’inde vurguladığı gibi, sistem “köleliğe alışmanın insanın köle olduğunu unutmasına” yol açmaktadır.
Küresel finans-kapitalin maksimum kâr arayışının tarihsel olarak en barbar biçimlerinden biri olarak Çin/Bangladeş çalışma rejimi mutlak artı-değer ve nispi artı-değer sömürüsünün en konsantre ve en yoğun hayata geçirildiği bir işleyişe sahiptir.
Rejim kısaca kan, gözyaşı, alınteri ve ölüm çarklarıyla dönmekte ve realize olmaktadır. Sermaye ontolojisine uygun bir biçimde insanı, emek gücüne dönüştürerek, kendi ontolojisini hep yeniden kurar. Sürekli kâr güdüsü onun varoluşudur. Kısaca kapitalizm yoğun ve geniş ucuz emek gücü yaratarak “yaşar”. Bu manada emek gücünün cinsiyeti, yaşı, uyruğu bulunmaz. Kâr için insanı, emek gücüne dönüştürür. Sermaye için insan “hiçtir”, bir değeri yoktur. O, emek gücü olduğu ve kâr yarattığı oranda önemlidir. Dünyanın atölyeleri aynı zamanda ucuz emek gücü vahalarıdır. Ve bu sürecin hızlı ve en acımasız yaşandığı coğrafyalardır. Finans-kapitalin “modern barbarlık” mekanlarıdır.

Tahammüden öldürmeden önce...

Rana Plaza olayı, tahammüden öldürmeden önce sınıfın enkazlaştırılmasına somut bir örnektir. Plazanın çökmesi, kokuşmuş bir neo-liberal sistemin sonuçlarından biri olarak görülebilir.
Siyasal patronaj ilişkileriyle zaten sorunlu olarak inşa edilen yapıya, statiğini bozacak üç kat daha ilave edilerek, bir atölye plaza haline getirilip, binlerce işçinin çalıştığı bir cehenneme dönüştürülmüştür. Bu “mekan” yine bina statiği gözardı edilerek mega klimalar monte edilip, 24 saat işçinin alınterinin emilmesi için düzenlenmiştir. Bu mega klimaların yarattığı rezonans, zaten sorunlu olan yapının çökmesini beraberinde getirdi.
Atölye plazanın 24 saat işlev görmesi, kapitalizmin ruhunu ifade eder. Neo-liberal fabrika, mekan düzenlemesi de bu ruhun en ekstrem örneğini oluşturur.
Sermaye cansız emeğin, yani makinaların boş kalmasına tahammül edemez, kârın azalmasına neden olacak bu durum, sermayeyi agresifleştirir. Bundan dolayı kurgusunu makinanın 24 saat çalışması üzerinden yapar. Rana Plaza gibi binaların yapılması, bu alanaların 24 saat faal çalışmaya göre düzenlenmesi işçiler düşünüldüğünden dolayı değil, sermayenin 24 saat intikasız kâr elde etme hırsından dolayıdır.* Bu faktör işçi cehennemlerinin mekansal düzenlemesini beraberinde getirir.
Bu cehennemlerin başat özelliklerinden biri de ucuz emek alanları olmasıdır. Bangladeş’te asgari ücret 38 Dolar’dır. Rana Plaza’da çalışan işçilerin aylık ortalama ücreti 70 Dolar civarındadır. Bangladeş’teki bir konfeksiyon işçisinin ortalama aylık ücreti 70 ila 100 Dolar arasında değişmektedir.
Bangladeş Çin’den sonra tekstilde Uzak Doğu’nın en önemli üretim üssüdür. Ülkedeki 4 bin fabrikada 3.5 milyon işçi istihdam oluyor. Bangladeş’in ihracatının %80’ine yakın kısmı hazır giyim sektöründen elde ediliyor. Yani bir anlamda Bangladeş’te Rana Plaza gibi binlerce “mekan” bulunuyor.
Bangladeş, Endonezya, Hindistan, Mısır, Pakistan, Türkiye ve benzeri birçok küresel atölyede üretilen ürünler kapitalist pazara sunuluyor ve tüketim terörüne hizmet ediyor. Marka şehvetiyle körüklenen bu tüketim terörü bir yandan sermayenin aşırı kâr hırsına hizmet ediyor, öte yandan sistemin rasyonalizasyonunun parçası oluyor. Bu korkunç döngü herkesi suç ortağı haline getiriyor. Bangladeş gibi işçi cehennemleri, metropollerde modern tüketim mabetlerine, mega AVM’lere hizmet ediyor. Cehennemler, tüketim mabetlerinin rezervuarları işlevini görüyor.
Küresel atölyelerde, işçi sınıfının en ufak örgütlenme çabası ise büyük bir şiddetle karşılık buluyor. Bangladeş’te gizli servis ve polis teşkilatı sınıfın örgütlenmesini engellemek için devreye girerek, işçi ve sendika önderlerinin kaçırılması, kaybedilmesi ve öldürülmesi gibi olaylara karışıyor. Hatta bu olaylar vaka-ı adiyeden sayılıyor.
Çünkü her şeyden önce cehennemin çalışması/işlemesi için işçi sınıfının her düzeydeki örgütlülüğünün parçalanması, bilinç ve kimliğinin deforme olması, hatta işçilerin “terbiye edilmesi” ve “uysallaştırılması” gerekiyor.
T.C.’de de benzer bir sürecin yaşandığı düşünülürse, sınıfa yönelik bu karşı devrimci taktikleri analiz etmek yararlı olacaktır. T.C.’nin, küresel rekabette Uzak Doğu’yla yarışabilmesi için Çin çalışma rejimini inşa etmesi, yani AB’nin Çin’i olması gerekiyor. Öte yandan finans-kapital Kürt sorununda içine girilen yeni momenti kendi ekseninde değerlendirerek Kürdistan’ı T.C.’nin Çin’ine dönüştürmeyi arzuluyor.
T.C.’nin de dahil olduğu küresel Çin çalışma rejimi sınıfı enkazlaştırdığı oranda varolabiliyor. Bu noktada bu çalışma rejiminin sınıfta yarattığı tahribatın üzerinde durmakta yarar var. Bu tahribat görüldüğünde ne yapmalı? sorusuna yanıtlar verilebilir. Fakat özellikle şunun altını çizmek önemli olacak. Çin çalışma rejiminin, daha geniş kapsamda post-fordist düzenlemelerin, esnek üretim modellerinin gerçekleşmesi için sınıfın organik birliğinin parçalanması ve kronik bir örgütsüzlük içine sokulması gerekiyor. Bu süreç sınıfın cehennemi bir ortama girmesine yol açıyor.
Bu son derece kompleks, yıkıcı ve vahşi sistemin en zayıf noktasını ise işçi sınıfının örgütlülüğü oluşturuyor. Sınıfın organik birliğinin sağlanması, nesnel ve öznel şekillenmesi, eylem senkronları sistemi bütünüyle çökertecek bir içerik taşıyor.

Çin çalışma rejiminde sınıfın atomizasyonu

Sınıfa yönelik karşı devrimci saldırıları ve soğukkanlı operasyonları en genelde şöyle tanımlayabiliriz: Sınıfın enkazlaştırılması; işçi sınıfının ruhsal, duygusal, zihinsel olarak enkazlaştırılıp, tahakküm ve iktidar ilişkilerinin kurulduğu süreci kapsar. Bu yönde sınıfın bir enkaza ve yığına dönüştürülmesi hedeflenir.
Sınıfın değersizleştirilmesi; sınıfın sistematik olarak (yaşamın her alanına sızan bir şekilde ve özellikle çalışma yaşamında) değersizleştirilme operasyonlarına maruz kalmasını kapsar. Sınıfın hiçleştirilmesi, köleleştirilmesi; değersizleştirmenin bir boyutu olan hiçleştirme, “böcekleştirme” sınıfın devrimci kimyasını bozmayı amaçlar. Sınıfı kötürümleştirici bir içeriğe sahiptir.
Sınıfın konsantre yabancılaşması ve nesneleştirilmesi; sınıfın kendine, kendi gücüne giderek varoluşuna yabancılaşmasını içerir. Sınıfı köleleştirmenin ve enkazlaştırmanın temelini oluşturur. Kapitalist sistem kendini, her şeyi nesneleştirmesi üzerinden kurar. Sınıfın nesneleştirilmesi, sınıfın felç olma sürecidir. Sınıfın emek gücü haline getirilmesiyle başlayan bu süreç, yıkıcı bir karaktere sahiptir.
Sınıfın atomize edilmesi; sınıfın organik birliğinin sistematik parçalanmasıdır. Sınıfın atomizasyonu özgücünü kaybetmesine ve muktedir olma duygusunu yitirmesine yol açar. Atomizasyon süreci aynı zamanda sınıfın amorfe oluş süreci olarak işler.
Açık ya da rafine zorla birlikte uygulanan bu karşı devrimci taktikler iç içe geçmiş bir içeriktedir. İşçi sınıfının finans-kapitalin sürekli karşı devrimci taktik ve operasyonları karşısında bir enkaz yığınına dönüştürülmesi hedeflenir.
Sınıfın bu süreçteki psikolojik profili şöyle tanımlanabilir: Çıplak ve yıkıcı bir yalnızlık. Çin/Bangladeş çalışma rejimi sınıfı sistematik olarak parçalayıp, atomize etmesi yanında zamanla duygu körelmesine yol açar. Yaşanan her şey normalleştirilir. Bu duyguyu kuşatılmışlık duygusu izler. Arkasından boşvermişlik ve umursamazlık gelir ve yıkıcı süreç tamamlanır. Bu da kabuğuna çekilme, ruhsal yıkım ve kadavra olma halidir.
Finans-kapital sınıfa uyguladığı bu çok yönlü enkazlaştırma operasyonunu burada bırakmaz, bu aşamadan sonra enkazın “şekillendirilmesi” başlar.
Artık işçi sınıfı, işçi cehennemlerinde uysal, terbiye edilmiş bir şekilde çalıştırılacak kıvama gelmiştir. Çin/Bangladeş çalışma rejimi sınıfı bir enkazlaştırma sistemi olduğu kadar, enkazın şekillendirilmesi, maksimum kâra uygun yeniden düzenlenmesini sağlayan modern bir Auschwitz’lerdir.
Bu cehennemi yapı bir irade yıkımı olarak işler. Doğal sonucu olarak zihin bütünüyle kuşatılır, felç edilir. Sınıf böylece her şeye rıza gösterir, özgürlükten kaçar, nefret eder, biat eder, rıza göstermeyi kanıksar, tahakküme uyum gösterir, otoriteye tabi olur, tahakkümü içselleştirerek kendini tanımlar, varlığını bütünleştirir, öfkelenmez, duygu körlüğü yaşar, ardından öz yıkım gelir.
Çin/Bangladeş çalışma rejimi gücünü ve varlığını sınıfı bloke ederek, onu atomize ve amorfe etmesinden alır. Ama en ufak bir karşı duruş, itiraz, ret, sistemi işlemez hale getirir ve sistemde yıkıcı sonuçlar yaratır.
Her şeyden önce Çin çalışma rejiminin realize olduğu her havza, her fabrika, her atölye her şeye rağmen  sınıfın öfke ve kinine yataklık yapar. Bu alanlarda sınıfsal öfke ve kin yavaş, sessiz ve derinden birikir.
Esas olarak bu öfke ve kini görmek ve bu birikimin parçası olmak gerekir. Bu öfke ve kin ağırlıkta spontane patlamalar şeklinde kendini dışavurur. Sorun bu spontanel patlamayı hissetmek ve onun parçası olmak ve ona yön vermektir. Bu da öfke ve kinin biriktiği yerde olmaktan geçer.
Bu noktada her eylem ve direniş muazzam bir işlev görür. Her örgütlenme çabası ve pratiği birikimin parçasıdır.
Sınıf ancak eylemin içinde enkazlaştırma operasyonlarını boşa çıkararak, ontolojisini yeniden kurar. Sınıf mücadelesinin muhteşemliği ve sınıfın otonomisi, en yıkıcı süreçlerde bile zengin bir şekilde ortaya çıkar, olağanüstü sarsıcı sonuçlar yaratır. İşçi sınıfı kendi eylemi içinde kolektif aksiyonunu örgütler. Devrimciler ve komünistler buradan beslenir ve kolektif aksiyonun parçası olup, bu kolektif aksiyona yön verirler. Kısaca Çin çalışma rejimi ve işçi cehennemleri bir başka boyutta olağanüstü sınıfsal öfke ve kinin açığa çıktığı, sınıfın yıkıcı gücünün bir potada biriktiği alanlardır. Bu alanlardaki öfke patlamaları da yıkıcı ve sarsıcı olacaktır.

* Marx Kapital’de bu durumun altını özellikle çizer. “Değişmeyen sermaye, üretim araçları, artı-değer üretilmesi açısından düşünüldüğünde, yalnızca, emeği ve emeğin her damlasıyla birlikte, onunla orantılı miktarda artı-emeği emmek için vardır. Bunu yapamadığı sürece, onların varlığı kapitalistin nispi bir kaybına neden olur, çünkü böyle atıl yattıkları sürece, yararsız bir sermaye yatırımını temsil ederler. Bu sermayenin kullanılmasının sekteye uğraması, işin yeniden başlaması için ek bir harcamayı zorunlu kılar kılmaz, bu kayıp somut ve mutlak hale gelir. Emek-gücünün, doğal günün sınırları ötesinde, geceye geçecek şekilde uzatılması, yalnızca geçici bir etki yapar. Böylece ancak vampirin, emeğin canlı kanına olan susuzluğu azıcık giderilmiş olur. İşte bunun için günün 24 saati boyunca emeğe el koyulması kapitalist üretimin kaçınılmaz eğilimidir. Ne var ki, aynı bireysel emek-gücünü, hem gece, hem de gündüz devamlı olarak sömürmek maddi olarak olanaksız olduğuna göre, bu maddi engelin üstesinden gelmek için, gündüz emek-gücü tükenen işçilerle, gece tükenenler arasında bir nöbetleşme gereklidir. Bu nöbetleşme çeşitli şekillerde olabilir; örneğin işçilerin bir kısmı bir hafta gündüz, ertesi hafta gece içinde çalıştırılırlar.” (Karl Marx, Kapital s. 271, c. 1, Sol Yayınları, 1986)



6 Haziran 2013 Perşembe

5 HAZİRAN “KISMİ GREVİ”

5 HAZİRAN “KISMİ GREVİ”
VE SENDİKALARIN CHP YANLISI ŞOVEN TUTUMU..
Dün alınan karar gereği sendikalar genel grev ilan etmişler? Sendika bürokratlarının sergilediği  "tiyatro" her defasında işçi sınıfının nasıl bir kuşatma altında olduğunu gösteriyor.Katılımın sınıfın niceliği göz önüne alındığında  ne kadar düşük olduğunu belirtmekte yarar var.Çok uzun zamandır Genel grev kavramının bilinçli olarak içinin  boşaltıldığı, Sendikaların kitlesini bilinçli bir şekilde sınıfın siyasallaşmasını önlemek ve koltuklarını korumak için çok sistemli olarak Kemalizm (CHP) çizgisine hapsettiğini biliyoruz.Her eylemde ve özellikle 1 Mayıslarda devrimci sosyalist siyasal gruplardan uzak tuttuğu ,bu gruplar alana girmeden sendikalı işçilerin hızla  boşaltıldığı , Sendika bürokrasini ve statükoyu koruduklarını görüyoruz.Bu güne gelirsek sadece Genel iş ve KESK in kortejinde dağıtılmış bolca Türk bayrağı vardı,(zaten başka Sendikanın da katılımı göze çarpmıyordu) ve Sendikacıların DİSK Genel iş korteji başta olmak üzere "Mustafa kemalin askerleriyiz" sloganı attırması ciddi olarak değerlendirilmesi gereken bir konudur.Bu gün şovenizm sınıf içinde oldukça baskın olarak göze çarpıyordu. Bu da Sendikacıların koltuğunu korumak ve CHP çizgisine yakın durarak geleceklerini güven altına almak niyetiyle daha cüretkar davrandıklarını gösteriyor. Alanda her seferinde tepkiye rağmen belediye başkanlarının reklamının yapılmaya çalışılması, tercihlerini sınıf mücadelesinden değil kişisel çıkarlarından yana kullandıklarını göstermektedir.Bir kaç gündür alanda azda olsa sol grupların basıncıyla bu şoven tutum büyük ölçüde geriletilmiştir.Bu gün alandaki katılımın zayıflığı ve ölgün havası , emek gündeminin dışında içeriksiz söylemleri ,durumu geçiştirme çabası ve sadece AKP karşıtlığına sıkıştırılması ,tam bir apolitizmdir. Kitle buna mahkum edilmiş ,solun güçsüz kaldığı başkaldırının  şoven cephesinin yedeğine alınmıştır.Bu gidişatın seyrinin en fazla Kürtlerle yürütülen Barış görüşmelerini etkilemesi BDP başta olmak üzere bütün Kürtleri tedirgin etmektedir.Bu Kemalist tekçi anlayış işçi sınıfının ve bütün kesimlerin içine sıkıştırılmaya çalışıldığı tehlikeli çemberdir.AKP karşıtlığı temelinde gelişen "heterojen isyan" bütün sol grupları Kemalizmin kucağına itmiştir.Bu gün Türk bayrağı bütün kortejler de bolca dalgalanmış bu süreçten nemalanacağını düşünen bütün "solların" şovenizme teslim olduğu bir duruma dönüşmüştür.Kürtlere karşı oluşturulan şoven cephe büyümüştür. Son “isyanlarda”  "Ergenekoncu" diye tanımlanan  merkezin kitleleri ciddi bir ajite etme ve yönlendirme  çabası görülmektedir. Bu sürecin içinin ortak olarak değil de her grubun kendine göre doldurması için, boş bırakıldığı sorunlu  bir durum mevcuttur.AKP karşıtlığı ortak bir vurgudur ve slogan "Hükumet istifadır "istifa edecek hükumetin  alternatifi noktasında hiçbir ortaklık yoktur.Buda devrim yapamayacağınıza göre bu boşluğu CHP-MHP-İP koalisyonunu doldurma olasılığını güçlendirmektedir. Düşünülmeden güçlü bir şekilde  atılan bu slogan eksiktir,alternatif bir seçeneği içinde barındırmamaktadır. Devletin uyguladığı şiddet azaldığında kısa zamanda sönümlenebilecek özelliktedir.Uzun soluklu  yürüyebilecek ortak maddi taleplere ve bunu sürdürebilecek örgütsel yapıya sahip değildir.Sol'un eylemlerin içinde buluma nedeni ile “Atatürkçü” diye tanımlanan çok geniş bir algıya sahip çok sıradan masum talepleri yada tepkileri olan insanlarla,daha derin hesapları olan çekirdek bir grubun yönlendirmeye çalıştığı iktidar odaklı bir talebi olan grubun dahil olduğu  bu üç ana grubun hiçbir ortaklığı yoktur.
Kısa sürede bu kalabalıklar ayrışma potansiyeli taşımaktadır."Ne istiyorsunuz" diye sorulduğunda bu isyan ortaklığı dağılacak yada düzenin sınırları içinde eritilecektir.Bu eylemlerde düzen dışı bir içerik ve vurgu çok zayıftır işçi sınıfı ve Kürt hareketi sürece müdahil olmadığında buradan çıkabilecek olan onarılmış restore edilmiş burjuva demokrasisidir.
Bu yaşanan süreçten sol adına potansiyel olarak çok olumlu sonuçlar çıkarmakta mümkündür.
Bu sürecin sosyolojik olarak ciddi bir analizine ihtiyaç vardır herkes kendi adına bir analiz yapacak ve bu süreci doğru anlayabildiği oranda kendi hesabına kazanıma dönüştürme şansı olacaktır.Kendi örmediğimiz belirleyemediğimiz süreçlerin açığa çıkardığı enerji ve heyecan bizi sarhoş etmesin, bu topraklar her zaman bu türden patlamalara gebedir.Gazi ayaklanması da düzene karşı biriken öfkenin lokal bir patlamasıydı.Ancak sosyalistler bunu anlamakta ve yönlendirmekte yapısal ve ideolojik algıları nedeniyle sorunlu bir pratik sergilediler.Bunu öngörenlerin daha soğukkanlı ve hazırlıklı olması temel koşuldur "Sol güçsüzdür" ve güçsüzlüğünü bu tür patlamalardan güce dönüştürebilecek bir durumda değildir.Yapısal sorunları vardır ,uzun zamandır  derin bir tasfiye dalgasının basıncı altındadır.Bunu alanlarda da görmek mümkündür,sosyalist sol toplumsal süreçlere müdahale edebilecek güce sahip değildir.Bir güç olmadığınız yerde sözünüzü dinletme müdahale etme şansınızda olmamaktadır.Sosyalistler Tekel direnişinde olduğu gibi her eylemde orada birikebilmekte ancak ortak bir müdahale refleksi gösterememekte, kendi dışındaki güçlerle iş yapabilme becerisi geliştirememektedir.
Ortak bir değerlendirmeyle bu sürecin artılarını eksilerini hesap etmek ve tutumumuzun ne kadar etkin olduğunu anlamak zorundayız.Sosyalizm düşüncesinin ve örgütlenme alanlarının kültürel bir faaliyete dönüştüğü tasfiye sürecini kavrayamayan, hiperaktif  eylemlerle durumu düzelteceğini sanan anlayışların bu süreçleri anlaması da dönüştürmesi de mümkün olmayacaktır.Son birkaç günde yaşananların gözümüze soktuğu en önemli çıkarsama bu topraklardaki düzenden hoşnut olmayan,sokaklara dökülen kalabalık genç geleceksiz nüfusun kendini ifade edeceği politik alan resmi ideolojinin iki akımı olan Kemalistler ve İslamcılar tarafından tutulmuştur.Oysaki onların derdine kalıcı çözüm üretme yeteneğine sahip tek güç sosyalistlerdir. Bizim müdahil olamadığımız elimizi uzatamadığımız bu hızla işçileşen gençler birkaç günde  milyonlarla alanlara taşındı.Devlet şiddetiyle yüz yüze geldi kafalarındaki devlet algısı ve ideolojik yapıları sarsıldı ve kitlesel bir güçle özgürleşme pratiğine cüret etti.Bu güç muazzam bir enerji açığa çıkardı ve devrimci bir potansiyelini gözümüze soktu.Ben buradayım dedi,alanları işgal etmeyi,barikatlarda dövüşmeyi,birlikte olduğunda ortaya çıkan olağanüstü gücünü keşfetti ve ölümüne savaştı.Bütün dünyada İşçi sınıfına dahil olan bu yeni kuşak eğitimli gençleri anlamak onların algı düzeyine hızına uygun kültürel şekillenmelerini dikkate alarak kapsayıcı bir siyaset üretmek zorundayız.Bu gençleri sosyalist düşünceyle işçi sınıfının siyasetiyle tanıştıracak onların değer sistemini dikkate alan daha yaratıcı özgürleştirici bir yapının örülmesi tarihsel bir zorunluluk olarak yanıtlanmayı bekliyor.Kendini siyasal bir kimlikle tanımlayan devrim sosyalizm  iddiası olan güçler kendilerini de yenileyerek  bu sürece uygun mücadele araçlarını, ilkeli ,etik duruşlarını güçlendirerek, kapsayıcı gelişkin bir anlayışı yeniden inşa etmelidir.